İbrahim Uslu
SARSINTI iTTiFAKI
Kasım ayı başladığında işi siyaseti gözlemek olan birçok kişi gibi benim de dikkatim Türkiye’den çok ABD seçimlerine yönelmişti. Kıran kırana geçen bir yarıştan sonra Cuma akşama doğru Biden’ın seçimi kazandığı büyük ölçüde netleşti. Herkes Trump’ın bu duruma nasıl tepki vereceğini tartışırken, gece yarısından sonra Cumartesi’nin ilk saatlerinde Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alındığı ve yerine Naci Ağbal’ın atandığı bilgisi bomba gibi düştü. O andan itibaren siyasette o kadar çok şey yaşandı ki bir çoğumuz gelen sıcak haberlerin hararetinden olayı tam olarak kavramakta zorluk çektik.
Aslında ben bu yazıda, sürecin sonunda yaşanması olası senaryolara odaklanmayı düşünüyordum. Ancak olayı biraz geriden alarak bugüne getirmenin olayın daha kolay anlaşılmasına yardımcı olacağını sezinliyorum.
NE SENİNLE NE SENSİZ!
Cumhur İttifakı içerisindeki ilk büyük kriz yerel seçim öncesinde yaşandı. Devlet Bahçeli’nin çağrısı üzerine yerel seçimde işbirliği için başlayan görüşmeler, yine Sn. Bahçeli’nin 23 Ekim günkü Grup Toplantısındaki “Parti olarak 31 Mart 2019 mahalli idareler seçimlerine yönelik herhangi bir ittifak beklentimiz, ittifak arayışımız, ittifak niyetimiz geldiğimiz bu aşamada artık kalmamıştır” sözleriyle akamete uğramıştı.
Kısa bir süre sonra muhalefet partilerinin kendi aralarında anlaştıklarını duyurmalarının üstüne Cumhur İttifakı içindeki işbirliği görüşmeleri yeniden başladı ve sonunda iki ortak büyük metropollerde anlaşmayı başardılar. Ancak birçok il belediyesi için anlaşmak mümkün olmamıştı.
Yerel seçimlerin sonuçları en çok AK Parti’yi hayal kırıklığına uğrattı. Bir yandan mutlaka kazanmayı istediği İstanbul, Ankara, Adana ve Antalya’yı muhalefete kaybetmişti, öte yandan da 10’dan fazla il belediyesini ortağına kaptırmıştı.
MHP ile birlikteyken bile artık seçim kazanamadığı gerçeği ile yüzleşen AK Parti ilk şoku atlattıktan sonra yeni arayışlara girdi. Henüz YSK İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimini iptal etmeden, 19 Nisan günü Sn. Erdoğan “Türkiye İttifakı” çağrısı yaptı. Ancak Bahçeli’nin buna sert tepki vermesi üzerine geri adım atıldı ve konu gündemden düştü.
Sonrasında yaklaşık bir yıl boyunca büyük bir kriz yaşanmadı. Ama ekonomide işler AK Parti’nin umduğu kadar iyi gitmiyor ve oy kayıpları devam ediyordu. 2020’nin Mayıs ayına doğru Ankara’da AK Parti’nin yüzde 50+1 sistemini kaldırmak için diğer partilere sondaj yaptığı dedikoduları dolaşmaya başlamıştı. 9 Mayıs günü sebebini hiç kimsenin anlamadığı bir biçimde MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın Bahçeli’nin daha önce yaptığı bir konuşmasında yer alan “Üç Hilal’in tek başına iktidarı artık bir zorunluluktur” cümlesini alıntılayarak Twitter’dan paylaştı. Türkiye yeniden iki ortak arasındaki gerilim ile dalgalanmıştı.
Ağustos başında ise Sn. Bahçeli’nin Meral Akşener’e yönelik olarak yaptığı “Evine Dön” çağrısı geldi. Bazıları bunu Bahçeli’nin Akşener’i MHP’ye davet ettiği şeklinde yorumlamayı tercih etse de aslında olay başkaydı. Çünkü Bahçeli 2019 Ağustos’unda da İYİ Parti’yi MHP’ye davet etmiş ve çok sert bir biçimde bu çağrı reddedilmişti. Bir yıl sonra aynı daveti yapmayacağını Sn. Bahçeli’yi tanıyan herkes gayet iyi biliyordu. O yüzden birçok kişi bu yeni daveti milliyetçi bir yeni ittifak çağrısı olarak yorumladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir gün sonra, o ana kada terör işbirlikçileri ile ortaklık yapmakla itham ettiği Sn. Akşener’in “milli ve yerli” olduğunu belirterek Cumhur İttifakı’na davet etmek suretiyle Sn. Bahçeli’nin hamlesine yanıt verdi.
