İbrahim Turhan
Gerçek Bakanlığı
George Orwell’in ünlü distopik romanı “1984”ü okuduğumda her şeyi partinin ideolojisine ve resmi görüşüne göre belirleyip kurgulayan ve topluma bu şekilde aktaran kurumu açıkçası biraz abartılı bulmuştum. 2016’da bir yandan Brexit referandumu diğer yandan ABD başkanlık seçimleri sebebiyle oluşan siyasal havada bir anda popüler kullanımı yaygınlaşan post-truth kavramı, Oxford sözlüğüne yılın sözcüğü olarak girince Orwell’in öngörü yeteneğine bir kere daha saygı duydum.
Gerçeği olduğundan farklı yansıtmak, kamuoyunu olgulara ve nesnel gerçeklere göre değil duyguların kişisel kanaatlerin ve inançların belirlediği tercihlere göre şekillendirmek pazarlamadan siyasete kadar geniş bir alanda etkili biçimde kullanılıyor. Gerçeği istendiği gibi yoğurup şekillendirmede başarıyı artıran belli etkenler de var. Örneğin gerçekliğin bir parçasını veya doğru bir veriyi alıp bunu kurgunuzun içine yerleştirirseniz vermek istediğiniz mesajın muhataplarınız tarafından kabul edilmesi kolaylaşıyor. Bu yola başvuranlar, kullandıkları gerçeklik kırıntısının bağlamından çok uzaklaşmış olmasının, analitik düşünme ve sorgulama olanakları/alışkanlıkları sınırlı olan insanları çok da rahatsız etmeyeceğine güvenirler. Hele de kitlesel iletişim ve kamuoyu oluşturma araçları ellerinde olunca gerçeklik kılıfına sarılmış bu mesaj, sayısız tekrarlarla toplumsal hafızaya işlenir ve doğruluğu sorgulanmayan bir aksiyoma dönüşüverir.
Yakın zamanda bu durumun ekonomik verilerle ilgili birkaç örneğine tanık olduk. İlki Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak’ın, ekonomik güven endeksindeki artışa ilişkin açıklamasıydı. Birinci grafiğin sol kısmında gördüğünüz şekil eşliğinde ekonomide toparlanmanın çok iyi gittiği en yetkili ağızdan açıklandı. Sevindirici bir durum, değil mi?
Gerçekten de veri, tüketici ve üreticilerin genel ekonomik duruma ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini özetleyen endekste belirgin bir artış olduğunu kuşkuya yer bırakmayacak biçimde ortaya koyuyordu. O zaman, ekonomi yönetimine haklı bir övünme olanağı sağlayan bu tabloda yanlış olan neydi?
TUİK tarafından açıklanan haber bültenini sonuna kadar okuyabilen ve alttaki küçük yazılara göz atabilenler şu ifadeyi göreceklerdi; “Ekonomik güven endeksinin 100’den büyük olması genel ekonomik duruma ilişkin iyimserliği, 100’den küçük olması ise genel ekonomik duruma ilişkin kötümserliği göstermektedir.” Bir başka deyişle tıpkı satın alma yöneticileri endeksi gibi bu endekste de 100 eşik değer olarak kabul ediliyordu ve endeks bu eşik değerin altında kalmayı sürdürdüğü müddetçe aslında bu, geleceğe ilişkin beklentilerin bir önceki döneme göre bozulmayı sürdürdüğü anlamı taşıyordu. Haydi, fizik diliyle söyleyelim; ekonomi kötüleşmeye devam ediyor ancak kötüye doğru gidiş (aslında ivmesi demem gerekir) yavaşlıyordu. Yani gerçek durum sağ taraftaki gibiydi. Ama birinci türev ile ikinci türev farkını kim düşünecek? Yaz gitsin, nasıl olsa inanacak çıkar.
İkinci örnek milli gelir rakamının açıklamasında yaşandı. Bakan Albayrak’a göre kötümser tahminlerin aksine büyümemiz dünya ülkelerine kıyasla iyi bir sonuç vermişti. Oysa dünya karşılaştırmasında kullandığımız Türkiye ile ilgili verinin (yüzde -9,9) hesaplama yöntemiyle karşılaştırmayı yaptığımız ülkelerde kullanılan yöntem farklıydı. TUİK açıklamasında geçen ve Bakanın kullandığı yüzde 9,9 daralma bir önceki yılın aynı dönemine göre değişimi gösteriyordu. Oysa mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış olarak ekonomi, bir önceki çeyreğe göre yüzde 11,0 küçülmüştü. Yine ikinci grafiğin sol kısmına göz atarsanız Türkiye’deki daralmanın OECD ortalamasından daha fazla olduğunu, yani Bakanın post-truth bir açıklama yaptığını görürsünüz. Yoksa Hazine Bakanlığı Gerçek Bakanlığına mı öykünmüş?
