İskender Özturanlı
Bütün dünyanın borçluları birleşin
Türkiye’de ekonomik aklın nicedir zorlandığı ortada. Siyasal iktidar yeni bir kredi genişlemesi yarattığında ortaya saçılan ilk cümleler, kredi genişlemesi başladı iktidar seçime mi gidiyor şeklinde akla ilk gelebilecek soru ve cevabı ile yürüyor. Oysa durum tam da böyle değil.
Bir yandan küreselleşmiş finans piyasalarının ürettiği büyük servet eşitsizliği, diğer yandan kapitalizmin endüstriyel olduğu çağlardan kalma, özellikle refah devletlerinde ortaya çıkan orta sınıf rüyası ve büyümeden alınan payların nispi dengelendiği dönemler çok uzaklarda artık.
“Oku, çalış, üret, kazan” mottosu bugün çok gerilerde kaldı üstelik inandırıcılığını kaybetti, sistem kendisinden pay alabilecek yeni bir sınıfsal kompozisyon hem istemiyor hem de böyle bir yapılanma artık rantiye kapitalizminde vergisel avantajlarıyla büyükten küçüğe damlama etkisi artık çalışmıyor.
Öte yandan özellikle metropoliten şehirlerin hormonlu büyümesinde, ülkemizdeki gelir garantili modellerde, yap-işlet-devret gibi servet transferi yapılanmalarında, kamusal alanların özelleştirilerek inşaat karşılığı devredilmesinde ve bunları fonlayan kaldıraçlı finansın kanserinde paranın dönmesi paranın ödenebilmesinden makbul hale geldi.
Eşitsizlik üreten her sistem gibi bu sistem de finansallaşmayı yaratan, daha doğrusu parayı üreten, sistemin hem kendini hem borcu verenin kazancını teminat altına alan ama borçlananın giderek sistemden aldığı payın aslanın ağzına değil midesine doğru gittiği bir dünya yarattı.
Bu dünyada üstteki azınlık ile alttaki çoğunluk arasındaki mesafenin teminat altına alındığı bir devlet ve siyasi erk üretiyor, siyasetten medyaya popüler kültüre her türlü ideolojik kalıcılığı, değişmezliği teminat altına alıyor.
Bu sistemde orta sınıf hülyasını görmek dahi mümkün değil
Çocuklarımız bizlerden daha iyi yetişmiş olacaklar, ama bizlerden daha zorlu koşullarda yaşayacaklar, bugün işe başlayan bir insanın bu sistemde araba ya da ev alması artık hayal bile değil.
Geçtiğimiz günlerde uluslararası emlak ajanslarınca ve küresel piyasa oyuncularınca açıklanan ev fiyatlarının en çok arttığı şehirler sıralamasında ilk dört şehrin, ülkemizin en büyük şehirleri olması ülkemizin piyasa hoşnutlarınca, meseleye sadece dar kalıplarla bakmayı alışkanlık edinenler tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.
Ülkedeki bir şeylerin fiyatlanmasıyla kalkınıldığını zannedenler, neoliberal marka şehirler goygoyuyla eşitsizliği körükleyenler, esasında kendi toplumunun konut hakkını düşünmeden, onların bir konut alabilmek hatta kiralayabilmek için bile borçlanması gerektiğini fark edemeyenler, bugün ne ekonomik kötü yönetimin bedellerini fark edip aşabilirler, ne de siyasal olarak bu ülkenin sorunlarını çözebilirler.
Borçlanarak ev almaktan borçlanarak sadece belirli standartlarda konutlar alabilmeye doğru düşen orta sınıf rüyası önce şehir değişiklikleriyle, daha uygun fiyatlara konut edinebildiği ve ödeyebilmekte zorlandığı noktalardan bugün borçlanarak kira ödeyebildiği bir çöküşe doğru gitmekte.
Artık borçlanamama sınırıdır bu.
Fiyatlanma ile oluşan köpük her seferinde değer üzerinde düz orantılı bir akış getirmiyor, tersine dönem dönem değeri kesintiye uğrattığından, değer üzerinde bir kısa devre yarattığından adaletsiz bir dağılım mekanizması üretiyor. Topluma ait olması gereken değer belirli ellerde temellük edildiğinden servet eşitsizliğini arttırıyor.
Ama dahası da var. Krizler, fiyatlar ile değerler arasındaki orantısızlığın katlandığı anlarda ortaya çıkıyor, bu orantısızlık krizlere yol açıyor. Piyasa düzeltmesi denen neoliberal terimi kurcalayınız, mahcup bir şekilde bunun itirafını bulursunuz.
Geçtiğimiz günlerde uluslararası tanınmış bir finans analisti yeni kredi dalgası ve genişlemesinin Erdoğan için bir seçim işareti olduğunu yazıyordu.
Oysa mesele tam da bu değil.
Giderek genleşen ve genişleyen kredilerin bırakınız ödenmesini sürdürülebilmesi, ölmemek adına yaşamak için nakit desteğinden başka bir şey değil, elbette bunlar ödenmedi, ödenmiyor, ödenmeyecek.
Hiçbir siyasal irade de bu borçları ödemek zorunda değil.
Muhalefetin bu konuda rahat olması gerekiyor.
Komünist Enternasyonalin eski bir çağrısı vardır “Bütün dünyanın işçileri birleşiniz” diye, sonra 3. Enternasyonal’de bu çağrı, emperyalizmin yükselişi ve ulus devletlerin siyaset alanında temel bir belirleyici olması ile birlikte gelişti ve şu şekli aldı: “Bütün dünyanın işçileri ve ezilen ulusları birleşiniz”.
Bugün Enternasyonal uzaklarda kaldı, ama vaadi ve çağrısı yenilenerek güçlenmek zorunda.
“Bütün dünyanın borçluları ve borçlu ulusları birleşiniz”…