İbrahim Uslu
SİYASET VE ŞİDDET
Şiddet, söylemesi bile rahatsız edici olmakla birlikte, hem insan yaşamının hem de toplumsal hayatın doğal bir parçası maalesef. Bazen bilinçli bir biçimde, bazen de farkında olmadan insanlar birbirlerine çeşitli tür ve seviyelerde şiddet uyguluyorlar.
Bu kadar yaygın olunca, herkesin şiddetten aynı şeyi anladığını düşünüyor olabilirsiniz. Açık konuşmak gerekirse bendeniz de şiddet kavramının kişiden kişiye farklı algılanabileceğini; bazılarınca şiddet olarak nitelenen davranışların başka birileri tarafından böyle görülmeyebileceğini, 2006 yılında Birleşmiş Milletler için yürüttüğümüz bir projeye kadar pek fark etmemiştim. Daha çok kadın haklarına odaklanan bu çalışmada tabi ki şiddet üzerine çok sayıda soru da deneklere yöneltiliyordu. Gelen yanıtlar benim açımdan oldukça şaşırtıcıydı. Deneklerin yüzde 15’i dayağı, yüzde 35’i tecavüzü, yüzde 85’i de aile ve arkadaşlarla görüşmeyi engellemeyi şiddet olarak değerlendirmiyordu.
Geçen hafta Selçuk Özdağ, Orhan Uğuroğlu ve Afşin Hatipoğlu’na yönelik olarak gerçekleşen şiddet eylemlerinden sonra MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin başdanışmanı Yıldıray Çiçek’in Türkgün Gazetesi’ndeki yazısında “İki tokat, üç sopa yiyen için ortalığı ayağa kaldırıp, 846 kişinin katilini ‘serbest bırakın’ demek bu kadar basit olmamalı” şeklindeki değerlendirmesi şiddetin öznelliği konusunu bir daha hatırlamamıza vesile oldu.
TDK’ya göre şiddet “karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma, kaba güç, duygu veya davranışta aşırılık” anlamlarına geliyor. Acaba mevzuatımızda bir şiddet tanımı var mı diye araştırdım ama bir neticeye ulaşamadım. Ama çok sayıda kaynakta çeşitli şiddet tanımları var. Özellikle Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’nün tanımı, şiddet konusundaki günümüzde hakim olan yaklaşımı en doğru biçimde ifade ediyor. Bu tanıma göre şiddet “kendi kendine, başka birine, bir gruba veya topluluğa karşı, kesinlikle veya büyük olasılıkla yaralama, ölüm, psikolojik zarar, gelişim bozukluğu veya mahrum bırakma gibi sonuçlar doğurmak amacıyla maksatlı olarak fiziksel güç veya kaba kuvvet kullanılması veya bunlarla tehdit edilmesidir (World Report on Violence and Health; Edited by Etienne G. Krug, Linda L. Dahlberg, James A. Mercy, Anthony B. Zwi and Rafael Lozano, 2002, s.5)
Ülkemiz uzun zamandır özellikle kadına yönelik şiddet olayları ile sarsılıyor. Ancak ilginç bir biçimde terör dışındaki diğer siyasal şiddet hadiseleri, çok yaygın ve sık yaşanıyor olmasına rağmen kadına yönelik olan kadar gündemimizi meşgul etmiyor.
Geçtiğimiz hafta hepimizi oldukça üzen ve tedirgin eden siyasal şiddet olayları yaşandı. Muhalif iki medya mensubuna ve Gelecek Partisi’nin genel başkan yardımcısına sopalar ve silahlarla saldırıldı. Bu hadise bir anda siyasal şiddet realitesine dikkatleri yöneltti.
Aslında bu topraklarda siyasal şiddetin oldukça köklü bir mazisi var. Siyaset alanında şiddetin kullanılması realitesiyle toplumumuz 19. yüzyılın sonlarından itibaren tanışmaya başlıyor. İstanbul Üniversitesi SBF’de öğrencisi olduğum Prof. Dr. Şükrü Hanioğlu, Daşnaktsutyun ve Hınçak partileri fedai teşkilatlarını, Makedonya'daki başta VMORO olmak üzere etnik ve dinî grupların oluşturdukları çetelerin yanı sıra İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin fedailerini de şiddetin siyasal amaçlar için araçsallaştırılmasına ilk örnekler olarak gösteriyor (12 Nisan 2015 tarihli Sabah Gazetesi).
