İskender Özturanlı
Ekonomide Sonsuz Büyüme Yanılsaması ve Barınma Hakkı
İki temel iddiada bulunacağım ve bu iddiaları temellendirmek adına bundan sonraki yazılarımda geliştirmeyi hem yazıda hem sahadaki sonuçlarıyla sürdüreceğim.
Birincisi piyasalara sürülen bol ve genleşmiş para ya da imal edilen para, türev ve diğer ürünlerle kontratlarla, her çevriminde giderek değerleri artan, her şeyin bazen ve zaman zaman aynı anda değerini şişiren bir dünya yarattı. Menkul kıymet piyasalarından bonolara, gayrimenkul spekülasyonlarından altına, bitcoin ve benzeri ürünlerden alınıp satılabilir her şeyi suni ve sonsuz katlayan bu dünyada bütün devri daimin dünyayı büyüttüğü verili bir gerçektir belki ama bu büyümenin ya da büyümeye tapınmanın eşitsizliğe, dünyanın, çevrenin insanlığa ait değerlerin ekolojik tahribatına, daha çok insanın yoksulluğuna rağmen yapıldığı ve onun en büyük nedenlerinden birisi olduğu da şimdilerde fark edilen başat ve derin bir hakikattir.
Bu devri daim olmazsa dünya dönmez yanılsamasına cevap yoktur, neden öyledir çünkü öyledir? Öyle olduğu için nedeni de budur. Bu bir fasit dairedir, bu sistemin dışına çıkılıp nasıl alternatif üretilir diyenleri hemen “istikrarı bozup kaos getirecek” diye suçlarlar ve o gün kârı-kazancı adına sistemin kendisini düzeltmenin mümkün olmadığını savunurlar. Kendi kendilerine üretilmiş, bu tatlı pembe tabloyu sürdürürler.
Büyüme rakamları ve onların algoritmasından yaratılan hale tamamen bir illüzyondur, mistifikasyondur, metafiziktir.
Bu tatlı ve pembe düzen sürsün diye geri kalan her yerin karartıldığı bir farstır, abartılı bir oyundur.
Piyasa ekonomistleri günlük inip çıkmaları, anlık dalgalanmaları temel bir veri setine bağlayarak yorumlarlar. Hatta giderek verilerdeki gerçeklikler kadar verilerin getirdiği yanılsamalar, beklentiler, umut ya da düş kırıklıkları gerçek duyguların yerine geçer, hayatın yaşandığı hakikat yerine hakikati temsil ettiğini iddia eden bir sayılar bileşkesi, hâkim söylem tarafından belirlenen bir kümeler toplamı hayatın itici gücü veya engelleyici etkeni haline gelir.
Bu hesaplamaların doğru ve ileri tekniklerle yapılan, gelişmiş uzmanlıklar gerektiren sofistike risk analizleri, algoritmaları ile mükemmel çalışan düzenekler olması, iyi yetişmiş onlarca insanın ürettiği, büyük emeklere dayanması bütün bu yapının asla sorgulanmaması anlamına gelmiyor ne yazık ki…
Yapı, sistemin eşitsizliğini yeniden üretiyorsa, günlük kazançların, bol ve gevşek paraların hatta üretilmiş paraların ya da temsili paraların yarattığı bolluk ve genleşme, kendi içinde bir büyüme, enflasyon hikayesi yazıyor ve bütün tahminler ve beklentiler adı altında hayali bir kriterin eşliği içinde, piyasaların dengesi ve istikrarı denen kavramın büyüleyici mistifikasyonu altında her şeyin ona göre belirlendiği, bir töz, bir temel gerçeklik olarak sunuluyorsa bu yapının sorgulanmasının vakti gelmiş demektir.
Her şeyin büyümeye endeksli olduğu bir toplumsal düzen ve onların getirdiği bir finansal genleşme ekolojik tahribatı da artırır, insanın barınma hakkını da yok eder, kiralar ve gayrimenkul fiyatları sonsuza kadar artar, bu fiyatlar üzerinden yapılan ticaret de zaten hem devlet kalemine hem de piyasalar kaleminde, aylık ya da dönemsel büyüme diye artı hanesine yazıldıkça, spekülatörler de emlak cambazları da, devletin de buna çanak tuttuğu ve göz yumduğu bir düzen kurarlar. Üniversiteler açık kalacak diye boş evlere fahiş fiyatlar çekerek kiraya verip gençleri, öğrencileri mağdur etmek kimin umurunda olabilir ki…
Mesele ekonominin canlanması mitini ısıtmak değil midir? Bu canlanma büyüme rakamları ile tescil edildiğinde ve bu büyümenin üzerine kurulan finansal spekülasyonlarla kutsandığında, speküle edildiğinde, bunun suyunun suyu küçük yatırımcıya ve sade vatandaşa birazcık akacak diye, bütün varlık fiyatlarını verebilmek, ödeyebilmek onlar için artık imkansız hale gelmeyecek mi?
Ekonomik büyüme ve eşitsiz hasıla çoğunluğun ev alamadığı, kira ödeyemediği, otomobil alamadığı, tatile bile gidemediği bir düzen yarattı, yaratıyor.
Dolayısıyla, ikinci iddiam da şu: Büyüme mitine koşulsuz iman sorgulanmadıkça ne kiralar düşer, ne de varlık fiyatları, ne refah ne toplumsal mutluluk bunların hepsi neo-liberal büyüme iddiası altında ikincil şeyler olarak sıradanlaşırlar. Jason Hickel bu konularda önemli çalışmalar üretti, sözü ona bırakmak istiyorum:
”GSYH başlangıçta bir savaş zamanı ölçüsü olarak geliştirilmişti. Mevcut GSYH ölçümüne ilham veren milli gelir hesaplarını geliştiren iktisatçı Simon Kuznets, bunu başlıca ölçüm olarak kullanmak konusunda ABD kongresini uyarmıştı.
Bu nedenle, yukarıda tanımlanan milli gelir ölçümünden [halkın] refahı, hemen hiç çıkarılamayabilir.”
Yani, bu ölçütten sosyal ilerleme ya da insan refahına ilişkin bir sonuç türetilemez. Öyleyse neden kullanmaya devam ediyoruz?
Öyle olduğu için kullanıyoruz, kullandığımız için de öyle oluyor.
Bu kullanımın ideolojik bir saplantı haline gelmesi eşitsizliği, geniş kesimlerin yoksullaşmasını ve giderek köleleşmesini sağlayacak, insan toplumlarının kalkınmasını, mutluluğunu, refahını ve adaletini getirmeyecek, siyaseti bir kör dövüşüne çevirecek olsa da.
O halde neden?