Geçtiğimiz günlerde Güney Kore dizisi Squid Game’i izleyenler kervanına katıldım.
Etkileyici bir yapım… Dizi hakkında çok yazıldı, çizildi. Ben ise dizi haricinde “oyun”un kendi dünyamdaki yansımasını yazmak istiyorum.
Filmin dünya genelinde çok izlenmesinin sebeplerinden biri, her ülkenin insanına, insanların yaşam şartlarına hitap ediyor olması.
Borçlu, işsiz, hak istismarına uğrayan göçmen insanların hikâyeleri bir tarafta; aşırı zenginliğin ve konforun verdiği doyumsuz insanların hikâyesi diğer tarafta…
Aynı cins olmanın dışında iki tarafın tek ortak noktası, para… Hani şu varlığı ve yokluğunun insanı kendinden başka şeylere dönüştürebilen para…
Farkındaysanız son yıllarda hayatta kalma mücadelesini veren insan hikâyelerinin izlenme oranları çok yüksek. Survivor gibi, Ed Stafford’un hayatta kalma mücadelesini anlatan videoları gibi… Elbette Squid Game’deki gibi tamamen yapay bir ortam yok ama bir gerçeklik var…
Yaşamlarında borç batağına batmış insanlara, tek sermayeleri olan bedenleriyle para kazanma imkânı sunmak. Üstelik dışarıda olmayan “adil bir düzen (!)” içerisinde… Bu adalet çerçevesi, hile ve aldatılmayı kapsamıyor yalnız. Yani hayatta kalabilmek için hileye başvurmanız hoş görülüyor. Aldatılıyorsanız zayıf halkasınız.
Diziyi izlerken -siyasiler ve sermaye sahipleri dışında- kendimizi Squid Game’nin oyuncusu gibi hissetmedim değil. İki farkla; birincisi bizim rızamız dışında bir oyun içinde olmamız, ikincisi finalde bizi bekleyen büyük ödül olmaması…
Abarttığımı düşünüyor olabilirsiniz ama yaşadıklarımız hiç kolay şeyler değil. Covid19 salgını, ekonomik kriz, ağırlaşan yaşam koşulları… Bunlar yetmezmiş gibi elimizde olan üç kuruşumuzu ve hatta canımızı almaya çalışanların varlığı ve hak ettiği cezaları almamaları da cabası.
Mütemadiyen bir hayatta kalma mücadelesi ve birbirimizle yarış hâlindeyiz. Üstelik Squid Game’de olduğu gibi sistem adil de değil.
Diziyi izledikten sonra kafamdaki deli soru;
Ülkemizde böyle bir oyunun içinde olmayı kabul edenler olur mu?