Prof. İsmail Kara’nın, gazeteci Ruşen Çakır’ın “Medyascobe” isimli Youtube kanalında 16 Nisan 2020 tarihinde sözleri şöyle;
“28 Şubat’tan sonra yükselen Kemalist dindarlık anlayışı var. Bu eskiden de vardı ama kendini dışarı vurmazdı. Şimdi dışarı vuruluyor. Türkiye’de bu konuşulmuyor ama sosyal bir hadisedir…”
Ünlü düşünür İbn-i Haldun; devleti doğan, büyüyen ve ölen bir organizmaya benzetir. İnsan yaşamı ile devlet yaşamının benzediğini savunur ve bu durumun da tekerrür ettiğinden bahseder.
Tanık olduğum kısa tarih -hayatım- bana İbn-i Haldun’un bu tezinin ne kadar isabetli olduğunu gösterdi. Kendisini rahmetle anıyorum.
Her insan kendini özel görür. Bir başkasının başına gelen olumsuzlukların kendi başına gelmeyeceğine inanır. Hasta olsa dahi ölümü kendine uzak görür.
İktidarlar da böyledir. Geçmişten ders almak istemez, yöneticilerin hatalarının onlara has olduğunu düşünür. Kendi idaresini farklı ve özel görür. Zaman içinde eleştirdiği duruma düşse dahi yanlışını kabul etmek istemez.
Kemalist dindarlık tanımı bir anlamda tarihin tekerrürü aslında.
Sosyolojik değerlendirmelere ideolojik anlamlar yüklememek gerekliliğini özellikle vurgulayarak; 28 Şubat sonrası yükselen Kemalist dindarlıkla ilgili gözlemlerimi yazmak istiyorum.
Öncelikle, 28 Şubat sürecinde aktif siyasette olduğum notunu düşmek istiyorum ki, yazacaklarım amacından saptırılmasın.
28 Şubat öncesinde siyaset yaptığım Refah Partisi bünyesinde en çok duyduğum eleştirilerden biri şuydu;
“Size özgürlüğünüzü Atatürk verdi, ona ihanet ediyorsunuz. ”
Bunu, başörtülü olduğum ve Refah Partisi’ni desteklediğim için duyuyordum.
28 Şubat sonrası yani bugün, özellikle dindar, muhafazakâr hayat anlayışını benimsemiş insanlar tarafından duyduğum eleştirilerden biri ise şu;
“ Size özgürlüğünüzü Tayyip Erdoğan verdi, ona ihanet ediyorsunuz.”
Bu sözleri ise başörtülü olduğum ve Ak Parti’yi her durum ve şartta desteklemediğim için duyuyorum.
Dün Atatürk’ün ilahlaştırılmasına karşı olanlar bugün benzer duruma düşme durumuna gelmişlerdir.
Ak Parti içinde görev almış ve görüş ayrılığı yaşayan kişilere yönelik “Seni kimin o göreve getirdiğini unutma!” uyarı sözünü ne kadar sık duyduğumuzu hatırlayalım. Hatta son olarak, istifa kararını açıklayan Süleyman Soylu’ya dahi söylendi.
Dünü unutanlar veya hatırlamak istemeyenler bu bakış açısının normal olduğunu düşünecek elbette. “Ne alakası var?” ya da “O ayrı, bu ayrı.” itirazları da olacak.
İnanan insanlar şu soruyu kendilerine sordular mı acaba; “Allah dahi kendini inkâr edenin özgür iradesine - rızkına müdahale etmiyorken, bir insanın görev verdiği kişilerin iradesine ve rızkına müdahale etme hakkı olabilir mi?”
Siyasi liderlerin de bir insan olduğunu, göreve getirdiği kişilerle zaman içinde yollarının ayrılabileceğini ve o hata yapabileceğini kabul etmemenin bir faydası olmayacağı gibi; Vatan, bayrak, din gibi değerlerin bir insanın şahsında kutsallaştırılması toplumda geri dönülemez hasarlar bırakacağına inanıyorum.