Son örneğimiz Türkiye ekonomisinin dünyadaki yeriyle ilgili. Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın yaptığı “Türkiye, bugün satın alma gücü paritesine göre dünyanın en büyük 13. ekonomisidir” açıklaması bazı basın organlarında “satın alma gücü paritesi” kaydı olmadan “Türkiye dünyanın en büyük 13’üncü ekonomisi” başlığıyla verildi. Burada açıklamanın özgün halinde herhangi bir yanlışlık olmadığını vurgulayalım.
Yanlışlık seçilen verinin kullanıldığı ve basına yansıtıldığı bağlamla ilgili. Satın alma gücü paritesine (SAGP) göre milli geliri düzeltme, daha çok kişi başına veriyle yapıldığı zaman anlam taşır. Temel mantığı uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan ABD dolarının satın alma gücünün ülkeden ülkeye değişiklik göstermesidir. ABD’de bir dolarla alabileceğiniz mal miktarı ile Türkiye’de 7 lira 33 kuruşun satın alma gücü aynı olmadığı için Türkiye’de 7 lira 33 kuruşa alabileceğiniz miktarda malı ABD’de satın almak için kaç dolar gerekiyorsa kurun bu varsayıma göre düzeltilmesi esasına dayanır.
Konuyu çok bilinen ve kullanılan (dünya genelinde standart bir ürün olduğundan) Big Mac endeksi örneğiyle açıklayalım. Türkiye’de Big Mac hamburger fiyatı 16,99 TL, ABD’de ise 5,99 dolar. Ekonomide sadece hamburger üretilip tüketilseydi, Türkiye’deki 17 bin liralık gelirle ABD’deki 6 bin dolarlık gelirin satın alma güçleri eşit olacaktı. Buna göre ise kurun 7,33 değil 2,84 olması gerekecekti. Bir başka deyişle Türkiye’de kazanılan gelirin ABD’deki satın alma gücü paritesi denkliğini hesaplamak için TL cinsinden geliri 7,33’e değil 2,84’e bölmek gerekecekti.
Oysa ne yazık ki gerçek yaşam bu kadar basit, ekonomi de özdeş değil. Gelirimizin yüzde 30-35 kadarıyla ithalat yapıyoruz ve –yine yukarıdaki örnekten devam edersek- Big Mac ithal edeceğimiz zaman Türkiye’deki satın alma gücü denkliği değil ABD’deki fiyat esas alınıyor. Dolayısıyla yurt içinde bireysel refah ile ilgili karşılaştırma yaparken kullanışlı olabilen SAGP yöntemi, sıra gayri safi yurt içi hasıla büyüklüğüne göre sıralama yapmaya gelince pek bir anlam taşımıyor. Üstelik bu yöntemin bir başka zaafı daha var. Türkiye gibi enflasyonun yüksek olduğu ve kurum çeşitli nedenlerle geriden geldiği dönemlerde anlamsız sonuçlar verebiliyor. Yani dünyanın geri kalanına göre yüksek enflasyonu refah olarak ölçme gibi bir sıkıntısı var. Bu yüzden de Türkiye enflasyonun ivmelendiği son yıllarda SAGP göre yapılan milli gelir hesaplamalarında gerçekten de 13’üncülüğe çıktı. Tam zamanını da söyleyelim; enflasyonun kontrolden çıktığı 2016 sonunda…
Ne yazık ki SAGP göre GSYİH’yı doğru şekilde kişi başına düşen gelir yöntemiyle hesapladığımızda dünyada 54’üncü sıradayız. Bu performans cari kurdan hesaplanan 70’inciliğe göre daha iyi ama sadece o kadar, en müreffeh ülkeler arasına sokmaya yetmiyor. Toplam milli gelir sıralamasında yerimizi merak ediyorsanız, son 20 yıldır aşağı yukarı bugünkü sıramızdayız.
Sözü Yevgeni Yevtuşenko’nun ünlü dizeleriyle bağlayalım:
Gençlere yalan söylemek yanlıştır.
Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.