Murat Özçelik
Diplomaside eski ayarlara dönüş
Bugüne kadar Rusya-Ukrayna savaşı ile ilgili yazarken ne Antalya’daki ne de İstanbul’daki Rusya–Ukrayna görüşmelerine değinmek içimden geldi. Çünkü biz diplomatlar, PR için diplomasi ile gerçekten bu savaş gibi önemli bir konuda uzlaşı sağlayabilecek kapasiteye sahip bir ülke olarak diplomatik girişimlerde bulunmak arasındaki farkı iyi biliriz.
Türkiye, dünyada ve bölgemizde sözü dinlenebilecek ve barışa önemli hizmetlerde bulunabilecek bir ülke iken maalesef bu ülkeyi idare eden iktidar, ülkemizin ağırlığını taşıyabilecek bir vasfa sahip olmadığından ve son 15 yıllık hayatı boyunca bir oraya bir buraya oynamanın diplomasi olduğunu sananlar tarafından yönetildiğinden, Batıdaki güçlü ülkelerin iktidarın sağa sola dönebilme “kabiliyetini” iyi bildiği ve o nedenle ne yakın ne fazla uzak tutulmaması gerektiğini düşündükleri bir Türkiye’de yaşamak zorunda bırakıldık. Üstelik iktidar bölgemizde çok önemli değişikliklerin vuku bulduğu bir dönemde takip edebileceği bir çıpası kalmadığı için debelenip duruyor. Sadece başörtüsü sorununu halledip, kadınların erkeklere köle yapılması üzerine kurulu dini ideolojisi Türk halkının kahir çoğunluğunun muhalefeti ile yıkılmış, Müslüman Kardeşlerle aşk hayatı Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’dan dönmüş, sağa sola sıçramaları yüzünden AB üyeliğinden olmuş bir iktidar. Artık kimseye güven verecek durumu da kalmamış.
Şu anda iktidarın kendisini kurtarmak için atmaya başladığı bütün adımlar ülkeyi yönetmeye talip olmadan önceki Türk dış politikasına dönmeye çalışmaktan ibaret. Mesela İsrail’le ilişkileri düzeltmek için verdiği uğraşlar, NATO’ya bağlılığını ispat için attığı adımlar, Ukrayna’ya bu çerçevede yaptığı SİHA ve mühimmat satışları, tekrar NATO savunma sistemlerine dönüp, dışlandığı F35 projesinden duyduğu pişmanlığı bu defa ABD’den F16’lar ve modernizasyon kitlerini almaya çabalamakla telafi etme çabaları. BAE ile düzeltmeye başladığı ilişkilerden sonra yine Müslüman Kardeşler örgütüne olan bağlılığı yüzünden kaybettiği Suudi Arabistan’ı tekrar kazanabilmek uğruna SA Başkonsolosluğunda Kaşıkçı’nın katledilmesi davasını, bile bile SA’nın muhteşem adalet sistemine teslim etmeler, Mısır’a yeni Büyükelçi atanması kararı vb.
Bizim Cumhuriyetin kuruluşu sırasında aldığımız ve Atatürk’ten öğrendiğimiz derslerle Arapların kendi aralarındaki ilişkilere karışmama düsturuna da tam bir geri dönüş var. Tabii bu arada Müslüman Kardeşler aşkı ile birlikte Arapların destekleyecekleri hayaline kapılıp yeni Osmanlıcı sevdalarının tüm Arap ülkelerince reddedilmesi ile birlikte milliyetçiliğe çark etmeleri bir diğer dış politika hüsranı!
Özetle; Türk diplomasisinin eski ayarlarına doğru tam bir U dönüşü görüyoruz. Eskiden iktidardan birileri Cumhuriyetimizin yıkılmış bitmiş Osmanlı tarihinde bir parantezden ibaret olduğundan bahsetme cüreti gösterirdi hatırlarsanız. Oysa bütün bu yukarıdakilere baktığımızda “bu iktidarın Cumhuriyetimizin siyasi tarihinde açmaya kalkıştığı parantezin” artık Atatürk ilkelerine geri dönmek zorunda kalınarak kapanmakta olduğunu gösteriyor. Ne kadar mutluluk verici!
Bu arada iktidarın hala ne yapacağını bilemediği, başımıza açmış bulunduğu büyük belalar var; Rusya’nın uçağını düşürdükten ve Rus yaptırımlarına maruz kaldıktan sonra S-400 alımı gibi. Bu alımdan sonra bu sefer ABD CAATSA yaptırımlarına takılmak gibi. Suriye’de İdlib’de, Ruslar Suriye ordusu ile birlikte bir harekata girişirse ne yapacağını bilememesi gibi. Tabii bu da Ukrayna savaşında Rusya’nın yanında durmak zorunda kalmasının bir diğer nedeni. Veya Türkiye’deki uyuyan hücrelerdeki cihatçılar ile Suriye’deki Kürtlere ne tür bir formül bulacağı gibi.
Şimdi kafaları, “Acaba Rusya-Ukrayna savaşı bize bu kere yaptırımları Rusya lehine delme ve aradan milyar dolarlar kaldırma imkanı sağlar mı” diye yine fırsatçılığa çalışıyor. Aslında biliyor musunuz bu tür bir yaklaşımı sadece Putin’le Erdoğan arasında ve araya yandaş şirketler ya da oligarklar koyarak değil de her iki liderin varacağı bir mutabakat üzerine kurumlar arası işbirliği şeklinde yürütecek bir devlet yapımız olsaydı; yani bu paraların halkımızın yararına kullanılacağından emin olabilseydik, o zaman jeopolitik koşulların gereğini yerine getiriyor ve hem Rusya’ya yaptırımların ağırlığı yüzünden savaşın nükleer bir boyut kazanmasını engellemeye çalışıyor hem de bütün Batı Avrupalıların yaptığı gibi biz de ulusal çıkarlarımızı kolluyoruz diyebilirdim. Çünkü malum Avrupalılar da işlerine gelmeyen ana yaptırım konularından imtina ediyorlar.
Aynı şekilde Avrupa kendisine çizdiği yeni politika doğrultusunda Rus gazına bağımlılığını azaltmak için hem Doğu Akdeniz’deki gazı hem de Irak’ın Kürt bölgesindeki gazı Türkiye üzerinden geçirmek isterken şüphesiz ben de bu çabaları desteklerdim. Ancak söylediğim gibi kurumsal düzeyde işbirliği ile yandaşlar üzerinden değil.
İktidarın Türk dış politikasının eski ayarlarına dönmeye çalıştığını görüyoruz ama acaba dış dünya bu çabaları samimi buluyor mu? Şundan emin olunuz ki kesinlikle hayır. Türkiye’de bir dönüşüme dört gözle bakıyorlar.
Bu iktidarın değişmesiyle birlikte Türkiye’nin dünyanın mevcut karışık halinde dahi ekonomik durumunun düzeltilebileceğine gerçekten inanıyorum.