İbrahim Uslu
YENİ SİYASAL İLETİŞİM ALANLARI
Ülkeden ülkeye bazı farklılıklar gösterse bile, siyasetin genel olarak meşgul olduğu bazı konular vardır. Her partinin programında, seçim beyannamesinde, liderlerin ve parti sözcülerinin konuşmalarında bu konuları farklı kombinasyonlar içerisinde mutlaka görürsünüz.
Enflasyon, gelir dağılımı, vergi sistemleri, işsizlik, tarım, uluslararası rekabet vs. gibi çeşitli alt başlıklarıyla ekonomik meseleler; sosyal güvenlik, emeklilik, dezavantajlı gruplara yönelik sosyal yardımlar, konut edindirme, evde bakım vs. gibi çeşitli kırılımlarıyla genel anlamda sosyal politikalar; uluslararası ilişkiler, başta terörizm olmak üzere güvenlik ve savunma ile ilgili konular siyasetin her zaman uğraşmak zorunda olduğu alanlardır.
Toplumun yaşam standartlarını yakından ilgilendiren bu alanlar seçmenlerin siyasi tercihleri üzerinde de büyük etkiye sahip olduğu için, gerek siyasetçiler gerekse de medya bu konuları sürekli gündeminde tutmak zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla siyasal iletişimciler açısından söz konusu alanlarda mesajlar üretmek ve seçmenleri etkilemeye çalışmak tıpkı dün olduğu gibi, bugün ve yarın da önemli bir görev ve sorumluluktur.
Ancak dünyada ve ülkemizde siyasetin gündemi hiç şüphesiz ki sadece bunlarla sınırlı değil. Belirli bir demokratik birikime sahip çok sayıda ülkede ve Türkiye’de son zamanlarda bazı olaylar, siyasetin paydaşları arasında daha yoğun bir biçimde tartışılıyor. Hatta tartışılmanın ötesinde partilerin/iktidarların performansını, siyasetin yönünü, seçmen davranışlarını ve iktidar için rekabetin ana dinamiğini de artık partilerin bu konulardaki eğilimleri şekillendiriyor.
Bu nedenle hangi seviyede olursa olsun, siyasal iletişim profesyonelleri de aşağıda sıralayacağımız konularla önümüzdeki süreçte daha fazla ilgilenmek durumunda kalacaklar. Tabi bu arada seçmenler ve genel olarak kamuoyu görünen o ki daha uzun yıllar bu konularla meşgul olacak.
Daha önce de çeşitli vesilelerle “siyasetin enerjisi en yüksek gündemleri” olarak dile getirdiğimiz dört konu politika sahnesinin başrol oyuncuları haline gelmiş bulunuyor:
- TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ VE KADIN
Dünyada feminizmin bir teori olarak ortaya çıkışı 18. yüzyıl sonlarına kadar uzanıyor ve 19. yüzyıldan itibaren de siyasetin gündemine girmeye başlıyor. 20. yüzyıldan itibaren kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmeleri kadın hareketinin daha da ivmelenmesini sağlıyor. Ancak geldiğimiz noktada güçlü demokrasiye sahip ülkelerde bile kadınların sosyal, ekonomik ve siyasal hayattaki dezavantajları hala devam ediyor. Bu nedenle tüm dünyada kadın hareketleri önemli bir siyasal etkinliğe sahip.
Ülkemizde ise kadın konusu maalesef ya cinayetler ve şiddet nedeniyle ya da iktidarın attığı geri adımlar dolayısıyla siyasetin ve kamuoyunun gündemine giriyor.
Kadın sorununda önemli gelişmelere imza atmış AK Parti iktidarının son dönemlerde tutum değiştirmesi, konunun siyasal ivme kazanmasına yol açtı. Öncelikle “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramına alerji duymaya başlaması ve tüm eğitim müfredatında bu kavramın kullanılmasını yasaklaması ve son olarak tutucu kesimlerin talepleri doğrultusunda İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi adımları siyasetin gündemini uzun zaman meşgul etti.
Toplam seçmenin yarısını teşkil eden kadınların siyasal tercihleri iktidar dengeleri üzerinde belirleyici bir role sahip. Son yerel seçimlerde özellikle metropollerde kadın seçmenlerin önceki dönemlere kıyasla iktidarı daha az desteklemeleri önemli siyasal sonuçlar doğurmuştu. Yaklaşan genel seçimlerde de bütün partiler kadının siyasi gücünü bir kez daha hissetmek durumunda kalacaklar. Bu nedenle hararetli gündemler değişse bile toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın konusu önümüzdeki dönemde siyasetin başat konularından biri olacak. - POPÜLİZM VE OTORİTERLEŞME
Neredeyse insanlığın tarihi kadar eski olan bu iki siyasal tutum, 2008 küresel ekonomik krizinden sonra dünyanın gündemine yoğun olarak girdi. Ekonomik krizden olumsuz etkilenen ve arkasından yaşanan göç dalgalarıyla tedirginlikleri artan alt ve orta sınıfların kurtarıcı olarak gördükleri karizmatik liderleri desteklemesi neticesinde, demokratik ülkelerin bir kısmında popülist/otoriter yönetimler işbaşına gelmeye başladı. ABD’den Brezilya’ya, Macaristan ve Polonya’dan Hindistan ve Filipinler’e varıncaya kadar dünyanın çeşitli ülkelerinde demokrasiye inanan herkesi tedirgin eden gelişmeler yaşanmasına yol açan bu dalga nedeniyle, demokratik sistemlerin otoriterleşmesi dünyada siyaset alanında en çok tartışılan konuların başında geliyor.
