SİYASETTE ÖZELEŞTİRİ VE REDDİ MİRAS

Siyasette özeleştiri kavramı son zamanlarda oldukça popüler. Bir kavram olarak Marxist düşüncede önemli bir yeri olan “özeleştiri”yi daha sonra Lenin, Stalin, Mao ve hatta Althusser’e kadar çok sayıda sosyalist siyaset ve düşünce adamı kullandı. Günümüzde ise en azından bizim ülkemizde bu kavramı kullanmak için sosyalist olmak gerekmiyor.
Ait olduğu siyasi hareketten kopan veya kendini yenilemeye çalışan her siyasetçinin özeleştiri çağrılarına muhatap olması adeta kaçınılmaz bir kaderdir. Özeleştiri yapmak muhtemelen bir samimiyet testinden daha çok, birilerinin yürek soğutmasına katkıda bulunduğu için bu kadar hararetle istenir. Arkasındaki esas motivasyon her ne olursa olsun, aslında bu çağrılar çok da mantıksız değildir. Gerçekten de geçmişte yapılan hataları eleştirmeden değişmek nasıl mümkün olabilir ki?
CHP’NİN ÖZELEŞTİRİSİ
Son yıllarda özeleştiri çağrılarına en çok muhatap olan parti hiç şüphesiz ki CHP’dir. Daha Deniz Baykal zamanında başlayan, Kemal Kılıçdaroğlu döneminde ise hızlanan ve kurumsallaşan, temel hedefi de o güne kadar hiç iletişim kurulamayan muhafazakar seçmenlerle yakınlaşmak olan açılımları “samimi” bulmayan muhafazakar kanattan kalem ve kelam erbabı, neredeyse CHP konusu her açıldığında, özeleştirinin gerekliliğine vurgu yaptı.
Ancak CHP açılım sürecini özeleştiri yapmadan başlattı. Gürsel Tekin’in İstanbul İl Başkanı olduğu dönemde, bırakın başörtülüleri doğrudan çarşaf giyen hanımlara CHP rozeti takıldı. Ama partinin tabanı ve teşkilatları henüz bu kadar sert bir değişime hazır değildi ve olumsuz reaksiyonlar verildi. Tüm tepkilere rağmen CHP bu politikasında ısrar etti ve bu sefer daha ileri bir adım atarak partinin kapılarını muhafazakar siyasetçilere açtı. Bu açılımlardan oy olarak geri dönüşler alamasa bile tutumunu sürdürdü. 2013 yılında hacdan dönen kadın milletvekillerinin başörtülü olarak Meclis çalışmalarına katılmasına itiraz etmeyerek, uzun yıllardır ülkenin en temel çatışma alanlarından birinin ortadan kaldırılmasına yardımcı oldu.
CHP yönetimi muhafazakarlara ulaşma çabasını o günden sonra da sürdürdü. Ancak ilk özeleştiri 2019 yılında geldi. Sn. Kılıçdaroğlu açıkça “başörtü meselesinde hata yaptık” şeklinde bir “özeleştiri”de bulundu. O günden sonra da bu sözlerini benim hatırladığım en az üç-dört kere tekrar etti. Bu açıklamalar CHP’nin muhafazakar seçmenlerden bu ölçüde oy almayı ilk kez başardığı 31 Mart yerel seçimlerinden sonra yapılmıştı. Ama açıkça özeleştiri yapmasa dahi CHP’nin ısrarlı politikaları muhafazakar seçmenlerin bir kısmını etkileyebilmişti.
Özeleştiriden sonra CHP-muhafazakar seçmen ilişkisinin nasıl etkileneceğini birlikte göreceğiz.
AHMET DAVUTOĞLU’NUN
REDDİ MİRASI
Partisinden ayrıldıktan sonra özeleştiriye en fazla davet edilen siyasetçilerin başında herhalde Ahmet Davutoğlu geliyordur. Daha ayrılmadan AK Parti’yi eleştiren Sn. Davutoğlu sonunda ihraç isteğiyle disipline bile sevkedilmişti. Ancak bu durum bile Sn. Davutoğlu’na mesafeli bakan köşe yazarlarınca yeterli görülmemiş ve kendi hatalarını da kabul etmesi için zorlanmıştı.
