Murat Özçelik
HDP ve demokrasi
Geçtiğimiz haftaki yazımda AKP iktidarının PKK’nın İmralı ve Kandil ayakları ile müzakereler yoluyla yürüttüğü “çözüm süreci”ne atıfla, felaketle sonuçlanan o sürecin neden yanlış olduğunu ve neden yürümediğini kısaca anlatmış ve bulunduğumuz tarihi dönemeçte, “Dolmabahçe mutabakatı”nın ısıtılıp Öcalan üzerinden PKK ile yeniden müzakereye oturulmasına ilişkin endişemi dile getirmiştim. Bugünlerde Ankara kulislerinde AKP’nin Kürtlerin oyunu alabilmek için yeniden müzakerelere başlama işaretleri verdiği konuşuluyor.
6’lı ittifaka ise birkaç kez seslenmiş ve Kürt meselesinin çözümü için Kürtlerin meşru temsilcisi ve en büyük partisi olarak HDP’yi de Türkiye’nin yarınlarının mimarisini kurmaya odaklandıkları demokratik reform çalışmalarına imale etmelerinin önemine değinmiştim.
HDP’nin 6’lı ittifak görüşmelerine çağrılmamaktan ötürü duyduğu rahatsızlık şüphesiz anlaşılabilir bir rahatsızlıktır. Zira hem “öyle bir Türkiye yaratacağız ki eski huzursuzluklar kalmayacak, eskilerden dersimizi çıkardık yepyeni bir demokratik Cumhuriyetimiz olacak” diyeceksiniz, hem de Kürt vatandaşlarımızın en büyük temsilcisi olan bir partiyi sırf eski dönemden kalma önyargılarınız nedeniyle aranıza alıp dinleyip tartışmaktan alıkoyacaksınız. Bizatihi bu durum, Türk, Kürt fark etmez hepimiz için bir hayal kırıklığıdır. O zaman siz eskinin önemli bir probleminden dersinizi pek almamışsınız demektir.
İşin bu tarafını anladık ve Kürtlere hak verdik. Ama şimdi bir de öteki tarafa bakalım.
PKK ile hem İmralı hem Kandil’le yürütülen ve HDP’nin postacı mesabesine düşürüldüğü “çözüm süreci”nin sonunda başlarına ne geldiğini Kürtler de iyi hatırlıyorlar tabii ki. Sürecin muhatabı ve hedeflerine dair yanlışlarına rağmen AKP bu işi çözmeliyiz diye işe soyunduğunda, bu sorunu PKK ile çözüp güneydoğunun bütün oylarını da kendisinin alacağını varsayıyordu. Sorunu çözmek için epey uğraştılar. Nitekim AKP Kürtler lehine birçok demokratik adım attı. Bugün muhafazakar Kürtlerin AKP’yi desteklemesinin ardında bu gerçek yatar. Çözememe nedenleri ise yanlış strateji ve yanlış muhataptan kaynaklandı. İngilizlerin IRA ile nasıl bir süreç yürüttüklerine bakıp aynı şekilde PKK ile sonuca varacakları hayaline saplandılar. Önlerine koymaları gereken amaç, bu sorunu Kürtlerin haklarının verilmesi yolunda siyaset içinde çözmek olmalıydı. Oysa herhangi bir ihtilafların çözümü sürecinde hemen en son merhalede ele alınabilen silahların bırakılması hedefini seçimlerden önceki vaatlerle elde edebileceklerini sandılar. Tabii ki çok yanıldılar. HDP’yi, PKK baskısı altında olsa dahi ön plana çıkarıp Meclis’te birçok sorunu AKP’nin de desteği ile HDP ile çözümleyebilecekleri gerçeğini ıskaladılar.
AKP’nin derdi demokrasi olmadığı için demokrasi içinde HDP ile siyasi çözüm istemediler. Öcalan kendi ellerinde olduğundan onun kulağını büküp Kandil’e rağmen işi bağlayabileceklerine inandılar. Eğer PKK’yı odağa koymak yerine HDP’yi merkeze alıp Kürtlerin bu vatanda eşit vatandaşlar olarak haklarını alabilmeleri için PKK’yı HDP’ye destek olmak zorunda bırakacak bir strateji uygulanabilseydi bugün bu sorun yüzde 90 çözümlenmiş olurdu. Ama olmadı. Cumhurbaşkanı da güneydoğuda istediği oranda Kürtlerin oyunu alamadı.
Bugün ise hem Türkler hem Kürtler bakımından olmazsa olmaz koşul bu sorunun demokratikleşme yoluyla Meclis’te çözümlenmesi olmalıdır. Bu konuda Kürtlere öncülük yapan isim Selahattin Demirtaş olduğu içindir ki “seni Başkan yaptırmayacağız” dedi diye şu anda içeride. Kürtlerin ve aynı zamanda Türklerin de önemli bir kesiminin onun HDP’yi demokrasi içinde çözümün odağı haline getirdiğini fark ettikleri içindir ki Cumhurbaşkanı, Demirtaş’ın Öcalan’a hesap vermesi gerektiğini söylüyor. Yani Demirtaş’ı önemsiz kılıp yine Öcalan’ı aktör yapma hevesinde anlaşılan. Oysa HDP ile Mecliste çözüm ararken gerektiği zamanlarda MİT üzerinden PKK ile görüşmenin her zaman mümkün olduğunu herkes biliyor. Ortadoğu’daki gelişmeler PKK’ya dönük başka tür bir mücadeleyi de mümkün kılıyor.
Bu noktada aklı selim sahibi Kürtlere çok önemli bir görev düşüyor. Eğer bizlerle beraber bu vatanda demokrasinin nemalarından tam olarak faydalanarak yaşamak istiyorlar ve tarihin doğru tarafında yer almak istiyorlarsa, bu defa da Cumhurbaşkanının vaatlerini gerçekleştirmesinin mümkün olamayacağını bilmeleri gerekiyor. Cumhurbaşkanı “ben zamanında sizin için şunu şunu yaptım, yine bu meseleyi ancak ben çözerim” dese bile bunun seçimle ilgili bir hamle olmaktan öte bir anlamı olmayacağını iyi anlamaları lazım.
Şu anda hepimiz bu otokrasi girdabından kurtulabilmek için uğraşıyoruz. HDP, biz nasıl olsa “kingmaker”ız, bize mecburlar onun için kendi gücümüzü gösterelim diye, bu durumu sadece kendi dar anlamdaki çıkarlarını kollamaya yönelir ve Türk-Kürt hepimizin demokrasi içinde refaha kavuşmamız hedefinden uzaklaşırsa, o zaman bu millet HDP’yi bir daha hiç affetmeyecektir. Kürtlerin “kingmaker” olması ancak Türkiye’de demokrasi vs otokrasi mücadelesi haline dönen önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, muhalefetle beraber demokrasi için çalışmaya devam ettikleri ölçüde bir anlam taşıyacaktır. İşte o zaman Türkiye’nin hepimizin vatanı olduğunu kanıtlayacağız ve çağdaş bir ülkede birlikte yaşama ülküsünü gerçekleştirebileceğiz.