Murat Özçelik
Dış politikada ince çizgi; Suriye’nin bir kısmının ilhakı yeni bir seçim stratejisi mi?
Hafta sonunda Moskova’da yaşayan bir arkadaşımla telefonda görüştük. Batının Rusya’yı ve Rus halkını bir türlü anlamamasından yakındı. Rus arkadaşlarının neler olduğunu kendisine sorduğunu söyledi. Benim anladığım, bir tarafta yoğun bir Batı propagandası, bir yanda yoğun bir Rus propagandası, bu arada kafası karışmış insanlar.
Arkadaşım, Rusya’nın kendi kendine yeten bir ülke olduğunu, nitekim bunca yaptırıma rağmen Moskova’da fiyatların yüzde 14 seviyesinde arttığını, tabii ki bunun halka zorluklar yaşattığını ve daha da yaşatacağını ancak kültürel veya sportif konularda dahi dayatılan yaptırımların halk tarafından anlaşılamaz bulunduğunu aktardı. Artık CNN gibi kanalları da izleyemez olduklarını, dünyayla kendi bağlarını kesmenin Batı'nın ne yararına olabileceğini sordu. Her halükarda sosyalist bir özgeçmişe de sahip Rusya’da gelir dağılımındaki adaletsizliklerin insanların hayatlarını idame ettirebilmek bakımından birçok ülke kadar kötü olmadığını söyledi. Ancak Türkiye’ye uçak biletlerinde gözlenen fiyat artışlarından ise özellikle etkilendiklerini ekledi.
ABD ve Batı dünyasının iddia ettiği gibi yaptırımların oligarkları cezalandırmadığını, zira onların Rus yönetim sisteminin bir parçası olarak en korunaklı durumda bulunduklarını, fakat insanların vergilerinden toplanan 400 milyar dolar seviyesindeki Rusya’nın Batı bankalarındaki parasının dondurulmasının halk tarafından haydutluk olarak nitelendirildiğini iletti. Kapitalizm vasıtasıyla semiren işadamlarının aslında hepimize kendi iradelerini dayattıklarına, hatta siyasilerin bunların diktelerini uygulamak zorunda kaldıklarına ilişkin görüşlerini aktardı.
Şöyle bir düşününce Ukrayna’da milyonlarca insanın yerlerinden edilmesi, evlerinin ve altyapının perişan olması, birçok sivilin hayatını kaybetmesine mukabil Rusya’da yaptırımlarla diz çöktürülüp belki de neticede kendi iktidarlarını devirmesi beklenen bir halk, yani iki tarafta da her türlü ızdırabı çeken halk yığınları görüyoruz. En üstte ise güçlülerin manipüle ettikleri ve silah satışlarından, ülkenin yeniden imarına ve sahip olmayı arzuladıkları diğer kaynaklara kadar her boyutta kazanan ve savaşı başımıza musallat eden bir azınlık. Batı'da da Rusya’da da kazanan oligarklar ve siyasi ağaları. Bu arada savaşa sürülen bir de gencecik askerler var. Rusya’da biraz hallice olan anne ve babaların, çocukları askere alınıp ölmesin diye yurt dışına ailecek göç etmeye çalışmaları savaşın bir başka boyutu.
Batıda, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasıyla birlikte eskiye nazaran çok daha güçlenmiş bir ABD – İngiltere stratejik ortaklığı var. İkisinin etrafında İngiltere’nin eski Commonwealth ülkelerinden bir uçta Kanada, diğer uçta Avustralya bulunuyor. Yaşlı kıtada Almanya önderliğinde tekrar kendisini toparlamaya çalışan Avrupa Birliği, bu arada Avrupa Birliği’nin bürokratik idaresine karşı gelen Macaristan ve Polonya gibi ülkeler yer alıyor. Ayrıca Varşova Paktı ortadan kalkınca yeni misyonlar oluşturan güçlü bir NATO var.
Doğuda SSCB ardılı ve eski gücüne kavuşma hayalinde olan bir Rusya Federasyonu ve ekonomik olarak neredeyse ABD ile başa baş giden bir Çin Halk Cumhuriyeti bulunuyor. Ukrayna savaşı ile Rusya’nın zannedildiği kadar güçlü olmadığı ve ÇHC’nin de tam arkasında duramadığı görülüyor.
Bölgemize geldiğimizde, kuzeyimizde Rusya, kuzeydoğumuzda Abhazya ve Gürcistan (ihtilafı), keza Ermenistan ve Azerbaycan (ihtilafı), doğumuzda Rusya’nın müttefiki olan İran, güneyimizde İran ve ABD’nin başı çektikleri güç çekişmesine sahne olan Irak, güneyimizde yine Rusya ve İran ile müttefik bir Suriye ve o ülkedeki İranlı Şii milisler ile Rus ve ABD üsleri bulunuyor. Bu arada Irak ve Suriye’de ABD, Rusya ve İran’ın piyon belledikleri ve “haklarını almalarına yardımcı olduklarını” söyledikleri Kürtler var. Bu tabloya bir de bölgeye çeşitli şekillerde ithal edilmiş ve başa bela olan HTŞ gibi Sünni cihatçıları ekleyelim.
Nereden bakarsak bakalım kuzeyimizden itibaren kuzeydoğu, doğu ve güneyimizde bir şekilde Rusya’nın etki sahasında olan ülkeler yer alıyor. Üstelik bu ülkelerden İran ve Suriye nerdeyse ölesiye ABD’ye karşı duruyorlar. Irak’taki İran’a bağlı Şii kesimleri de ABD’ye diş bileyen tarafa yazabiliriz. Bizim de Irak ve özellikle Suriye’nin kuzeyinde üslerimiz var.
Neticede Türk dış politikasının hangi ince çizgide yürütülmesi gerektiği açıkça görülüyor.
Halbuki şu anda iktidarını ne pahasına olursa olsun elinden kaçırmamak için her türlü adımı atabilecek bir yönetim var başımızda değil mi? Peki, iktidar Suriye’de kendi nüfuzu altındaki, İstanbul’un birkaç seçim bölgesi büyüklüğündeki bir alanı ilhak ettim derse, önümüzdeki ilk seçimde ne kadar “vatandaşımız” daha oy kullanabilir hale gelir dersiniz? İktidarın Suriye’nin kuzeyinde işgal ettiği alanlarda kurmakta olduğu bürokratik yapılanmayı bizdeki idari yapılanmayla karşılaştırınca inanılmaz bir benzerlik ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye’deki bir bölgeyi ilhak ederek seçimlere yeni bir kahramanlık hikayesi ile girmenin ve ilhak edilen bu bölgede aniden vatandaş haline dönüşecek olan Arap seçmenlerle iktidarı elde tutmanın hazırlıklarını yapıyor olmasın? Hem Suriyelilerin geri dönüş meselesini de böylece çözüvermiş olmaz mı?
Soylu da malum geçen hafta Suriye ve Irak’ı ABD’den kurtaracaklarını söylemişti! Rusya ile anlaşıp böyle mi kurtaracaklar acaba?