İbrahim Uslu
ÖMÜR BİTER, REFORM BİTMEZ
Çok değil, bundan 10 gün önce (siz yazıyı okuduğunuzda 11. gün olacak) ülkenin en önemli tartışma konusu döviz kurlarındaki durdurulamaz artışlardı. Ekonomi yönetiminden bir görevden alma ve bir istifanın ardından ülke olarak kendimizi bir anda reform tartışmalarının içinde bulduk.
Bazıları bu durumu tipik bir “agenda setting” yani gündem yönetme veya muhalefetin iktidara sıkça yönelttiği “gündem değiştirme” ithamı ile açıklayabilir. Ancak benim gördüğüm şu ana kadar henüz yeterince somutlaşmış olmasa dahi, önümüzdeki süreçte belli adımlar atılmak zorunda.
Bakanlar toplantısı sonrasında yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'yi son 18 yılda tarihinin en büyük demokrasi ve kalkınma reformları ile tanıştıran bir yönetim olarak reform gündeminden hiç kopmadıklarını; değişimin asla bitmeyen bir yürüyüş olduğu gerçeğini unutmadan, dünyadaki gelişmelere uygun şekilde sürekli hedef büyüterek yeni reformlarla yola devam edeceklerini belirtti.
Hakkını teslim etmek gerekir ki, AK Parti kurulduğu günden bu yana AB üyelik sürecinin de etkisi ve katkısı ile çok sayıda reforma ve reform girişimine imza attı. Reform iradesi bakımından eleştirilecek yönü olduğunu pek düşünmüyorum. Sorun bu reformların sonuçlarının değerlendirilmesi durumunda ortaya çıkıyor.
Aslında Türkiye’nin son ikiyüz yılı, çoğu iyi niyetli ama sonuçları itibariyle hedefleri gerçekleştirmek açısından genellikle arzu edilenin uzağında kalan reformların tarihidir.
Sened-i İttifak, Tanzimat ve Meşrutiyet Osmanlı’nın yüzyılı aşkın ıslahat hareketlerinin en önemli köşe taşlarıydı. Osmanlı çöktü ama bizim reform çabalarımız devam etti. Cumhuriyetin ilanı ve arkasından yapılan devrimler şüphesiz ki son ikiyüz yıl içindeki en büyük reformlardı. Bu reformlar sayesinde, çöken imparatorluktan kalan topraklar ve yorgun bir halktan, moderniteyi esas alan bir ulus devlet ve millet inşa etmeyi başardık. Aradan yaklaşık bir asır geçmiş olmasına rağmen, kuruluş yıllarında atılan güçlü temeller üzerinde, yaşanan çeşitli sıkıntılara rağmen devlet ve toplum yoluna devam etmektedir.
1945 yılında çok partili hayata ve 1980’den itibaren devletçi ekonomiden liberal piyasa ekonomisine geçilmesi de siyasal ve toplumsal yaşantımızda derin izler bırakan reformlar olmuştur.
2002’den itibaren ise sosyal güvenlik reformu, sağlık reformu, yerel yönetimler reformu, üç kere yapılan referandumlar neticesinde gerçekleşen anayasal reformlar, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gerçekleştirilen askeri reformlar ve son olarak yönetim sisteminin radikal bir biçimde değiştirilmesi gibi çok sayıda irili ufaklı AK Parti reformları sahne aldı.
İktidar, son bir haftadır reform ihtiyacını yeniden tekrarlamaya başladı. Burada özellikle iki husus benim açımdan dikkat çekici.
Bunlardan birincisi, 18 yıl boyunca ülkeyi kesintisiz yöneten iktidarın, hala çözülmesi gereken sorunlar olduğunu ve bunu çözmek için reformlar yapılması gerektiğini dillendirmesiydi.
İkincisi ise, insanda patinaj duygusu yaratacak şekilde, son bir haftadır dile getirilen reformlar ile AK Parti’nin 2002 seçim beyannamesi arasında büyük benzerlikler olmasıdır. Hatta ikisini birbirinden ayırt etmekte zorlanmanız oldukça muhtemeldir.
İşte yukarıda bahsettiğim sorun tam da burada başlıyor. Madem bu kadar büyük reformlar gerçekleştirildi, niye hala yeni reformlara ihtiyaç duyuyoruz? Acaba 18 yılda bunca reform gerçekleştirdikten sonra sadece bir arpa boyu mu yol gittik? Ya da mitolojik kahraman Sisifos gibi sürekli başa mı dönüyoruz?
İktidar muhtemel reformların gerekçesini “değişen dünyaya uyum sağlamak” şeklinde açıklıyor ama öte yandan da yeni reformlarla ulaşılmaya çalışılan hedefler aslında demokratik bir hukuk devletinin en temel prensipleri. Dolayısıyla bugüne kadarki reform arzumuzla, hedefleri gerçekleştirme performansımız arasında büyük bir makas söz konusu.
Bu nedenle, konuyu tartışanların çoğunda yeni reform söylemine karşı bir güvensizlik gözleniyor. Kamuoyunun bu vaade ve yapılan tartışmalara nasıl baktığını ancak bir süre sonra yapılacak araştırmalarda göreceğiz. Ama hemen belirtmek gerekirse; birçok alanda gerçekleştirdiği yenilikleri AK Parti’nin bizzat kendi eliyle tersine döndürmesi nedeniyle, “reform” kavramının seçmenleri heyecanlandırması çok da mümkün değil. Bu seferki reform vaadleri, Berat Albayrak’ın arka arkaya açıkladığı yeni ekonomi paketlerinin heyecanlandırdığı kadar bile etki yaratmayabilir.
AK Parti’nin reform paketlerinden önce, seçmenin ve kanaat önderlerinin güvenini yeniden kazanması gerekiyor. Bunun için belirli hatalar yapıldığını kabul ederek ve bu hatalardan gerekli derslerin çıkarıldığını seçmene ispat ederek işe başlaması daha doğru olacaktır.
Bunca deneyimden sonra seçmenlerin “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” tavrını göstermesi kaçınılmaz. İktidarın hangi yanlışlardan geri döneceğini görmeden de bu süreçte güvenini kaybeden seçmenlerin AK Parti’ye geri gelmesi beklenmemeli.