İbrahim Uslu
SEDAT PEKER İFŞAATLARININ SEÇMEN TERCİHLERİNE ETKİSİ
Başlığa bakıp da yazının ilerleyen bölümlerinde bu ifşaatların seçmen davranışını nasıl etkilediğine dair bazı veriler paylaşacağımı lütfen düşünmeyin. Sizleri başlık ile aldatmış olmamak için uyarıyı en başta yapıyorum. Şu ana kadar Sedat Peker’in kamuoyu ile paylaştığı ve çeşitli medya kuruluşları tarafından da iyice zenginleştirilen karanlık ilişkiler yumağına dair bilgiler seçmenlerin tercihlerini pek etkilemedi.
Peker tarafından videolar yayınlanmaya başlandıktan sonra bana günde birkaç kez “bu açıklamaların seçmen tercihleri üzerinde etkisi nasıl olacak?” diye soruldu. Tabi ki soruyu yöneltenlerin derdi akademik meraklarını gidermek değildi. Aslında “Sedat Peker’in açıklamaları nedeniyle iktidarın oyları düşüyor mu? sorusunun yanıtını merak ediyorlardı. Kimileri verdiğim cevaptan mutsuz oldu, kimileri sevindi, kimileri şaşırdı, kimileri de yanlış yorumladığımı düşündü ama cevabım her seferinde aynıydı: Pek bir etkisi olmaz!
Bilindiği gibi Peker’in videoları Mayıs ayı başından itibaren yayınlanmaya başladı. Dolayısıyla Mayıs ayı içinde yapılan araştırmalarda, olay henüz yeni olduğu için, seçmen tercihleri üzerinde pek bir etkisi olmayacağı açıktı. Ancak Haziran ayında yapılan araştırmalarda, olayın başlamasının üzerinden yeterince zaman geçtiği için, seçmen eğilimlerinde nasıl bir etki yaptığını ölçmek mümkündü.
Mayıs ayındaki araştırmalarda videoların içeriğinden haberdarlık yüzde 40’lar civarındayken, Haziran araştırmalarında bu oran yüzde 30’un altına düştü. Bazılarınız “bu kadar çok insan hala nasıl haberdar değil” diye düşünebilir ama toplumun yüzde 70’inden fazlasının haberdar olduğu çok az sayıda konu var. O yüzden haberdarlık oranın çok yüksek olduğunu belirtmemiz lazım.
Haberdarlık seviyesindeki yükselişe rağmen hem AK Parti’nin oylarında hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik kamuoyu desteğinde Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında belirgin bir hareket gözlemlenmedi. Her ikisinin oy oranlarında da bu üç ay boyunca sadece hata payı içerisinde kalan oynamalar yaşandı.
Gerçi henüz süreç bitmedi ve daha ne kadar devam edeceğini tabi ki bilemiyoruz, ama şu ana kadar ortaya saçılan ifşaatların seçmen eğilimlerini değiştirmediğini söyleyebiliriz.
Önümüzdeki günlerde bizim gibi insanlara artık “bu ağır iddialara rağmen seçmen tercihleri niye değişmiyor?” sorusu muhtemelen daha sık sorulacaktır.
Bu sorunun yanıtlarını aslında bu köşede daha önce iki kez tartışmaya çalıştım.
İlki bundan yaklaşık bir yıl önce “Skandal Aşısı” başlığıyla yayınlanmıştı. Yazının ilham kaynağı David French’in Time dergisinin kaleme aldığı bir makaleydi. Skandal aşısı olarak isimlendirdiğim süreç özetle şöyle çalışıyor: Liderler ekipleri tarafından sürekli övülüyor ve konu ne olursa olsun bu kişiler liderlerini kamuoyu önünde yüksek bir tonda savunuyor. Bu savunuların volümü lideri destekleyen medya organları tarafından daha da yükseltilerek kamuoyuna aktarılıyor ve taraftarlar kendisine ulaştırılan argümanlara inanıyor. Dolayısıyla muhalefetin ortaya serdiği iddialar söz konusu seçmen kitlesi üzerinde yeterli etkiyi yaratamıyor. Neticede bir çeşit “paralel bilgi evreni” oluşturuluyor ve seçmenler gerçeğe karşı aşılanıyor. Dolayısıyla popülist siyaset evreninde, skandallara karşı kendini savunmaya hazır yeterince gönüllü sözcüsü ve medyası bulunan bir lideri yıpratmak pek mümkün olamıyor.
İkinci yazı ise Sedat Peker’in ilk videosunu dolaşıma sokmasından 10 gün önce yayınlandı. Büyük çoğunluğumuz muhtemelen artık hatırlamıyor ama Mart ve Nisan aylarında da aslında çok sayıda skandal sayılabilecek gelişme yaşandı. Pudra Şekeri, 128 Milyar Dolar, belediyeler eliyle insan kaçakçılığı, çok sayıda maaş alan bürokratlar ve kendi bakanlığına dezenfektan satan Bakan hadiseleri kamuoyunda çokça tartışılmıştı. Hemen hatırlatalım, bu farklı ölçeklerdeki skandallar nedeniyle de seçmen eğilimlerinde bir değişme gözlemlenmemişti.
Mart-Temmuz arasında yaşanan skandal fırtınasının etkili olmamasını siyaset bilimi ve iletişim literatüründe yer alan bazı kavramlarla teorik olarak açıklamak mümkün. Bugünden sonra eminim ki sıkça yapılacaktır. Ancak bu sorunun yanıtının siyasetin geleceği açısından çok da önemli olmadığını düşünüyorum.
Muhalefet açısından esas önemli soru, her türden skandalı kanıksamış bir seçmen topluluğunun nasıl etkilenebileceğidir. Sadece iletişim odaklı çözümlerin yeterli olmayacağının, şu ana kadarki deneyimlerle anlaşılmış olması gerekir.
Önümüzdeki yazılarda bu sorunun yanıtını tartışmaya devam edeceğiz.