Ülkemizde de bilhassa başkanlık sistemine geçilmesinden sonra popülizm ve otoriterleşme endişeleri yoğunluk kazandı. Muhalefetin “tek adam rejimi” olarak nitelendirdiği yeni yönetim modeli ve buna karşı savunulan “güçlendirilmiş parlamenter sistem” üzerinden yürüyen tartışmalar, anayasa referandumunun yapıldığı 2017’den bu yana Türkiye siyasetinin temel diyalektiği haline geldi. Bugünden sonra da en azından genel seçim yapılıncaya kadar popülizm ve otoriterleşme gündemi siyaset ajandasında önemli bir yer işgal edecektir. - ÇEVRE SORUNLARI, YEŞİL SİYASET VE KÜRESEL İKLİM TEHDİDİ
Dünyada çevreci hareketlerin ve yeşil siyaset anlayışının güçlenmeye başlamasının yarım yüzyılı bulan bir geçmişi var. Küresel iklim değişikliğinin insanoğlunu ve hatta yeryüzündeki yaşamı tehdit etmeye başlaması ile birlikte çevreci hareketlerin siyasal etkinlik ve güçleri de artmaya başladı. Avrupa Parlamentosu için 2019 yılında yapılan seçimlerde Yeşiller büyük başarı elde ettiler. Almanya’da sonbaharda yapılacak seçimlerde de açıklanan son anketlere göre Yeşiller Partisi önde gidiyor.
Türkiye’de henüz bir Yeşil Siyaset hareketinden bahsedemeyiz. Ancak insanların çevre duyarlılıkları belirgin bir biçimde güçleniyor. Bir yandan Z Kuşağının çevre konusundaki duyarlılığı tüm dünyada dikkat çekerken öte yandan ortalama insanlarda görülen çevreci reaksiyonlar siyaset sınıfını şaşırtmaya devam ediyor. Gezi olaylarından sonra, Cerattepe, İşkencedere Vadisi, Kirazlı veya Kaz Dağları’nda doğaya zarar verecek yatırımlara yöre halkının nasıl direndiği hatırlanacak olursa, daha önce pek rastlamadığımız bir siyasal tepki ile karşılaştığımız daha iyi anlaşılacaktır.
Son 10 gündür ülkemizin en değerli ormanlarını içindeki tüm yaşamla birlikte yok eden yangınlar çevre duyarlılığının daha da yükselmesine vesile olacaktır.
Şimdiye kadar muhtemelen gelişmiş ülke fantezisi gibi değerlendirilen küresel iklim değişikliği ile ilgili uyarılar ve tartışmaların artık somut olarak yaşamımızı nasıl etkilediğini büyük ölçüde anlamaya başlıyoruz. Bu nedenle önümüzdeki süreçte genel olarak çevre meseleleri ve özellikle de iklim değişikliği konusu siyasetin önemli nabız alanlarından biri olacaktır. Muhalefetin bu konuyu güçlü bir biçimde sahiplenmesi ise iktidar açısında önemli bir sıkıntı alanı doğuracaktır. - GÖÇMENLER
Batı demokrasilerinde uzun yıllardır en içinden çıkılmaz konu olarak siyasetin merkezinde yer alan göçmen konusu, popülist siyasetin yükselmesinin önemli nedenlerinin başında geliyor. Bu nedenle de demokrasi tarihinin akışını tersine döndürebilecek bir güce sahip olduğunu tüm dünya artık idrak etmiş bulunuyor. Ayrıca göçmen korkusunun İngiltere’nin Brexit oylamasında AB’den çıkma kararı alması üzerinde de önemli rolü olduğu biliniyor.
Bizde ise bilhassa son 10 yılda 4 milyon Suriyeli göçmene rağmen, bu durumun siyasal dengeler üzerinde etkisi kısıtlı oldu. Sadece son yerel seçimlerde çok göçmen misafir eden bazı seçim çevrelerinde seçmenler parti tercihini yaparken göç faktörünü de dikkate aldılar.
Ancak görünen o ki Afganlıların baharda coşmuş sel gibi ülkemize akması, seçmenlerin tedirginliğinin ve kızgınlığının daha önce gözlemlemediğimiz seviyelerde yükselmesine ve bunun da sandıklara yansımasına neden olacak.
Son günlerde siyaset için kısa sayılabilecek bir süre içerisinde kamuoyu hızla şekillendi ve AK Parti iktidarının “güçlü olduğumuz için bize sığınıyorlar” ya da bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Allah’ın bize sığınan kullarını katillerin kucağına atmayız” şeklindeki güçlü sahiplenmesine rağmen göçmen meselesinde iktidara yönelik tepkiler artıyor. Göçmen meselesinin artık seçimlerde en az ekonomik sorunlar kadar kampanyalarda yer alacağını ve seçmen davranışlarını etkileyebileceğini rahatlıkla ileri sürebiliriz.
Netice olarak, siyasetin bildiğimiz üslubu aynı kalacak bile olsa, sıcak tartışma alanları önceki seçimlerde gözlemlemediğimiz bir biçimde,yukarıda sıraladığımız konular etrafında şekillenecektir. Burada kritik husus, iktidarın bu konuların tamamında dezavantajlı olmasıdır. Dolayısıyla muhalefetin bu konuları güçlü biçimde sahiplenmesi halinde iktidar savunmada kalmak ve kaçınılmaz olarak yıpranmak durumunda kalacaktır.