Toplumsal hafızamızda en fazla yer eden siyasal şiddet olayları 1970’li yıllarda yaşandı. 12 Eylül darbesi sokak çatışmalarını sona erdirdi ama aslında siyasal şiddet hep devam etti.
Öncelikle “siyasal şiddet” kavramına açıklık getirmek gerekiyor. İktidarlar, iktidar dışı siyasi yapılar veya bireyler tarafından, belirli siyasi amaçların gerçekleştirilmesi amacıyla uygulanan her türlü şiddet eylemi siyasal şiddet olarak değerlendiriliyor.
Daha basit ifade edecek olursak; siyasal şiddet sadece iktidar tarafından değil, muhalif yapılar tarafından da uygulanabilir. Ayrıca terör, suikast, darp gibi fiziki şiddet uygulamalarının yanı sıra kişi ve kurumları baskı altında tutmak amacıyla uygulanan her türlü psikolojik yöntemler de siyasal şiddetin kapsamına dahildir.
Siyaset ve şiddet arasındaki ilişkileri ayrıntılı incelemek bir köşe yazısının boyutlarını çok aşar. Ama en azından siyasal sistemlerde karşılaşılan yaygın şiddet örnekleri üzerinde durmak gerekiyor.
Günümüzde en yaygın olan siyasal şiddet türü “psikolojik şiddet”tir. Çeşitli nedenlerle kişi ve kurumları terörist, hain, dış güçlerin maşası gibi ithamlarla suçlamak sık karşılaştığımız psikolojik şiddet uygulamalarıdır. Doğrudan veya dolaylı olarak çok sayıda kişi ve kurum bu şiddetten mağdur olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte “trol şiddeti” yaygın bir siyasal şiddet türü olarak hayatımıza girdi. Günümüzde çeşitli siyasi mekanizmalar trol ordusu besliyor ve bu karanlık yapı üzerinden her gün binlerce insana her türlü hakaret, itibarsızlaştırma ve sosyal linç uygulanıyor.
İktidarların tekelindeki şiddet kaynaklarından biri de “güvenlik güçleri şiddeti”dir. Bilhassa otoriter iktidarlar, meşru güç tekeline sahip asker, polis, istihbarat örgütü gibi güvenlik kuvvetleri eliyle muhaliflerine gösterilerde aşırı güç kullanmaktan, işkence ve öldürmelere kadar uzanan geniş bir skalada fiziksel şiddet uygulayabilmektedir.
Yine otoriter sistemlerin kullandığı bir diğer yaygın şiddet türü de “yargı şiddeti”dir. Yargı kurumları eliyle muhaliflerin üzerinde uygulanan her türlü baskı uygulanabilmektedir. Bir yandan hiçbir suç işlemediği halde muhalifler çeşitli cezalarla karşılaşırken, öte yandan da bu insanlara karşı işlenen suçlar yargı kurumlarınca görmezden gelinmektedir.
Hukuk devletinin yetersiz kaldığı sistemlerde veya dönem dönem çalkantılar yaşanan ülkelerde karşımıza çıkan ve büyük travmalara neden olan “örgütlü sokak şiddeti” de yaygın bir siyasal şiddet türüdür. Tarafların birbirlerine karşı uyguladıkları ve basit darptan cinayete kadar uzanan geniş bir yelpazedeki her türlü organize şiddet faaliyeti bu kapsama girer.
Dünyada birçok ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de yukarıda sıralanan siyasal şiddet türleri değişik yoğunluklarla aslında her dönem uygulanageldi. Hem iktidarlar, hem vesayetçi yapılar ve hem de muhalif örgütler çeşitli siyasal şiddet uygulamalarına başvurdu.
Son günlerde, bir süredir pek şahit olmadığımız sokak şiddeti yeniden yaşantımıza girdi. Tartışmasız biçimde tamamı kötü olmakla birlikte, ülkemizin geleceği açısından bizleri en çok kaygılandırması gereken şiddet türünün sokak şiddeti olduğunu düşünüyorum. 12 Eylül öncesinin basiretsiz siyasetçilerinin bazen teşvik ettiği, bazen de görmezden geldiği sokak şiddetinin ülkemizin başına ne belalar getirdiğini hepimiz çok iyi biliyoruz.
Tarihten ders almak sadece bir erdem değil, aynı zamanda da zorunluluktur.