Haldun Solmaztürk
“Egemenlik Şeriat’ındır. Şer’i hükümler dışında egemenlik ihdas edilemez”
Geçtiğimiz ay, pattadak, “Türkiye’nin yeni bir anayasayı tartışmasının vakti gelmiştir” deyiverdi. “Yeni anayasayı konuşmak ve hazırlamak için şartlar artık gayet uygun-muş”. Cumhuriyet—ve Dünya—tarihinin en ağır kriz şartları nasıl ‘uygun’ oluyor, onu açıklamıyor.
“Yapacağım konuşma 2023’ün manifestosu olacak” deyince beklenti eşiği iyice yükselmişti.
Konuşmasına Fatiha Suresi’yle başlıyor, Ama Türkçe…! Bir başkası yapsa ‘Kutsal sayılan din duygularını’ diye başlayan savcıya derdini anlatmak için epey ter dökerdi—Hafazanallah.!
Uzun bir konuşma.
Kongreyi, ‘demokrasi şöleni’ olarak tarif ediyor—tek adaylı, tek listeli demokrasi.!
İstiklal Harbi’ni hatırlatıyor; Menderes, Özal, Erbakan—elbette Türkeş’i de—anıyor, İstiklal Marşı ve Çanakkale törenlerinde yaptığı gibi yine Atatürk’ü ağzına almıyor—AKM’nin açılımı hariç.
Bölünmüş yollar, şehir hastaneleri, tüneller, hava limanları—ve ‘Bay Kemal’ salvolarından—sonra sadede geliyor, “Medeniyet nöbetini tekrar devralmaya hazır mıyız? diye soruyor.
Milletin içine sinen, dört (burada ‘Rabia’yapıyor) elle sarılacağı bir metin hiç olmamış; artık vakit, yeni ve sivil anayasayla ‘hedeflerimize yürüme’ vaktiymiş. Öyle bir metin ki, “Tarihi bir dönüm noktası olarak gösterilsin-miş”. Açık ve şeffaf bir süreçle hazırlanıp milletin onayına sunulacakmış.
“Yolumuz uzun, görevimiz zor, mesuliyetimiz ağırdır” diye bitiriyor.
İki saatlik konuşmada bir ‘manifesto’ bulamayıp hayal kırıklığına uğrayanlar var. Sorun, kavramların muğlak bırakılmasında, özellikle öngörülen rejimin niteliğine hiç değinilmemesinde.
Söylenen tek ‘somut’ şey, yeni anayasanın ‘soyut ve sade’ olacağı.
“Milletimiz nasıl bir Anayasayla yönetilmek istiyorsa biz de işte öyle bir Anayasa istiyoruz” diyor.
Elbette kazın ayağı öyle değil.!
Hani “Her kavramın, efradını cami, ağyarını mani bir tarifi olmalı” diyenler vardır ya, sivil anayasanın da öyle bir tarife ihtiyacı var; ‘ortaya karışık salata’ gibi anayasa teklifi olmaz.
Hatırlar mısınız, benzetmek gibi olmasın, bir ‘Muhterem Hoca Efendi Hazretleri’ vardı da, “Adliye’de, Mülkiye’de, başka bir hayati müessesede [Harbiye’de] Müslümanlar belli bir noktaya ve kıvama gelecekleri ana kadar, dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümek gerekir” derdi. ‘İlmiyye’ zaten arka bahçe—cepte… Aynı menzile farklı yollardan giderlerdi, ama o zaman da o menzili (!) hiç anlatmazlar, hayal gücümüze bırakırlardı. Öyle sanki.!
Şeyh-ül İslam vekili—Ayasofya Baş İmamı—hemen ‘AnayasadaİslamOlsun’ kampanyası başlatıp, ‘devletin dini İslam’ olsun deyince akla—bugünkü gibi—özgüven patlaması yaşadıkları “Biz hazmettire hazmettire geliyoruz, Allah’ın izniyle” dedikleri 1990’lar geldi…
O zaman daha somut konuşurlar, “Müslümanlar bıraktığı yerden tekrar bu [a.b.] emaneti teslim alacaklar. Demokrasi amaç değil araçtır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz. Demokrasiye inandığını söyleyenler bunun neticesine [halkın tercihine] katlanmak zorundalar” derlerdi.
Şayet hala o kafadaysalar ve şimdi “Hem laik hem müslüman olunmaz. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir, koca bir yalan.! Egemenlik maddede ve manada kayıtsız şartsız Allah’ındır” zihniyetini hayata geçirecek ‘teokratik’ rejim peşindeyseler, “Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimizin sünnetleri, ümmet anlayışı doğrultusunda hazırlanmış” bir anayasa zaten var.!
Diyanet İşleri Başkanı’na söylesinler, hiç üşenmez, hemen getirir—hem de memnuniyetle.
Cumhurbaşkanı Erdoğan iki yıl önceki 6. Din Şûrası’nda “Hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil, dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz” deyince, Mehdi’nin gelişine ortam (!) hazırlayan başdanışman bu direktife uygun bir anayasa hazırlamıştı:
“Egemenlik Şeriatındır. Şer’i hükümler dışında egemenlik ihdas edilemez; siyasî partilerin tüzük ve programları şer-i hükümlere, İslâm devleti ilkelerine aykırı olamaz”. İslam Birliği’nin resmi dili (Arapça), bayrağı (kırmızı-yeşil zemin üzerine beyaz ay), başkenti (İstanbul) bile belli…
Oldukça somut; altı kısım, 182 madde, altmış iki sayfalık mufassal bir Ümmet Anayasası.!
Daha ne olsun…?
Bu projede aktif görev alan Diyanet İşleri Başkanı’na göre, Müslümanların siyasi birliklerini tesis etmeleri, yürütme ve savunma teşkilatlarını kurmaları, “Ötelenemez [a.b.] bir zorunluluk, ümmetin önemli ve öncelikli meselesi”.
Ümmetin birliği (!) için—hoş bir tesadüf—onlar da 2023’e (!) odaklanmışlar. Hikmet-i Hüda.!
Demem o ki, “Artık Adliye’de, Mülkiye’de, Harbiye’de, bütün anayasal müesseselerde bir noktaya ve kıvama geldik, gün bugündür” deyip, suyun kokusunu almış atlar gibi ‘menzile’ ulaşmak için tırısa kalkmayı düşünenler varsa, bir kez daha düşünseler iyi olur.
Sessiz kitlelerin tepkileri ve o tepkilerin hangi yönde gelişeceği öngörülemez.
Sanmayın ki tarih tekerrür eder; etmez.!