Kubilay Kaptan
İdare ve Afet Yönetimi
Ülkemizde karar alma ve kararları uygulama açısından devlet organlarının yukarıdan aşağıya doğru gelişen hiyerarşik ve merkeziyetçi bir yapıya sahip olması, yerel yönetimlerin ve halkın afet yönetim sistemine etkin bir şekilde katılımının önünde büyük bir engel oluşturmaktadır. Afet yönetiminin en önemli evreleri olarak kabul edilen afet yönetimi aşamalarından risk azaltma ve müdahale aşamalarında, yerel yönetimlere yeteri kadar görev ve sorumluluk verilmemektedir. Bu zamana kadar yaşanılan tecrübelere rağmen; afet yönetiminin her aşamasında, ama özellikle de risk azaltma ve müdahale aşamalarında merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında aktif işbirliğinin ve eş güdümün sağlanması noktasında çok fazla eksiklikler bulunmaktadır.
Ülkemizde meydana gelen afetlerde bugüne kadar yapılan çalışmaların çoğunun afet sonrası müdahale aşamasına ilişkin olduğu görülse de, aslında afet yönetimi insanları enkaz altından çıkarmak, sel sularını tahliye etmek ya da yangınları söndürmek gibi afet sonrası çalışmaların yapılması anlamına gelmemektedir.
Her ne kadar risk azaltma noktasında kentsel dönüşüm uygulamaları önemli bir yere sahip olsa da, ülkemiz yapı stokunun kısa süre içerisinde afetlere özellikle de depreme dayanıklı hale getirilmesinin zorluğu ve afetlerin önlenemeyişi, afet sonrası müdahale aşamasındaki çalışmaları ifade eden kriz yönetiminin etkinleştirilmesi, çok daha planlı, organize ve rasyonel bir şekilde yürütülmesini gerektirmektedir.
Ülkemizde afet ve afet yönetimi örgütlenmesine ilişkin yasal düzenlemeler, meydana gelen her doğa olayından sonra, o olaya ilişkin özel bir kanunun çıkarılmasıyla gelişmiş ve bu sebepledir ki zaman içerisinde dağınık ve çeşitli kuruluşlar eliyle yürütülmeye çalışılan karmaşık bir yapı oluşmuştur.
İdarenin afetler meydana gelmeden önceki, afet öncesi görevlerini kapsayan risk yönetiminde, afet nedeniyle gerçekleşmesi muhtemel zararların azaltılması amacıyla, afet meydana gelmeden önce yeterli ve gerekli önlemlerin alınması, afetle mücadeleye ilişkin gerekli yasal ve kurumsal düzenlemelerin yapılması önem arz etmektedir. Şiddetli yağışların sel, heyelan ya da çığ gibi afetlere dönüşmesini engellemek, özellikle deprem kuşağında yer alan ülkemizde depremler nedeniyle can ve mal kayıplarının azaltılmasını sağlamak amacıyla, tüm afet risklerine karşı önceden alınacak önlemlerin odak noktasını oluşturan imar uygulamaları ve yapı denetimine gereken önem verilmelidir. Bu noktada imar planlarının uygulayıcısı konumunda olan yerel yönetimlere çok önemli görevler düşmektedir. İdare, bu görev ve yetkiler kapsamında, Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkını korumakla, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermemekle yükümlüdür.
İdarenin afetler meydana geldikten sonra, yani afet sırası ve sonrasındaki görevlerini içine alan kriz yönetimi aşamasında, afet olayının gerçekleşmesinin ardından ilk olarak arama-kurtarma çalışmalarının, ardından hayatın olağan akışına dönmesini sağlamak amacıyla hasar tespit çalışmalarının yapılması gerekmektedir. Bu aşamada idarenin arama ve kurtarma çalışmalarını gerektiği gibi yerine getirmemesi nedeniyle sorumluluğu söz konusu olmaktadır. Afetler sonucu açılan tazminat davalarında, sorumluluğun sadece idareye değil, can ve mal kayıplarına neden olan gerçek kişilere yani müteahhitlere karşı da açılabilmesi mümkündür. Ancak gerçek kişiye karşı da açılabilen özellikle depreme ilişkin tazminat davalarında, Danıştay, tazminata konu edilen binanın yer aldığı alanın büyük oranda deprem riski taşıdığı önceden biliniyor, bu alanda meydana gelecek bir depremde ortaya çıkabilecek muhtemel zararların öngörülebilmesine imkan vermeye yarayan bilgiler ve belgeler de bulunuyorsa, depremin yol açacağı olumsuz sonuçların gerçekleşmesine engel olmak ya da azaltılması amacıyla alınması gereken yasal önlemleri almayarak, kontrol ve denetim görevini gereği gibi yapmayan ve bu nedenle de depremin olumsuz sonuçlarının çoğalmasına yol açan idarenin, bu davranışıyla hizmet kusuru olarak kabul edilebilecek idari eyleminin söz konusu olduğuna ve bu eylemi dolayısıyla sorumlu olduğuna hükmetmektedir.
Afetler, idarenin faaliyetleri dışında gerçekleşen olaylar olduğu için beklenmeyen hal değil mücbir sebep oluştururlar. Ancak idari yargı yetkililerince, afetler artık doğrudan mücbir sebep olarak değerlendirilmemekte ve çoğunlukla idarenin sorumlu olmadığı yönünde karar verilmektedir. İdari yargı yerlerince somut olayda, daha önce bölgede meydana gelmiş afetlerin varlığı, ne tür afetlerin sık yaşandığı, bölgenin arazi yapısı ve hangi afetler açısından riskli olduğu gibi incelemeler yapılarak, idarenin sorumlu olup olmadığına karar verilmektedir. Gerçekten de, özellikle Doğu Anadolu, Ege ya da Marmara Bölgesinde geçmiş yıllarda meydana gelen depremler, Karadeniz Bölgesinin coğrafi yapısı itibariyle sık sık yaşanan heyelan ve sel felaketleri dikkate alındığında, bu bölgelerde meydana gelebilecek aynı tür tekrarlanan afetler sonrası meydana gelen can ve mal kayıplarının idarece önceden alınacak önlemlerle önüne geçilmesi mümkündür. Bu durumda, somut olayda idarenin öngörülemez ve önlenemezlik savunmasının dinlenmesi söz konusu olmamalıdır. Zira, afetler her ne kadar idarenin faaliyetleri dışında gerçekleşse de, afetlerin olma ihtimalinin yüksek olduğu bölgelerde idarenin afetlere karşı her zaman hazırlıklı olması ve bu yönde bir politika izlemesi gerekmektedir.