Murat Özçelik
Kutuplaşmayı seçim stratejisiyle geride bırakmak
Levent Gültekin’in “Yaklaşan Kasırga” isimli kitabı, dindar mahalleden çıkan, o mahallenin kültürünü ve eğilimlerini bizzat yaşayan, zaman içinde aklını kullanıp o mahallenin yanlışlarını büyük bir iç çatışma yaşayarak da olsa açık biçimde gören ve “liberal laikliğin” bizim toplumumuz için önemini inkâr edilemez biçimde savunma aşamasına gelmiş bir insanın kendi yaşamından örneklerle anlattığı ve hem seküler hem muhafazakâr kesimin okumasının faydalı olacağını düşündüğüm bir kitap.
O kitabı okuduğumda bugüne kadar yazageldiğim birçok konuda ülkenin kutuplaşmasının engellenmesi için kendi adıma yürüttüğüm çabanın gerçekçi olduğuna dair ipuçları da buldum. Hatta Levent Gültekin’in şu anda iktidardaki dinci kesimin yapabileceği kötülüklere ilişkin söylediklerini ben daha önce söylemiş olsaydım onun kadar ikna edici olamazdım diye düşündüm.
Geçen yazımda bahsettiğim, muhalefet liderlerinin ortak cumhurbaşkanı adayı üzerinde mutabakata varıp birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı indirmelerinin ve ortak aday etrafında kenetlenerek yeni bir cumhurbaşkanlığı seçim stratejisi uygulamalarının öneminin altını bir kez daha çizmek istiyorum.
Bu seçimin partiler arasında iktidar mücadelesi yapılacak bir seçim olmadığına, zaten Cumhurbaşkanı’nın her türlü gayri hukuki müdahalesi neticesinde partilerin gerçek oylarını alamayacaklarına ve Anayasa’yı değiştirecek sandalye sayısına Meclis’te ulaşamayacaklarına dair tezimin de tam olarak arkasında durmaktayım.
Yani seçmen bu seçimde oyunu demokratlara mı yoksa Türkiye’nin geleceğini karartan otokratlara mı vereceği konusunda karar verecek. Ancak burada biz sekülerlerin çok dikkat etmemiz gereken bir konu var!!
Mevcut durumda muhalefetin, muhafazakâr kararsızların kararsızlıklarını giderecek bir yol ve yöntemi belirlemeleri gerektiğine inanıyorum.
Bildiğimiz o ki, bu kararsızların büyük bölümü AKP’den kopan ya da kopmak isteyen ancak buna rağmen elleri Gelecek veya DEVA Partisi’ne oy vermeye gidemeyen seçmenlerden oluşuyor.
Zira bu seçmenler iki nedenle bu yola gitmesek mi diye düşünüyorlar.
Birincisi geçen hafta da söylediğim gibi yeni seçim kanunu nedeniyle Gelecek ve DEVA’ya verilecek oylarla bu iki partinin %7’ye ulaşamayacaklarını düşünerek bu oyları boşuna heba etmektense yine AKP’ye verelim demek veya başka bir ittifak olur mu diye gelişmeleri izlemek.
İkincisi ise bu iki partiye oy verdikleri takdirde verdikleri oyların karşı mahallenin iktidarına yani CHP’ye yarayacağından korkmak ve bu nedenle yine kararsız kalmak.
Bu gerçeği gördükten sonra yeni Türkiye’nin eski siyasi kutuplaşmaları temsil etmemesi ve halkın bir bölümünün eski uygulamalarla yine aşağılanan ve dışlanan ikinci sınıf vatandaş olmaması için bir ışık beklediğinin anlaşılması gerekiyor.
Demek ki “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz” demek muhafazakârlardaki endişeyi gidermekte tek başına yeterli olamamış.
Son 20 senedir, haklarında komplolar kurulan, canlarına okunan, dışlanan, aşağılanan, hapsedilen, eziyet edilen, işkence yapılan kesimin muhafazakâr kesim değil seküler kesim olduğunu herhalde onlar da görüyorlar.
Dolayısıyla kararsızlar yani muhafazakâr kesim bu seçim sonrasında rövanşist uygulamalarla bu defa kendi canlarına okunmasından korkuyorlar. Bu korkuyu da en fazla körükleyen tabii ki Erdoğan.
Baksanıza kendisinin bütün dünya tarafından zalim bir otokrat olarak nitelendirilmesine bakmaksızın Kılıçdaroğlu’na “Faşist” diyebiliyor.
Yani bu ülkedeki en özgürlükçü toplumsal hareketi desteklemeyi ve bu harekete karşı alınan siyasi mahkeme kararlarına karşı gelmeyi “faşizm” olarak nitelendirebiliyor.
CHP’yi “din karşıtı öcü” olarak göstermeye devam ediyor. Toplumdaki sorunları kendisinin içini boşalttığı dindarlıkla telafi edebileceğini sanıyor.
Şimdi muhalefetin bir bütün olarak halkımıza şunu göstermesi gerekiyor.
Birincisi bu seçimde muhafazakârlar dâhil halkın kahir çoğunluğunun bıkıp usandığı tek adam rejiminden kurtulmamız için muhalefetin cumhurbaşkanı adayına oy verilmesi gerekiyor.
İkincisi DEVA, Gelecek ve Saadet partilerine verilecek oyların, zannettikleri gibi muhalefetin şu anda başını çeken CHP’ye değil aksine geçiş sürecinde oluşturulacak geçiş hükümetinde kendi mahallerindeki partilerin İYİ Parti ile birlikte daha fazla söz sahibi olmalarına yarayacağını anlamaları lazım geliyor.
Bunu halkımızın iyi kavraması için ortak cumhurbaşkanı adayı ile birlikte DEVA’dan, Gelecek Partisi’nden ve Saadet’ten kimlerin hangi görevlere gelmelerinin öngörüldüğünün açıklanması, böylece muhafazakârların görüşlerinin her halükârda yeni iktidarda temsil edileceğinin gösterilmesi gerekiyor.
DEVA ve Gelecek partilerinin seçimlere kendi logoları ile gireceklerini söylemeleri belki de muhafazakârların bu duygusuna bir cevap arayışı içindir. Ama bu adımı, ortak cumhurbaşkanı adayının ve yanında kimlerin hükümette yer alacağının açıklanmasının takip etmesi gerekiyor.
Üçüncüsü, ortak cumhurbaşkanı adayının CHP’den de çıksa bütün milletin adayı olarak tartışmasız herkesi kucaklayacak olduğunun iyice anlatılması lazımdır. Bu konuda en inandırıcı adayın Kemal Kılıçdaroğlu olması beklenir. Çünkü o, ne seküler, ne Sünni, ne Alevi ne gayrimüslim ne de Kürtlere karşı ayırımcılık yapmayacağı artık halk tarafından nispeten anlaşılmış bir lider olarak kabul edilmeye başlanmış gibi görünüyor.
İnsanımız da böyle bir Türkiye’de yaşamak istiyor.