Haldun Solmaztürk
Türk Ordusu V - Orduya Sadakat Şerefimizdir
Sosyal, ekonomik ve siyasi yapıların gücü ‘kurum’ oluşlarından gelir. Kurumların kimliği, tarihi, kültürü, hiyerarşisi, maddi ve manevi sembolleri, o kimlikle özdeşleşmiş mensupları ve ruhu vardır.
Türk Ordusu Türk tarihinin en köklü bir kurumudur.
“Orduya sadakat şerefimizdir” ifadesi Türk Ordusuna kurumsal bağlılığı temsil eder. Bu yüzden, ‘yeni bir ordu’ kurmak için yola çıkanlar, Türk ordusunun kurumsal yapısını hedef aldılar.
Koşaner 29 Temmuz 2011 günü, Yüksek Askeri Şura toplantısına beş gün kala ve daha görevde bir yılı dolmadan, ‘gördüğü lüzum üzerine’ istifa etti. Orduya yayınladığı veda mesajında “Şu anda … 250 asker tutuklu bulunmaktadır. Tutuklamaların bir amacı da TSK’nın sürekli gündemde tutularak, kamuoyunda bir suç teşkilatı olduğu izleniminin yaratılmaya çalışılmasıdır. Bu durumu önleyemedim, yetkili makamlar [Cumhurbaşkanı, Başbakan] nezdinde yaptığım girişimler de dikkate alınmadı. Göreve devam etme imkanım ortadan kalkmıştır” diyordu.
Direnebilirdi—direnmeliydi, ama o muharebeyi keserek çekilmeyi tercih etti.
Diğer üç kuvvet komutanı da istifa ettiler—zaten emekli olacaklardı, ama Jandarma Genel Komutanı Necdet Özel etmedi. Hükümet onu önce Kara Kuvvetleri Komutanı yaptı, 4 Ağustos’taki Şura’da da Genelkurmay Başkanı atadı. Anlaşıldı ki o olan bitene farklı bakıyordu.
Özel’in farkı (!) ilk günden anlaşıldı. Koşaner geri çekilmişti, Özel kılıcını (!) da teslim etti.
YAŞ toplantılarında, geleneksel olarak Başbakan ve Genelkurmay Başkanı masanın başında yanyana otururlardı. Özel yana geçti, başbakanı masanın başında ‘tek’ bıraktı. Böylece YAŞ kararları liyakat, kıdem, bekleme sürelerine göre değil, siyasi tercihlerle şekillenmeye başladı.
Hulusi Akar da Genelkurmay II. Bşk. atandı. Demokratik (!) değişimden ilk faydalanan o oldu; iki yıl sonra, ordu komutanlığı yapmamışken ve kendisinden kıdemli orgeneraller varken ‘siyasi’ tercihle Kara Kuvvetleri Komutanı yapıldı. Yerine Yaşar Güler getirildi—misyonu devam ettirdi.
Sonunda YAŞ toplantıları 45 dakikaya düştü; sivillerin arasında kendilerine oturacak yer (!) bulabilen askerler, terfi, atama, emeklilik kararları bir yana, fotoğraflarda bile görünmez oldular.
Kaynağa gelince; TSK’nın geleneksel subay kaynağı, 1845’ten beri askeri liselerdir. ‘Kaynağı’ kontrol etmek için askeri liseleri kontrol etmek VEYA onları kapatıp başka kaynak icat etmek (!) gerekir. Cemaat birincisini denedi, halen denenen de ikincisidir.
Askeri liselerin kapatılması ordunun kurumsal yapısına vurulmuş en büyük darbedir, ama yeterli (!) değildir. Kaynağın kontrolunu sağlayacak olan, muhalefetin (!) de desteğiyle Askeralma Kanunu’na getirilen ‘eksiksiz’ düzenlemedir: “Askerî öğrenci, dış kaynaktan muvazzaf subay/astsubay, sözleşmeli subay/astsubay, uzman erbaş ve sözleşmeli erbaş/er temininde, …mesleki ve teknik lise mezunlarına… YÜZDE YİRMİSİNE KADAR ilave puan verilebilir”.
Ordu, “Bir FETÖ gitti, bin FETÖ geliyor” diyen ilahiyatçı akademisyenin işaret ettiği olgudan muaf, bu tehditten bağışık değildir, tam aksine hedeftir. İstenen (!) kaynaktan geleceklere ‘ilave’ puan verecek olanlar siyasi iradenin belirlediği ‘mülakat’ komisyonlarıdır. “Birini yakamızdan zorla silkiyoruz, bin tanesi paçamızdan çekiştiriyor-ken” mesleki ve teknik lise kategorisine hangi ‘liselerin’ dahil olacağını tahmin etmek zor değildir. Böylece eskiden ‘dış’ kaynak denilen şimdi ‘tek’ kaynak haline gelmektedir.
Kuruma giriş ve çıkışların, görev yeri ve sürelerinin tamamen ‘siyasi’ kriterlerle belirlendiği kurumsal dönüşüm ortamında ‘sadakatin’ neye—ve kime—olduğu sorgulanır hale gelmiştir.
Diyanet İşleri Başkanı Ayasofya’ya atanan imam ve müezzinlerin ‘liyakatini’ canlı yayında, basın toplantısıyla açıklar, tanıtırken, yurt içinde, sınır-ötesinde ve deniz-aşırı ülkelerde savaşan orduda yüzlerce kritik atama, görevden alma, emekliliğe zorlamaların neye göre yapıldığını anlatacak bir genelkurmay başkanının, hatta savunma bakanının bulunamaması normal değildir.
‘Ordu sorunu’ rejim sorunumuzun bir parçasıdır; öyle görülmeli ve çözüm geliştirilmelidir.
Çözüm, ordunun kurumsal özerkliğini korurken, siyasi iradenin ordu üzerindeki kontrolunun demokratik gözetim ve denetimindedir. Bunun da nasıl olacağı bellidir.!
Devam edecek..