İskender Özturanlı
Uçurum kenarı stratejisi
Piyasalarda büyük bir infial var, cuma gecesinden beri nicedir öngörülen bütün tehditler birbiri ardına gelmeye başladı. Pazar gecesi ise ayrı bir kabustu. TL önce Asya piyasalarındaki erken alımlarda yüzde 16’lık bir devalüasyona uğradı, sonradan biraz toparladı ve yüzde onluk bir devalüasyon yedi. Bu satırların yazıldığı sırada ülke risk primlerini ifade eden, CDS’ler (Kredi Temerrüt Takasları) bir günde 116 puan gibi inanılmaz bir artışla 466 baz puana yükseldi. Bu riskin kaçınılmaz şekilde bir tehdide doğru evrildiğini gösteriyor.
Türkiye yüksek faiz ve kur artışını birer gün arayla yaşayan ender ülkelerden birisi haline geldi. Finansallaşma ve sıcak para bağımlılığı ile bugünlere gelen inşaat, emlak ve yap-işlet devret ekonomisi kof bir finalle kendi tuhaf bağımsızlık şarkılarını söyleyedursun küresel finansal kıskaç, yükümlülükler ve yapılması gerekenlerin yapılmadığı, yapılmaması gerekenlerin ise ardı ardına yapıldığı bir tuhaf duruma sürüklendi. Rezervleri eriyen, küresel finansal akıştan payını siyasal veya ekonomik tercihleri neticesinde almamaya başlayan, bu yüzden elinde faiz artırımından başka bir şey olmayan bir merkez bankası başkanı üstelik daha dört ay önce atanmasına rağmen bir gece yarısı kararı ile görevden alınınca iktidar ile küresel piyasalar arasında olan son zorlama iyimserlik havası da dağıldı.
Böylesi bir durumda ülkede derin bir ekonomik buhran yaşanacağı, bu buhranın sadece kamu maliyesinde değil sokakta da derinleşeceğini söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Rezervler yetersiz, para politikasıyla gelinen yer burası ve artık para politikaları için de elde bir araç kalmamış durumda.
Kabaca bakarsak ya faiz her şeye rağmen yükseltilecek ama zaten her şey buradan çıkmamış mıydı? Bu nasıl olacak? Ya bir önceki Albayrak döneminde olduğu gibi para basılacak, kamu bankaları aracılığıyla, merkez bankası fonlanacak, ancak bir önceki dönemdeki gibi olmayacak. Ya da özellikle sermaye hareketlerinde, döviz cinsi işlemlerde aşamalı kontroller getirilecek.
Bütün bunlara az çok cevap verebiliyoruz, ancak bilmediğimiz, çözemediğimiz başka bir şey var.
Neden ve neden şimdi?
Bunu başka bir soruyla birlikte bir daha soralım. Erdoğan, neden aynı gün içinde İstanbul Sözleşmesi’ni iptal etti? Neden Yargıtay savcısı HDP’ye kapatma davası açtı? Gezi Parkı neden İBB’nin elinden alındı? Neden Naci Ağbal Merkez Bankası Başkanlığından apar topar alındı?
Bütün bunlar bir tesadüf olamayacağı gibi köşeye sıkışmışlık veya erken seçime gidiyor olma patolojisiyle de asla açıklanamaz.
AKP yönetimi ve Erdoğan farklı bir çıkış arıyor, Halk Bankası davasıyla, Biden-Putin gerilimiyle yeniden küresel anlamda bir kutuplaşma veya eksen oluşturulacağını görüyor, burada edilgen bir sürüklenme yerine aktif ve hegemon bir pozisyon alıyor.
Ancak bu kez bunun bedeli ağır ve daha öncekiler gibi değil. Öncelikle, iktidar toplumu sıkıştırarak vazgeçilmez bir sertleşme siyaseti üzerinden yeni denklemler ve eksenler oluşturarak, siyasi rakiplerini zorlu bir mücadeleye çekiyor ve hem toplumsal muhalefeti hem siyasal muhalefeti aynı sertlik üzerinde bir mücadeleye çağırıyor, bu bir tür uçurum kenarı stratejisi, bir eşikte, bir uçurum kenarında mücadele etme hali.
İkincisi kendi yaşadığı ve yaşattığı, siyasal ve ekonomik travmayı toplumun geneline taşımaya çalışıyor, bu hakiki olmayan bir mücadeleyi hakiki hale getirme adına medyasından sosyal medyasına genişleyen bir süreci kapsıyor.
Başarılı olabilir mi? Bir tür başarısız başarı. Bu bir açmaz. Bu açmazın, ona karşı çıkışın doğru konumlanması gerekir. Toplumun genel yoksulluğa ve eşitsizliğine dayalı bir hak talebi ve özgürlük arayışı içinde temellenmesiyle oluşacak bir siyasete ihtiyacımız olacak.
Demokratik ittifakı ancak laik bir eşitlik adına konumlamak gerekiyor, bu İstanbul Sözleşmesine neden ve hangi bakımdan sahip çıkılması gerektiğini gösteriyor.
Yandaş kalemşorlar, hababam bir kurtuluş savaşı illüzyonu üzerinden konuşmaktalar. İktidar küresel finansla bir mücadele yürütmüyor oysa, para politikaları tek başına çare olamaz, maliye politikaları olmadan hiçbir kriz aşılamaz.