Murat Özçelik
Cumhur İttifakı’nın hamleleri
6’lı ittifakın 28 Şubat açıklamasını takiben Kemal Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’a yaptığı ziyaret, HDP seçmeninin gönlünün bir nebze alınması yolunda iyi düşünülmüş bir adımdı. Kılıçdaroğlu’nun buradaki açıklamaları, Kürt meselesinin mevcudiyetini teslim ve Meclis’te çözümüne ilişkin CHP pozisyonunun teyit edilmesini de sağladı. Kılıçdaroğlu’nun bazı söylemlerinin beklenen açıklıkta olmaması, hem CHP içinde hem de mevcut ittifak arasında ileride aşılabilir bazı görüş ayrılıklarının Cumhurbaşkanının eline bu aşamada koz olarak verilmemesi niyetinden kaynaklanıyor zannediyorum. Zira Cumhur İttifakı’nın başlıca hedefi, 6’lı ittifak arasına nifak sokmak.
Nitekim seçim kanununda iktidarın yapmayı öngördüğü değişikliklerden seçim barajının yüzde 7’ye indirilmesi belki de iki amacı birden güdüyor. Bunlardan birincisi, MHP kendini kurtarabilecek oy oranına kavuşurken MHP’nin yeniden başlatılacağı söylenilen bir çözüm sürecine olası itirazlarının Cumhur’a zararını asgariye indirmek. Ve hatta AKP’nin elini Kürt meselesinde rahatlatmak. İkincisi ise Kürt seçmenin HDP nasıl olsa yüzde 7 barajını aşar rehavetinden faydalanarak belki de muhafazakar Kürtlerin daha ziyade AKP’ye oy vermelerini sağlamak. Muhalefet anadilde eğitim konusunu pedagoglara mı bıraksak acaba diye uzun uzun düşünürken AKP şu anda Öcalan’la başlatabileceği bir “çözüm süreci” ile HDP seçmeninin arasına nifak sokmayı dahi başarabilir.
Bu arada Cumhurbaşkanı, Rusya-Ukrayna savaşından en azından yurt içi tabanı bakımından fayda sağlamayı başarmış gibi görünüyor. Antalya diplomasi forumunda Rus ve Ukrayna Dışişleri Bakanları arasındaki görüşmelerden hiçbir sonuç alınmayacağı en baştan biliniyordu. Ancak bu toplantının gerçekleşmesi ve foruma gelenlerle mutaden olduğu üzere Çavuşoğlu’nun yaptığı temaslar Katar, Rusya ve bazı Afrika ülkeleri arasına sıkışmış olan Türk dış politikası bakımından sanki biraz daha ferahlıyormuş gibi bir hava yaratılmasını sağladı. Keza Cumhurbaşkanı'nın, Biden’ı arayıp ona toplantıdan bir şey çıkmasa dahi söz konusu savaşın sonlandırılması için kendisinin göstermekte olduğu çabaları anlatması ve herhalde Herzog ziyareti hakkında bilgi vermesi, yine Cumhurbaşkanı'nın, kendi bekası açısından içerideki ekonomik zorluklardan gündemi dış politikaya çevirip biraz nefes almasını sağlamış sayılabilir.
Alman Şansölyesinin, Türkiye’yi ziyareti de Erdoğan’ın Batı indindeki itibarının artmasından değil zor durumlarda Türkiye’nin jeopolitik pozisyonunun öneminin bir neticesi.
ABD’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a en büyük yardımı şüphesiz Doğu Akdeniz doğal gaz boru hattının Güney Kıbrıs ve Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasının maliyeti nedeniyle bu projeye desteğini çekmesi oldu. Rus doğal gazı ve Rusya’ya yaptırımların dünyanın başlıca gündem maddesi olduğu bugünlerde, herhangi bir doğal gaz boru hattı projesinin gerçekleşmesi yıllar alsa dahi şimdiden bu istikamette çalışmalara başlamanın önemi yadsınamaz. Ben İsrail Cumhurbaşkanının Türkiye’yi ziyareti ile ülkelerimiz arasındaki buzların nispeten erimesi ve söz konusu projede bir mutabakata varılmış olmasının Biden’ın Erdoğan ile telefonla görüşmeye ikna olmasını sağlayan en önemli faktör olduğuna inanıyorum. Neticede bu gelişmelerin önümüzdeki süreçte bölgedeki dengelerin yeniden şekillenmesine önemli katkı sağlayan adımlar olduğunu teslim etmek gerekiyor. Her ne kadar bu adımlar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “davası”na aykırı olsa da Türkiye için olumlu adımlar.
Erdoğan’ın “davası”na aykırı gelişen bir diğer olay ise Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı karşısında dişini gösterememekle birlikte Atlantik İttifakı içindeki dayanışmanın güçlendirilmesine olan ihtiyacın artmış olması. Bu çerçevede bize olan ihtiyacın da!
ABD’nin global liderlik iddiasının giderek sekteye uğradığı bugünlerde dünya üzerindeki güç dağılımının çok kutuplu olacağının işaretlerini alıyoruz. Nitekim Almanya’nın savunma harcamalarını artırması ve Ukrayna’ya silah ve mühimmat yardımına başlamış olması Avrupa’nın kendi askeri gücünü önümüzdeki dönemde istihkam edeceğinin göstergesi. Yalnız bir husus dikkat çekiyor. Güç merkezleri çoğalırken bu güç merkezlerinin kültürel faylar üzerinden ikiye ayrıldığı da daha bariz şekilde görülüyor. Yani ABD, Avrupa, Avustralya gibi kıta devletlerinin “Batı değerlerini” temsil ettiği bir kutup ile Rusya ve Çin ile onların nüfuzu altındaki ülkelerin “Doğu ve otoriter kültürü” temsil ettiği ikinci kutup. Yani görünürde demokrasiyle idare edilenler ile otoriter rejimler arasındaki yeni ayırım. Yakında bizim de ortada oynamaya devam edemeyeceğimiz belli olacaktır.
Putin’in Çeçenistan’a atadığı Başkana bağlı Çeçen Özel Kuvvetlerini Ukrayna’ya nakletmesinden belki de daha ilginç gelişme Rusya’nın Suriye’den de benzeri şekilde topladığı askerleri Ukrayna’ya savaşmaya göndermesidir. Birincisi Rusya Federasyonunun içinden bir asker kaydırmayı işaret ederken ikincisi Batı'da daha fazla alarm zillerinin çalmasına neden olacaktır. Zira Suriye’deki hesaplaşma henüz bitmemiştir. Suriye’nin askerlerini göndermesi Batı'nın Beşar Esad’a karşı son dönemde nispeten yumuşayan pozisyonunu önemli ölçüde katılaştırmasına sebep olabilir. Yani Rusya’nın Ukrayna savaşı ve bu savaş sırasında başvurduğu yöntemler birkaç bakımdan Rusya’nın başına daha fazla bela açabilir gibi görünmektedir. Suriye de bunlardan birisi olmaya namzettir.
Bütün bu gelişmelere baktığımızda yine “ülke bekasının önemi”ni ve içinde bulunduğumuz girdaplardan ülkeyi ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurtarabileceğini ön plana çıkaran propagandanın artacağını tahmin etmek hiç zor değil. Hele Öcalan üzerinden başlatılacak bir sürecin Kürtler arasında bir bölünme yaratabileceğini de dikkate alırsak muhalefeti yine zorlu günler bekliyor.