İbrahim Uslu
KILIÇDAROĞLU MUHAFAZAKÂRLARI ENDİŞELENDİRDİ Mİ?
Son günlerde “memurlar” üzerinden şiddetli bir siyasi polemik yaşanıyor. Aslında yaşanan bu tartışmaya sadece “polemik” demek haksızlık olur. Daha doğrusu devlet, bürokrasi, siyaset ve hukuk konularında iki farklı yaklaşım arasında yoğun bir tartışma sürüyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 16 Ekim’de sosyal medyadan paylaştığı bir video mesajda “Erdoğan ve ailesinin kanun dışı emirlerini yerine getiren memurlar” olarak nitelendirdiği kamu görevlilerine yönelik değerlendirmelerinden sonra bu tartışma alevlendi. Kılıçdaroğlu özet olarak memurların kanun dışı işleri emir olarak telakki edemeyeceğini ve 18 Ekim Pazartesi itibariyle iktidarın illegal isteklerine verdikleri desteğin sorumluluğunun kendilerine ait olmaya başlayacağını duyurdu. Daha sonra partisinin grup toplantısında da konuyu tartışmaya devam etti. Sarayın memurları ile devletin memurları arasında ayrım yapan Kılıçdaroğlu, “Mafyatik ilişkiler içine girenler sarayın memurlarıdır. Talimatı oradan veya onların çocuklarının kurduğu vakıflardan alırlar. Devletin memurunun temel güvencesi yasalardır ve millete hizmet etmektir” diyerek, bu iki memur tipinin hangi açıdan birbirinden farklı olduğunu açıkladı.
Sn. Erdoğan ise memurların kanunsuz emirlere itaat etmemesi gerektiği yönündeki açıklamaları “vesayet” çağrısı olarak değerlendirdi: “Bu açıklama CHP zihniyetinin vesayet zihniyeti olduğunun açık bir itirafıdır. Bürokrasiyi özellikle seçilmiş hükümete karşı çıkmaya davet etmek vesayet çağrısından başka bir şey değildir” diyerek bir yandan Kılıçdaroğlu’nu eleştirirken, öte yandan da memurlara yönelik mesajlar verdi.
Bu tartışma aynı zamanda Sn. Erdoğan ile Sn. Kılıçdaroğlu’nun devlet, hukuk ve yönetim anlayışlarının birbirinden ne kadar farklı olduğunu görmemiz açısından da çok yararlı oldu. Ancak bu yazıda söz konusu anlayış farklılığını tartışmayacağız.
Sn. Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları iktidar cenahının sert tepkilerinin yanı sıra, “dost” tarafın da kafasında bazı soru işaretleri ve tedirginlikler yarattı. Yazının bundan sonraki bölümünde takip edebildiğim kadarıyla, akıllara takılan soruları sıralamaya ve kendimce yanıtlarını vermeye çalışacağım:
- Kılıçdaroğlu Memurları Tehdit Etti mi?
“Sarayın memurları”nı tehdit ettiğini kendisi de kabul ediyor zaten. Ancak konuyla ilgili her konuşmasında, siyasi düşüncesinden bağımsız olarak namusuyla çalışan ve yasalara uyan tüm memurlara “başımızın üstünde yeri var” şeklinde hitap ederek, kurunun yanında yaşın yanmayacağının garantisini vermeyi de ihmal etmiyor.
Öte yandan Sn. Erdoğan’ın “vesayet” ifadesi de en az Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları kadar tehdit doluydu. Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu’nun çağrısını “kamu düzenine tehdit” olarak değerlendirdi ve vesayetçilik için “defterini dürdük” ifadesini kullandı. Konuşmasında kanun dışı emir ve yasal emir ayrımından bahsetmeyen Erdoğan, aslında memurlara emirlere itaatsizlik yapamayacaklarını da sert ifadelerle hatırlatmış oldu. - Seçmen Devlet Görevlilerinin Tarafgir Olmasını mı İstiyor?
Siyasal tarihimiz ve çeşitli dönemlerde yapılan araştırmalardan elde edilen bulgular, vatandaşın devlet görevlilerinin tarafgir olmasını yanlış bulduğunu gösteriyor.
Tek parti döneminde devlet memurlarının CHP teşkilatının bir parçası gibi davranması sağcı/muhafazakâr siyasal retoriğin önemli bir unsurudur ve muhafazakâr seçmenlerin CHP ile arasına aşılmaz duvarlar örmesinde önemli rolü vardır.
7 Haziran 2015 Genel Seçimi öncesinde tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti adına seçim kampanyası yapmasının vatandaşların üçte ikisi tarafından olumsuz karşılanması ve yanlış bulunması bu konudaki en çarpıcı veriler arasındadır. Sadece muhalefet seçmenleri değil, AK Parti’ye oy verenler de o dönemde Cumhurbaşkanı’nın tarafsız kalması gerektiğini düşünüyorlardı. Muhtemelen bu nedenle, seçimler 1 Kasım’da tekrarlanırken, Sn. Erdoğan tekrar sahaya çıkmamış ve seçim kampanyasına dahil olmamıştı. - Bu Tartışma Muhafazakâr Seçmenlerin Tedirginliğini Artırır mı?
Bazı araştırma bulguları muhafazakâr seçmenlerin önemli bir kısmının iktidarın değişmesi durumunda çeşitli sorunlarla karşılaşabileceklerine dair tedirgin olduklarını gösteriyor.
Uluslararası araştırmalar, sadece bizim ülkemizdeki değil, popülist iktidarların işbaşında olduğu ülkelerdeki muhafazakâr seçmenlerde de bir değişim endişesi ve “gelecek” kaygısının var olduğunu söylüyor. Karizmatik bir liderin ve güçlü bir iktidarın patrimonyal yönetim tarzına alışan seçmenler, bunun dışında bir siyasi atmosferde yaşamaktan endişe duyuyor.
Ancak öte yandan Trump’tan sonra Bolsonaro, Orban ve Modi gibi popülist liderlerin de seçim kaybetme risklerinin olması, bu kaygının aslında abartıldığı kadar muhafazâkar seçmeni ürkütmediğini bize gösteriyor.
Seçmenlerin davranışını şekillendirecek esas faktör mevcut iktidarın politika ve icraatlarının duyulan bezginlik ile yeni bir yönetimin getireceği bilinmezliklerin tetiklediği tedirginliklerden hangisinin ağır basacağıdır. Vatandaş eğer iyice bezmişse, tedirginlik ve diğer riskleri göze alıyor…