Vahap Coşkun
Vesayet Karşıtlığından Vesayet Mimarlığına
Dün siyasi yasaklarla mücadele ederek zafere uzanan AK Parti, bugün siyasi yasaklardan medet umuyor ve hatta ülkeyi siyasi yasaklarla tanınan bir ülkeye dönüştürüyor. Dün brifinglerle karar veren bir yargıya karşı yükselen itirazı temsil eden AK Parti, bugün kendisi talimatla işleyen bir yargı mekanizmasına bel bağlıyor. Ve dün bürokratik vesayet karşıtlığının keskin sözcüsü olan AK Parti, bugün kendi eliyle dört başı mamur bir vesayet rejimi inşa ediyor.
AK Parti, vatandaş ve devlet arasındaki ilişkilerin niteliği konusunda, parti programında çok demokratik bir çerçeve çiziyor. Hukuk devletini, demokrasiyi ve siyasetin belirleyiciliğini esas alan program, “özgürlüklerin demokrasinin temelini oluşturduğunu” ve “hiçbir bireysel ve kurumsal baskının kabul edilemeyeceğini” belirtiyor.
“Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarıdır” diyen programa göre, bu inanç, “tüm sosyal ve iktisadi dinamikleri harekete geçiren temel gücünü” oluşturuyor. AK Parti, “Türkiye’deki siyaset anlayışının tümden gözden geçirilmesi gerektiğine” inanıyor. Program, bu meyanda, “vatandaşların evrensel hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığı ve bu özgürlüklerin en etkin biçimde korunduğu ‘anayasal devlet’ anlayışının devlet yönetimine egemen olması” gerektiğini savunuyor.
“Devletin sahip olduğu güç ve yetkilerini anayasal çerçevede kullanması” ve “kamu yönetiminde şeffaflığın, hesap verme sorumluluğunun ve öngörülebilirliğin, yönetimin her alan ve kademesine yerleştirilmesi”, programın olmazsa olmazlarını oluşturuyor. “Halkın özgür iradesine dayanmadan kurulacak hiçbir yapının, bireylere özgürlük ve topluma huzur getiremeyeceğini” vurgulayan AK Parti programını okurken rastlayacağınız üç ifade, özellikle göz kamaştırıyor:
· “Siyaset anlayışımıza göre milletin iradesi esastır. Milletin iradesini gölgede bırakacak hiçbir uygulamaya müsamaha gösterilemez. Siyaset ve siyasetçiye güvenin ve itibarın yeniden tesis edilmesi şarttır.
· Milletin kendisini yönetecek temsilcilerini kendi iradesiyle belirleyebildiği ve yönetime katabildiği yönetim ilkesi, yani demokratik yönetim ilkesi, başta kamu personeli olmak üzere tüm vatandaşlarımız tarafından benimsenmelidir.
· Haklı zayıfları, haksız güçsüzlere karşı korumak vazgeçilmez prensiplerimizden biridir.”
“AK Parti’nin en büyük muhalifi”
Sedat Bozkurt’un bir yazsında ifade ettiği gibi “Bugünkü AK Parti’nin en büyük muhalifi, AK Parti’nin kendi parti programı”; zira yazıldığı günden bu yana üzerinde herhangi bir değişiklik yapılmayan bu program, AK Parti’nin nereden nereye geldiğini gözler önüne seriyor. Hem de çok net bir olarak!
Program değişmedi, ama AK Parti artık o programın yazıldığı dönemdeki AK Parti değil.
Aslında 2015’ten ama bilhassa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 2018’den bu yana yaşananlar, Türkiye siyasetindeki kötü ve artık geride bırakılması gerekilen bir geleneğin tekrarından ibaret. Tecrübe edilen, hukuku ve demokrasiyi ihya etme vaadiyle yola çıkan bir siyasi hareketin iktidara geldikten sonra her geçen gün hukuk ve demokrasiden daha fazla uzaklaşmasıdır.
AK Parti’nin yaşadığı da budur. Dün siyasi yasaklarla mücadele ederek zafere uzanan AK Parti, bugün siyasi yasaklardan medet umuyor ve hatta ülkeyi siyasi yasaklarla tanınan bir ülkeye dönüştürüyor. Dün brifinglerle karar veren bir yargıya karşı yükselen itirazı temsil eden AK Parti, bugün kendisi talimatla işleyen bir yargı mekanizmasına bel bağlıyor. Ve dün bürokratik vesayet karşıtlığının keskin sözcüsü olan AK Parti, bugün kendi eliyle dört başı mamur bir vesayet rejimi inşa ediyor.
“Teşkilatımıza düşmanlığı herkesçe bilinen bir milletvekili”
Geçen hafta, Ankara’nın ortasında, DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’na yapılanlar, AK Parti’nin bu mevcut halini, başka bir söze gerek bırakmayacak açıklıkta gözler önüne seriyor. Orada olanlar, halka ve halkın temsilcilerine efelenen bir devleti sembolize ediyor. Halka zulmeden ve yaptığı da yanına kâr kalan bir devleti! Ve AK Parti de, dün programında yer verdiği bütün değerlerin hilafına, bunun muhafızlığını üstleniyor.
