İskender Özturanlı
Paranın Hayaleti.. Kriptocu geldi Beyler…
Devlet olmanın temel vasıfları arasında, vergi toplama ve kolluk hakkına sahip güç kullanma hakkı olmakla birlikte, para basabilme imtiyazı gelir. Tarih boyunca da devletin dışında para basma fikri hem insanlığa hem de çeşitli siyasal topluluklara, gelişmiş bir toplumu arama yolundaki bütün ütopyalara cazip gelmiştir.
Paranın değişim değerindeki gizemli hal kadar, paranın hakimiyeti de gizemlidir. Paranın merkezi bir sisteme bağımlı bir şekilde silsile halinde uzamasındaki sıkıntılar, 2008 krizinde hem devletlerin egemen sermayenin yanında olması hem de finans kuruluşlarının güvenirliliklerini yitirmeleriyle sonuçlandı.
Devletler, büyük sermayelere sahip finans kuruluşlarını, finansallaşmış şirketleri koruyup öncelerken, borçlanmak zorunda kalan ve küçük kazançlarını bu rüzgarda korumak isteyen insanları asla korumadılar.
Liberal dönemde bol bol cilalanan; devletlerin ve şirketlerin, ekranların başında duran iyi eğitimli adamlarıyla kanun ve hukukla adaleti sağlayacağı herkesin hakkını eşit bir şekilde koruyacağı ilüzyonu çöktü.
Şirketlerde, primlerle jestiyonlarla ödüllendirilen meritokratik sınıf için vatandaştan çok patronun alacakları önemliydi elbette.
Devletin yardım ettiği ve batmaktan kurtardığı şirketler, böylesi zor dönemlerde dahi bilançosuna karlar yazdırırken ev kredisi almış bir yoksul insan sokaklara rahatlıkla atılabiliyor, kriz anlarında işsiz kalmış insanlar kredilerini ve kiralarını ödeyemiyorlar. O dönemde yaşananlar Michael Moore’un filmlerinde çarpıcı bir şekilde anlatılmıştır.
Dünyanın her yerinde ve ülkemizde de bunlar yaşandı, yaşanacak.
Her kriz döneminde özellikle yeni gelen kuşaklar, anne babalarının birer çalışan ve borçlu olduğunda nasıl yaşadıklarını ama güvence sona erdiğinde nasıl da eriyip gittiğini gördüler, yaşadılar.
Genç kuşaklar ise eğitim alarak kendilerini geliştirerek, “çok sıkı” çalışarak, kendilerini ve ailelerini geçindirme döneminin çoktan gerilerde kaldığını acı bir şekilde anladılar.
Gençler insanın sadece bir borç ödeme makinası haline geldiği, borçsuz bir hayatın asla olamayacağını gördüler.
Öte yandan, 2008 küresel krizinin ardından gelen derin kopuşlar, 2017’den beri Türkiye’de süren buhranlı ortam, devletçe kayırılan şirketler, ekonomi ve finansal anlamda alınan hiçbir karara güvenmeyen bir vatandaş tipolojisi de çiziyordu ülkemizde. Devasa şirketler hababam vergi affına uğrarken gençlere, yoksullara yardım etmeyen bir anlayışın artık saklanacak bir tarafı kalmıyor. Bu durum oyunun kurallarının sorgulanmasına neden oluyor. Bu sorgulama vaat edilmiş sağlıklı doğru bir toplum modeli yerine siyasetin de artık ufuk çizgisi ve oyun kuramaz hale gelmesinden dolayı, kendine daha riskli ve tehditkâr modeller aramaya başlıyor.
Tablo şu: Yoksulluğun soluğunu ensesinde hisseden kuşaklardan yoksul kalmaktan başka şansı kalmayan kuşaklara geçildi.
Bu durumda kripto paraların, kendi mübadelesinde umutsuzluktan doğan bir sahte hayalin peşinden gitmenin bütün olanakları yıllardır zaten usul usul hazırlanıyordu.
Batmış Thodex şirketinin katılımcılarına baktığımızda bunu açıkça görüyoruz, zaten.
Oysa Satoşi Nakomoto 2008 yılındaki çığır açan makalesinde, doğrudan aracısız bir para mübadelesi öngörüyor ve esasında değişim değerini aracıların ve merkezi otoritenin belirlemediği bir özgürlük parası düşlüyordu. Bu algoritma içinde, dolandırıcılık minimum düzeyde olabilirdi ancak. Satoşi, merkezsiz ve aracısız finansın büyüleyiciliği altında şöyle yazıyordu:
“Belli bir oranda dolandırıcılık kaçınılmaz kabul edilir. Bu maliyetler ve ödeme belirsizlikleri yüz yüze alışverişte fiziksel para kullanımıyla giderilebilir ancak güven duyulan bir üçüncü taraf olmadan bir iletişim kanalı üzerinden ödeme yapılabilecek bir mekanizma bulunmamaktadır. İhtiyacımız olan güven yerine kriptografik kanıta dayalı, iki tarafın üçüncü bir güvenilir kişiye gerek duymadan doğrudan birbirleriyle işlem yapabileceği bir elektronik ödeme sistemidir. Geri döndürülmesi imkansıza yakın işlemler satıcıları dolandırıcılıktan koruyacaktır.”
Bütün ülküsel şeyler gibi kendi kullanım değeri ve değişim değeri dışında mübadelenin yarattığı balon büyüyünce iyi giden işlerin, kuralsızlığın hüküm sürdüğü ülkemizde, herkesin kendi başına buyruk kripto para borsası kurmasıyla nasıl sonuçlandığını görüyoruz.
Nasılsa yükseliyordu ya, herkes nasılsa bir şekilde kazanacaktı değil mi? Böyle olunca teknolojik denetimi tamamen bu borsaların sahiplerine bırakılmış, bu keyfiyet de kriptonun hayaleti üzerinden kurgulanmıştı. Piyasalar ters dönünce işin dolandırıcılık kısmının aslında kendisinden yaklaşık üç katı büyük bir hayalet alan ortaya çıktı.
Başka bir yazıda anlatacağım gibi kripto komünizmden başlayan sonra aşırı sağcı faşist grupların temel mübadele aracı haline geldiği, borsaların bile aidiyet yarattığı, faşist grupların popülist mübadele aracı haline geldiği hatta, futbol takımlarının taraftar aidiyetleri üzerinden “Token”lar arz ettiği bir dünyada yaşadığımız unutulmamalıdır.
Tutkular devreye girmiş durumda. “Girmesin” mi diyorsunuz. Bütün tutkusuz istatistikler ve sözümona rasyonalitenin anlamadığı budur. Satanı anlamak yetmez, alanın patolojisini anlamak gerekiyor. Sadece, “whitepaper” okumakla bu işler anlaşılmaz, gelen dünyayı anlamadan, nasıl daha iyi olacağına dair hiçbir fikir ortaya çıkmaz. Daha iyi bir dünya için korkudan umuda, umuttan korkuya giden kitlelerin davranışını anlamak ve onlar yani kendimiz için daha iyi bir dünyayı aramaktan vazgeçmeyeceğiz. Elbet haftaya konuya devam edeceğim. Bana soru sormak isteyen olursa @aleksis-iskender Twitter hesabına yazabilir.