Kubilay Kaptan
“Tehdit Altındaki Katil”
Gerçeküstücülüğe en uzun süre bağlı kalmış bir ressam olan Rene Magritte, 1898 yılında Belçika Lessins’de doğar. Küçük bir burjuva ailesinin üç erkek çocuğunun en büyüğüdür. Ailesi önce Lessins’den Gilly’ye, daha sonra da Gilly’den Chatelet’e göç eder. Annesinin intiharından sonra da aile Charleroi’ya taşınır. On iki yaşında resim yapmaya başlayan Magritte’in çocukluk dönemi, yetişkinlik döneminde yapacağı resimlerinin temelini oluşturur. Çocukluk dünyasının imgeleri olarak garip balonlar, şemsiye, parmaklık, kırılmış sütun gibi imgeleri sayabiliriz. Magritte’in ilgisini çeken eserlerin başında Kübist ve Fütürist dönem eserleri olmakla birlikte Giorgio de Chirico’nun yapıtları asıl ilgisini çekmiştir. Magritte, Chirico’nun Aşk Şarkısı gibi resimlerde şiirin resim üzerindeki üstünlüğünü kavradığını ileri sürmüştür.
Şiirin resim üzerindeki üstünlüğü Magritte’in genç yaşlarda amacı kendi içinde bir çaba olarak resimden bezmiş olduğu için çok önemlidir. Magritte gençlik döneminde bir üslubu uygularken, genel kanı olarak bilinen ressamların estetik kaygılarına tam manasıyla karşıt kaygılarla çalışır. Birkaç ara dönemden sonra 1925’ten itibaren Magritte’in yöntemi iyice oturmaya başlar.
Magritte, resimlerinde belli bir dili kullanır. Gerçeğin görünümlerde yattığı iddiasını savunan sanatçının bu dilinde görünümlerin korunması gerektiği vurgulanır. Magritte’in bu resim dilinde nesneler ön plandadır. Ev içleri, mobilyalar, gündelik nesnelerle çevrili dünyasında insan figürlerinin gizemi, durağan bir şekilde mucizeyle yüklenmiş anlamlarından gelir. Magritte’in sanatında her şey açık bir şekilde ifade edildiği için belirsizlik diye bir şeyden söz edilemez.
Magritte’in söylemek istediği her ne kadar açıksa da resminin dilinin görsel olması, ama aynı zamanda bir dil olmasından dolayı kendisinden başka bir şeye işaret eder. Resimlerinin çoğunda önemli olan şey, tablonun içerisinde yer almayan olaylara, gösterilmeyen şeye işaret etmesidir. Nitekim bir başka sözünde de Magritte, dünyaya ve nesnelerine ait olağan bilgimizin, nesnelerin resimlerdeki temsillerini yeterince meşru kılmadığını, ayrıca şeylerin çıplak gizeminin gerçekte olduğu gibi resimde de gözümüzden kaçabileceğini vurgulamıştır.
Magritte’in yumuşak geçişli ton zıtlıkları yerine kesin, katı tanımlamalar içeren gerçekçi üslubu, gerçeklik ve yanılsama algısıyla oynayarak elde ettiği etkileri arttırmıştır. Muğlaklıklarından faydalanmak üzere resimlerinde motifleri tekrar etmiştir. Nesneleri olağandışı bir şekilde bir araya getirmekle bilinen Magritte’in Durmuş Zaman isimli eserinde zamanı tuhaf ve olanaksız bir şekilde tasvir eder.
Magritte’in resimlerindeki olanaksızlığı ortaya koyan bir diğer resim örneği olarak da ‘Tehdit Altındaki Katil’ isimli eseridir. Oda içerisinde ayakta duran katil yanındaki gramofonda dönen plakta şarkı dinlemektedir. Resmin her iki yanından kadraja giren iki polis onu tutuklamak için beklemektedir. Yerde yatmakta olan ölü bir kadın ve pencerenin dışında yer alan üç şahit vardır. Resimde her şeyin gösterilmiş olduğunu düşündüğümüz anda aslında hiçbir şeyin açık bir şekilde gösterilmediğini fark ederiz. Burada anlatılan anı donduran şey, plağın sesidir. Magritte’in görsel olanın sınırlılığı üstüne yorum yapmak için ses fikrine sıklıkla başvurduğu bilinmektedir.