Kubilay Kaptan
İç Edilen Toplum
1995 yılında Arjantin basını, devlete ait Banco Nacion’un bazı yöneticilerinin IBM’den normal fiyatından 120 milyon daha fazla değer biçilen bir anlaşmanın imzalanması karşılığında 87 milyon dolar aldıklarını açıkladı. Üç yıl sonra, devlet bankasının yöneticileri bu paraları aldıklarını ve İsviçre bankalarına yatırdıklarını kabul ettiler, ama “rüşvet” kelimesinden ya da daha popüler ifadesi olan “iç etmeden” kaçınacak kadar zevk sahibiydiler.
Biri “ikramiye” kelimesini kullandı, diğeri bunun bir “nezaket” olduğunu söyledi. En inceleri IBM’in mutluluğunun bir göstergesi olarak parayı aldığını açıkladı.
Daha iyi bir değer vermek için hiçbir şeyin değerinin olmaması en iyisidir. İyi iletişim, yani günümüzde iyi bir toplumu oluşturan şey, içeriğin yok olmasından geçer. Toplum teriminin bile anlamı kalmadı artık; çünkü var olan tek toplumsallık toplumsal edinim sonucunda ortaya çıkan şey oldu.
Bizde de benzer bir süreç, çok daha ağır bir biçimde yaşandı. Herkes, sadece özel yaşamında değil, aynı zamanda toplumsal ve mesleki pratiğinde de hizmet almaya ya da hizmet vermeye yönlendirildi; herkes az ya da çok diğerinin hizmetçisi oldu. Bürokratik toplumdaki insan ilişkilerinin bu toplumsal oyunu Swift’in uşaklarının yırtıcı ikiyüzlülüğünden farklıdır. Bu var olmayan bir karışıklığın devasa bir “simülasyon modeli”dir. Bu artık yalan değil, işlevsel taklittir. Herkesle herkes arasındaki nesnel düşmanlık ve mesafe ilişkisini yatıştırmayı amaçlayan hayranlık verici bir göz boyamadır. Bu süreç boyunca “hizmet alanların efendi ve değerli, hizmet verenlerin uşak ve değersiz olduğu”, defalarca siyasi ve bürokratik ağızlardan tekrar edildi.
Bir rektör yardımcısı “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor, ben her zaman cahil halka güvendim” diyebildi ve bunun karşılığında ödüllendirildi. Trabzon’un Of İlçesi’nde belediye başkan vekili, afet ve acil durumlarla ilgili eğitim veren müftülük çalışanının konuşmasını keserek, “Sen kimsin de bize vaaz veriyorsun? Bu kadın nereden çıktı? Bu ne iş? Erkekler kadınlardan vaaz mı alırmış? Bizim kadınlardan alacağımız eğitime ihtiyacımız yok” dedi. TV’de bir programa katılan eski bakan, “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet gitmiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” diye konuştu. Dönemin başbakanı “Değerlerine önem veren anne, baba kızının birilerinin kucağına oturmasını ister mi?” diye sordu. Ankara Büyükşehir eski belediye başkanı, kürtajın yasaklanmasıyla ilgili tartışmalar sırasında, “Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor. Anası kendisini öldürsün” dedi. Bir kısım vekiller, “Müfredata ‘adap’ dersi konulsun” diye başvuruda bulundu. Dönemin başbakanı “Bizim yaptıklarımızı monşer eskileri anlayamadı. Monşer geldiler, monşer gidiyorlar” dedi.
Daha 2003’te, dönemin sağlık bakanı “Hekimler hastaların cebinden elini çeksin” sözlerinin ardından, dönemin başbakanı, “Hekimlerin iğne yapmaktan aciz olduklarını, damar bile bulamadıklarını” söyledi. 19 yıl sonra 2022’de dönemin cumhurbaşkanı “Son zamanlarda bir şey daha çıktı, hastanelerde şöyle, böyle oluyor diye. Bakın hatalarımız olabilir. Bu devasa şehir hastanelerini yapanlar kim? Varsın gidiyorlarsa gitsinler. Bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı buralarda istihdam ederiz, buralarda onlarla devam ederiz. Gerekirse yurtdışından ülkemize dönmek isteyenleri süratle davet ederiz. Buralar boş kalmaz, merak etmeyin” dedi.
O kadar çok örnek var ki, yazılacak. Ancak sonuçta her birisi aynı değerde; tamamen değersiz ama cahile hitap ediyor. Cahil, sığ kişi “doktor, öğretmen, hâkim benim emrimdedir” diyor, “kadınlar da benim malımdır” diye devam ediyor.
Televizyonlarda içi boş ve yalan dolu dizileri, haberleri izlemekten beyni uyuşan, rol model olması gereken siyasilerin ve yöneticilerin sığlığa prim veren, okumuşu yerin dibine batıran sözlerini duydukça cesaretlenen bu güruh, doktor da avukat da kadın da öldürür ve hiç kimse ama hiç kimse bu şiddettin, bu iç edilen ve çürüyen toplumun dışında kalamaz.