Derek ve Jim’in Öyküsü

Tarih: 3 Ağustos 1992. Yer: Barcelona. Tüm dünyanın gözü Olimpiyat Oyunları nedeniyle İspanya’nın bu güzel şehrinin üzerinde. Erkekler 400 metre yarı finalinin başlamasına kısa bir süre vardı. 5 numaralı kulvarda İngiliz atlet Derek Redmond son hazırlıklarını yapıyordu. Belki de dört sene öncesini düşünüyordu. 1988’deki Seul Olimpiyat Oyunları’na madalya için gitmiş ancak yarıştan birkaç dakika önce aşil tendonundaki sakatlık nedeniyle yarıştan çekilmek zorunda kalmıştı. Bu öyle bir sakatlıktı ki Redmond’ın spor hayatının bitmesi bile söz konusuydu. Redmond hayallerinden vazgeçmedi ve çok istediği olimpiyat madalyası için çalışmaya devam etti. Barcelona Olimpiyat Oyunları’ndan bir yıl önce Tokyo’daki Dünya Şampiyonası’nda 4x400 bayrak yarışında Amerika Birleşik Devletleri’ni geçerek altın madalyaya ulaşan ve tüm dünyayı şok eden İngiltere takımının da bir parçasıydı.

Barcelona’da her şey çok da güzel başlamıştı İngiliz atlet için. İlk eleme turunda son dört yıldaki en iyi derecesini koşmuş, çeyrek finalde de yarışı birinci bitirerek yarı finale çıkmıştı. Madalyanın favorilerinden biri olarak görülüyordu. Yarı final serisi başladığında da iyi bir çıkış yapmıştı. Ancak ne olduysa ilk 150 metre geçildikten sonra oldu. Redmond’ın kendi sözleriyle aniden bacağının arkasında şiddetli bir acı hissetmiş, sanki bacağından vurulmuş gibiydi. Arka adalesinden sakatlanmıştı ama ilk aklına gelen devam etsem rakiplerimi yakalayabilir miyim oldu. Oysa böyle bir sakatlıkta bırak rakiplerini yakalamak, yürümesi bile olası değildi. Kendini yere bıraktı, gözleri ilerideydi. Ondan uzaklaşan rakipleri değil, hayalleriydi. Ancak Olimpiyat Oyunları’ndaydı. Ne demişti Pierre de Coubertine? “Olimpiyat Oyunları’nda önemli olan kazanmak değil, oyunların bir parçası olmaktır. Hayatta önemli olan başarmak değil, savaşmaktır.” O zaman bu yarış bitmeliydi. 250 metre ötedeki o çizgi ne yapıp edilip geçilecekti.
Redmond doğrulduğunda görevliler ve doktorlar yanına koştular. Eliyle onlara gelmemelerini işaret etti. Seke seke, bacağındaki acının her zerresi yüzüne yansıyarak hayatinin en önemli 250 metresini koşmaya başladı genç adam. Çok kısa bir süre sonra sol tarafında başka bir kişinin daha kendisine doğru koştuğunu fark etti ve ona da “gelme” dedi. 65 bin seyirci yarışı bırakmış, ayakta Redmond’ı alkışlıyor, ona yarışı bitirmesi için destek olmaya çalışıyordu. Alkış sesleri ve müthiş uğultunun arasında şu sözleri duydu: “Derek, benim, baban. Yarışı bitirmek zorunda değilsin.” Spor ve yaşam bir kez daha buluşmuştu. Bu sefer dünyanın gözü önünde, dünyanın en büyük sahnelerinden birinde. Hayatta da böyle olmaz mı? Babalarımız değil midir her tökezlediğimizde varlıklarını hissettiren? Derek de kendisini babası Jim’e bıraktı, “çizgiyi geçmeme yardım et baba” diyebildi. Görevliler bir kez daha kendilerine doğru koştuklarında bu sefer Jim onlara “gelmeyin” dedi. Oğlunun kolunu omzuna aldı, onu son çizgiye kadar taşıdı.
Derek hep hayalini kurduğu olimpiyat madalyasına ulaşamamıştı ama hiç şüphesiz Olimpiyat tarihinin en unutulmaz anlarından birinin kahramanı olmuştu. Oyunların ruhunda yarışmak ve yarışı bitirmek vardı. Derek de tam olarak bunu yapmıştı, babasıyla…
Jim Redmond bu yazının yazılmasından birkaç hafta önce 81 yaşında yasama veda etti. Derek onun için kahramanım demişti. Bu yazı da Jim Redmond ve çocuklarının kahramanı olan tüm babalar için yazıldı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ekim Er Arşivi