Cumhur İttifakı’nda sular durulmuyordu. Devlet Bahçeli İstanbul’da yapılan ekmek zammını gerekçe göstererek 16 Ekim’de “Askıda Ekmek” kampanyasını başlattı. Siyasi yorumcuların bir çoğu bunu bir toplumsal sorumluluk projesi gibi değerlendirdi. Ama aslında bu kötü ekonomik koşullar nedeniyle AK Parti’ye verilmiş bir ültimatomdu. Nitekim muhalefet partileri bunu anlamaları gerektiği gibi yorumlayıp, artık iktidar ortağının bile bu ülkede kuru ekmeğe muhtaç insanlar bulunduğunu kabul ettiğini söyleyerek Cumhurbaşkanı’na yüklenmeye başladılar. Bahçeli’nin bu hamlesi Merkez Bankası Başkanı ve Berat Albayrak’ın görevlerinden ayrılması ile sonuçlandı.
DOMİNO ETKİSİ İLK TÜRKİYE’DEN Mİ BAŞLADI?
Biden’ın seçilmesi halinde Trump’ın yanı sıra dünyadaki bazı liderlerin de siyaseten kaybedeceğine dair çok sayıda değerlendirme süreç boyunca yapılmıştı. Örneğin Bloomberg ve Financial Times çok sayıda liderle birlikte Sn. Erdoğan’ı “loser” olarak ilan etmişti.
ABD’deki yeni durumun Sn. Erdoğan’ı ne ölçüde olumsuz etkileyeceğini şimdiden öngörmek aslında bilimsel bir tahminden çok kehanet sayılabilir. Ancak Türk ekonomisinin iyi etkilenmeyeceğini bütün uzmanlar söylüyordu. Biden’ın seçilmesi ile birlikte ekonomi yönetiminin değişmesini böyle okumak daha doğru olacaktır. Zaten Sn. Erdoğan’ın kendisi de bu durumu teyit etmektedir: “Bu görev değişiklikleri küresel düzeyde yaşanan siyasi ve ekonomik değişimlere uygun şekilde ülkemizde de hukuk ve ekonomi alanında köklü reformlara hazırlık yaptığımız bir dönemde gerçekleşti.”
Aslında gelinen noktada Başkanlık sisteminin ekonomi modeli tamamen çökmüştü ve süreci iktidar açısından daha sıkıntılı hale getiren uluslararası bir konjonktür hızla yükseliyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan mevcut ekonomi anlayışının daha fazla sürdürülebilir olmadığını nihayet görmüştü. Görev değişikliklerinin ardından bir yandan ekonomiyi rasyonelleştirme, öte yandan da yabancı yatırımcının kendini güvende hissetmesini sağlayacak hukuksal ortamı inşa etme niyetini önce “seferberlik” sonra da “reform” kavramıyla çerçeveleyip yurtdışına ve yurt içine duyurmaya başladı. Ancak muhtemelen pek öngörmediği başka bir sorun onu bekliyordu!
REFORM GERİLİMİ
Cumhurbaşkanı’nın reform retoriği, Türkiye’nin yeniden Batı ekseninde konumlanma arzusunu da ifade ediyor. İki ortak arasındaki sorun tam da burada başlıyor. Çünkü MHP Avrasya ekseninde kalmaktan yana. O yüzden Çakıcı üzerinden üretilen gerilimin ana hedefinin bu reform projesi olduğu çok sayıda yorumcu tarafından dillendirildi. MHP kanadı da bunun böyle algılanması için gereken tüm malzemeyi verdi. Mesela sadece Çakıcı’nın fevri bir tutumu olarak yorumlanmasın diye, Sn. Bahçeli Çakıcı’ya sahip çıkan ve Sn. Kılıçdaroğlu’nu suçlayan paylaşımlar yaptı.
