Hakan Kulaçoğlu
İstanbul’un İçi Dışı…
Lig fikstürü çekildi, ilk hafta maçları ile derbi tarihleri gibi klasik haberlerin yanında özel bir haber futbol kamuoyuna sunuldu: “Fenerbahçe ilk 8 haftanın 7’sinde İstanbul dışına çıkmayacak.”
Aslında konu henüz bir ay önce İstanbulspor’un play-off finalinde Bandırmaspor’u mağlup etmesiyle açılmıştı. Süper Lig’e yükselen üç takımdan ikisinin İstanbul’dan olmasıyla, ikametgâhı bu metropolde olan süper takım sayısı 8’e yükselmişti. Yani İstanbul takımlarının her birinin 8 maçlık serilerin sadece 1’inde deplâsmana çıkması gibi bir ihtimal zaten doğmuştu. Ancak asıl mesele, İstanbul takımlarının az deplâsmana çıkarak bir avantaj sağlamaları değil, İstanbul’da kaldıklarında maçlarını oynayacak stat bulmakta zorluk çekecek olmalarıydı.
Peki, bu zorluğun yanında kolaylık yaşayan yok mudur? Hiç olmaz mı? Meselâ Yayıncı Kuruluş o kadar mutlu ki. İhalesiz iki yıl daha işine devam ederken, yayın araçlarını, elemanlarını geçen sezona göre daha az İstanbul dışına çıkaracak, yani masrafı azalacak. Zaten dünya futbolunda pek bilinmeyen bir tanım bu “Yayıncı Kuruluş” lafı. Türkiye’de ise asıl anlamı dışında bir büyük gücü, bir ayrıcalığı, bir korunma kollanma durumunu da ifade ediyor. Hele için içine Katar kelimesi girince terim iyice oturaklı hale geliyor, adeta uhrevi bir hal alıyor. Hoş yayın haklarını Katarlılar almasa başkasının pek gücü yetecek gibi değil. Çünkü ligimiz, kulüplerimizin büyük borçları nedeniyle oynanan futbolun çok üzerinde bir değere pazarlanmak zorunda. Ha derseniz ki, bu kulüplere büyük para verince daha pahalı transferler yapıp daha büyük borçlar üretiyorlar… Evet, çok haklısınız, derim. Sonra devam edip federasyonun kulüplerin harcama limitlerindeki sapmayı %15’ten %40’a çıkarmasını sorgularsanız… Alın işte bir kez daha haklısınız, derim. Elbette bu durumları federasyonun ve kulüp yöneticilerinin iş bilirliği ile açıklayanlar da mevcut. Üstelik sayıları da az değil. Her iki görüşe sahip olanların birleştikleri yegâne eleştiri ise belki de ligdeki takım sayısının 19 olması, bu nedenle de her takımın bir haftayı pas geçme durumu. Avrupa’daki hiçbir üst düzey ligde göremeyeceğimiz bir hadise bu aksak lig maratonu. Son derece sevimsiz, en kibar tabiriyle bir iş bilmezlik nişanesi. Ama olsun, yeni federasyonumuz hakem atamalarını yapay zekâyla yapacak ya, bu bize yeter.
Dönelim yine İstanbul’a. Bu kadim kent, İzmir ve Trabzon ile birlikte Türk futbolunun üç öncüsünden biri, tam anlamıyla da en önde geleni. Lig tarihinde bazı sezonlarda çok sayıda İstanbul takımı olduğunu yaşı yeten kıdemli futbolseverlerle, biraz araştırma yapan gençler gayet iyi biliyorlar. 1961-62’de 10, iki grup halinde 22 takımla oynanan 1962-63 sezonunda ise tam 11 İstanbullu mücadele etmiş. O zaman da şimdi de ligdeki İstanbul takımı sayısını ülkenin sosyo-ekonomik yapısının dolaylı bir yansıması olarak kabul etmek mümkün. Para ve sanayi İstanbul’da oldukça bu yapının değişmesi zor. Diğer yandan, ekonomik ve endüstriyel göstergeleri gayet olumlu olan İzmir, Bursa, İzmit; Eskişehir ve hatta Mersin gibi kentlerin ligde temsil edilmemeleri İstanbul’un değil kendilerinin hatası herhalde. Bu sene Süper Lig’den iki İzmir takımı düşerken Bursaspor, Kocaelispor ve Eskişehirspor da bir alt kademeye indiler. Üzücü ve ibretlik.
Bana sorarsanız, ligde çok sayıda İstanbul takımı olması sorun değil durumdur. Ayrıca, İstanbul’un üç büyük kulübünün diğer sekiz takım ile yapacakları maçlarda sağlayacakları seyirci avantajı on yıllardır bu metropole göç vermiş Trabzon, Giresun, Sivas, Adana ve Kayseri gibi şehirlerin takımları için de söz konusudur. Asıl tuhaflık, ligin neredeyse yarısının değil, bizatihi Türkiye Futbol Federasyonu’nun cumhuriyetin başkenti Ankara yerine İstanbul’da olması ve kimsenin buna itiraz etmemesidir. Kuzunun kurda emanet edilmesi anlamına gelen bu değişikliğin yıllar önce sessiz sedasız yapılması ve aradan geçen bunca yılda hiç tartışma konusu olmaması kimseye tuhaf gelmemektedir. Türkiye Futbol Federasyonu, paranın, sanayinin, ticaretin olduğu yerde değil, tüm resmi kurumların merkezleri gibi, Cumhuriyetin meclisinin ve hükümetinin konuşlandığı yerde olmalıdır. Yoksa Süper Lig’de hakkıyla yer alan her İstanbul kulübü başımızın tacıdır, bu onuru yaşamak adresine bakılmaksızın her kulübün hakkıdır. O hak kavramıdır ki, bir ülkeyi, bir toplumu ayakta tutar. Herkesin hak ettiğinin tam karşılığını aldığı, kimsenin kimseye yatmadığı, şikenin ve teşvikin olmadığı, VAR sisteminin objektif ve şeffaf bir şekilde uygulandığı bir lig, federasyonun ve diğer yetkili mercilerin futbolseverlere borcudur. Niceliğe değil niteliğe odaklanacağımız, mutlak adaletin sağlandığı bir lig maratonu diliyorum.