Yeneroğlu, bir insan hakları savunucusu; onun savunuculuğu konjonktürel bir savunuculuk değil, muhalefet veya iktidar saflarında olmasına bağlı olarak duruşunu değiştirmiyor. İlkesel bir tutumla hep hakkı ihlal edilenlere destek oluyor, onların mağduriyetlerinin ve taleplerinin bilinmesi ve karşılanması için mücadele ediyor.
Yeneroğlu, bu kez Ankara-Kızılay’da polisin baskısına uğrayan Afrika kökenli bir vatandaşın yanında durdu. Ancak asgari bir demokraside tasavvur edilemeyecek bir muameleye maruz kaldı. Külhanbeyi edası takınmış bir polis amiri ona hakaretler yağdırdı ve onu tehdit etti. Az buçuk hukuktan nasibini almış bir ülkede, bir milletvekiline bunu yapan bir polis hakkında anında hukuki ve idari işlemler başlatılır ve o polis görevinden uzaklaştırıldı.
Fakat Türkiye’de tam tersi oldu; Emniyet Genel Müdürlüğü, hukuki ve ahlaki bütün sınırları alenen çiğneyen mensubuna sahip çıktı ve “nahoş bir kelime” kullanmasının haricinde yapılanların doğru olduğunu belirtti. Ve dahası Genel Müdürlük, aslında hiç kimsenin emniyette olmadığını gösteren mafyatik bir dille, “teşkilatımıza düşmanlığı herkesçe bilinen bir milletvekili” dediği Yeneroğlu’nu hedef gösterdi. Yeneroğlu’nun ayağı taşa takılsa bu saatten sonra, bunun mesulü Emniyet’tir.
Kızılay vakası, emniyetin ne denli siyasileştiğini kanıtlayan bir tablo gibi, bu bakımdan ibretlik. Anlaşılan o ki, siyasi aktörler arasında cereyan etmesi gereken bir mücadelede, kendini iktidar partileri lehine konumlandıran bir emniyet teşkilatı var. Emniyet vatandaşlara tarafsız bakmıyor, aksine iktidar ve muhalefet mensubu olmasına göre onlar arasında ayrıma gidiyor. Öyle ki iktidar mensuplarından kendi görevlilerine yönelik bir menfi tavır olduğunda bile sesini çıkarmayan emniyet, muhalefete çatmak için bahane arıyor. Celalleniyor, parmak sallıyor, racon kesiyor.
Muhalefete muhalefet etmekle kendini vazifeli saydığı için emniyetin hak ve hukuk dairesini ihlal etmesi kaçınılmaz bir hal alıyor. Emniyetin bu şekilde görev ve sorumluluklarının dışına çıktığı ve partizan bir kimlikle özdeşleştiği bir vasatta ise, vatandaş olsun olmasın o ülkedeki herkesin hürriyetleri tehdit altına giriyor ve hukuki güvenliği ortadan kalkıyor. Kameraların önünde bir milletvekiline bunu reva gören bir polisin, kuytuda sıradan vatandaşa neler yapabileceğini varın siz hesap edin!
Bürokratik Hükümranlık
Emniyetin bu gidişatı, AK Parti’deki savrulmanın boyutunu gösteriyor aynı zamanda. Her tülü vesayeti kaldırıp tam bir demokrasi vaat eden bir parti, günün sonunda tam tekmil bir bürokratik hükümranlığın mimarına dönüşüyor ve artık sözel düzeyde bile vesayete karşı çıkamıyor. Nitekim polis amirinin Yeneroğlu’nun şahsında millet iradesine uzattığı kirli diline, AK Parti’den bir tepki sesi yükselmiyor. HDP’li bir vekilin polise tokat atması üzerine hemen “O vekilin dokunulmazlığı kaldırılmalı” diyen Meclis Başkanı, başkanlığını yaptığı kuruma doğrudan edilen bu hakaretin karşısında sessizliğe gömülüyor.
Geçmişte eleştirdiği ne varsa onu fazlasıyla yapmaya başladığı için, eli silahlı bürokratların halkın temsilcilerine attığı tekmeler, AK Parti’yi rahatsız etmiyor. Muhalefetin baskı altına alınmasını, siyaset minderinin dışına itilmesini ve içeri tıkılmasını alkışlıyor, hukuksuzluğu ve adaletsizliği ayan beyan ortada olan karar ve eylemleri meşrulaştırmak için bin dereden su getiriyorlar. İktidardan bu yüzü bulunca da, sadece emniyet değil, bütün bürokratik kurumlar halka fırça atma, haddini bildirme ve hiza verme cüretini kendine görebiliyor.
Hülasa bir vakitler her türlü vesayete karşı bayrak açarak yola çıkan AK Parti, gelip bir başka vesayete demir arttı.
Varılan yer, pek de iftihar edilecek bir yer olmasa gerek!