MHP’nin desteğini arkasına almış Alaattin Çakıcı’nın CHP Genel Başkanı’nı açıkça tehdit etmesi hakkında AK Parti’den Bülent Arınç dışında düne kadar herhangi bir değerlendirme yapılmadı. Ancak Cumhurbaşkanı dün Çakıcı ve MHP’yi eleştirmenin yanı sıra Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest kalması gerektiğini de belirten Bülent Arınç’a çok sert cümlelerle yüklendi. Ama reformların devam edip etmeyeceğine dair net bir değerlendirme yapmaktan da kaçındı.
Son birkaç günde iyice tırmanan bu gerilim nedeniyle Cumhur İttifakı’nın sonunun geldiğine dair yorumlar da çoğaldı. Şimdiden sonra esas sorulması gereken soru şu: Acaba bundan sonra neler yaşanabilir?
OLASI SENARYOLAR
Hadisenin gelişimine ve mevcut verili koşullara bakıldığında, gerçekleşme olasılığı en yüksek dört farklı senaryo olduğunu görüyoruz.
- AYNEN DEVAM:
AK Parti ve taraftarlarının en çok arzu ettikleri senaryo muhtemelen bu. Ancak Erdoğan’ı reformlardan bahsetmeye zorlayan sebepler Bülent Arınç’ın eleştirilmesiyle tabii ki ortadan kalkmadı. Dolayısıyla bir yandan reform yapma zorunluluğu, diğer taraftan da desteğine çok ihtiyaç duyulan MHP’nin bu reformları istemiyor oluşu tam bir açmaz durumu yaratıyor.
AK Parti’nin yapabileceği tek şey, ortağını bir şekilde ikna etmek. Ancak bu sefer hiç de kolay olmayacak gibi görünüyor. - YAŞASIN YENİ ORTAK:
MHP ile uzlaşılamadığı için Cumhur İttifakı’nın sona ermesi halinde AK Parti’nin ilk yapacağı iş geriye kalan üç partiden (CHP, İYİ Parti, HDP) biriyle yeni bir ortaklık kurup yoluna devam etmesi. Ancak son üç yılda diğer partilerle olan diyaloğunun şekline bakıldığında bu da en az ilk senaryo kadar zor görünüyor. Hatta bu senaryonun gerçekleşebilmesinin tek yolu AK Parti’nin belli bir takvim içerisinde erken seçime gitme sözü olacaktır. Bu da şu aşamada Erdoğan’ın çok fazla vermeyi tercih edeceği bir taviz olarak değerlendirilmiyor. - NİHAYET TÜRKİYE İTTİFAKI:
Cumhur İttifakı’nın dağılması durumunda mevcut partilerin biriyle uzlaşma gerçekleşmezse, Erdoğan belirli yasal ve anayasal reformları (parlamenter sisteme geri dönüş dahil) birlikte hayata geçirme ve arkasından erken seçime gitme önerisiyle muhalefetin tamamına bir işbirliği önerebilir.
Şimdilik ütopik gibi duruyor, ancak ekonomik krizin kontrolden çıkması tehdidi altında seçmenler bu senaryoya yönelip, siyasi partileri zorlayabilirler. - BÜYÜK FİNAL:
AK Parti muhalefetle uzlaşmayı başaramazsa ve bu arada ekonomi iyice kontrolden çıkarsa, üzerinde oluşacak toplumsal baskı nedeniyle bir süre sonra Cumhurbaşkanı erken seçim kararı almak zorunda kalacaktır. Bu durumda, adeta Erdoğan’ın referanduma sunulacağı bir seçim yapılması kaçınılmazdır.
Birinci senaryo dışındaki tüm seçeneklerde önümüzdeki kış çok sıcak geçecek demektir. Ama bu sefer AK Parti’nin hem vaad hem de tehdit içeren “istikrar” retoriğinin işe yaramayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Yakın zamana kadar erken seçim fikrine mesafeli duran seçmenler son iki aydır artık erken seçimin daha doğru olacağını düşünmeye başladılar. Genel seçimden bu yana ilk kez seçmenlerin çoğunluğu erken seçim istiyor.
Dolayısıyla eğer önümüzdeki süreç iyi yönetilmezse “Büyük Final” seçmenlerin partileri yapmaya zorlayacağı bir seçenek haline gelebilir.
Demokrasi, en kötü anlarda bile toplumlara birden fazla seçenek sunabildiği için çok güzel…