Geçen hafta değerli gazeteci Murat Yetkin Gelecek Partisi Genel Başkanı Sn. Ahmet Davutoğlu ile bir röportaj yaptı. Bir gazetecinin sorması gerektiği gibi sansürsüz soruların ve açık yürekli cevapların olduğu güzel bir röportajdı. Doğal olarak Sn. Davutoğlu mülakatın büyük kısmında daha önce benzer sorulara verdiği yanıtlara benzer şeyler söylüyordu. Fakat bir bölümü tamamen yeniydi. Ben bu bölümün çok dikkat çekeceğini düşünmüştüm ama yoğun gündem içinde çok fazla konuşulmadı. Oysa ki şu ana kadar tüm beyanları içerisinde belki de en önemli açıklamasıydı.
Sn. Davutoğlu’nun Yetkin’in sorusuna verdiği yanıtı aynen alıntılarsak: “Türkiye tahayyülümü sordunuz, önceki Türkiye tahayyülümden farklı olup olmadığını… Şüphesiz ki farklı. Türkiye tahayyülümde “AK Parti’nin altın çağına dönmek” gibi bir şey yok; ayrıca bugün için mutlaka referans alınması gereken öyle bir Altın Çağ da yok zaten. Hayatın diyalektiğine aykırı, aynı suda iki defa yıkanamazsınız… Partimizin adını o yüzden Gelecek Partisi koyduk, artık geleceğe bakalım diye.”
Bazılarınızın aklına “bir partiden kopmuş ve yeni bir siyasi hareket başlatmış bir lider başka ne diyecekti ki?” diye bir soru gelebilir. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi, Sn. Davutoğlu bugüne kadar genellikle “özeleştiri” yapmamakla itham ediliyordu. Bu tür değerlendirmelere ben çoğunlukla itiraz etmiştim. Çünkü bence kendisini eleştirmeden önce yapması gereken başka bir şey daha vardı ve bunu bahsettiğim röportaja kadar hiç yapmamıştı.
İslam siyasal düşünce tarihinde önemli bir yeri olan “Siyasetname”lerin ortak bir özelliği vardır. Hepsi geçmişte bir döneme referansta bulunarak o dönemi idealize eder ve o dönemin değerlerinden ve prensiplerinden uzaklaşıldığı için sistemin dejenere olduğunu ve eğer o değerlere tekrar geri dönülürse yaşanan sorunların sona ereceğini tavsiye ederler. Sn. Davutoğlu’nun bugüne kadar kullandığı dilde de siyasetname geleneğinin etkisi vardı. AK Parti’nin belli bir döneme kadar yaptıkları ile ilgili olumlu ifadeler kullanıyor ama bir dönemden sonra partisinin kendi değerlerinden uzaklaştığını söylüyordu. Ben bu durumu “AK Parti’nin bir dönemini devri saadet şeklinde nitelendirirseniz yeni bir parti olamazsınız” şeklinde defalarca eleştirdim.
Oysa röportajda söyledikleri bir özeleştiriyi aşıyor. Kendisi böyle ifade etmese bile aslında bir “reddi miras”ta bulunuyor. Bu ölçüde bir reddi mirası yakın tarihimizde “milli görüş gömleğimizi çıkardık” diyen Tayyip Erdoğan AK Parti’nin kuruluş döneminde yapmıştı. Sn. Erdoğan’ın ait olduğu geleneği reddetmesinin kendisine büyük faydalar sağladığını biliyoruz. Ahmet Davutoğlu’nun bu tutumunun sonuçlarını da yine birlikte göreceğiz.
Ben siyasetin geçmişle uğraşmasını her zaman boşuna ve hatta zararlı bir çaba olarak değerlendiririm. Seçmenler geçmişe değil, her zaman geleceğe oy verirler. Geleceği yönetebileceğine seçmenleri ikna edebilen partiler hızla büyür ve seçim başarıları kazanır. O yüzden seçmenin dikkatini geçmişten geleceğe döndürebilecek partilerin önümüzdeki dönemde başarı şansının daha yüksek olduğunu düşünüyorum.
Geçmişle uğraşmak siyasetçilerin değil, tarihçilerin işi olmalı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Uslu Arşivi