İbrahim Uslu
BİRKAÇ KİŞİ SALLANDIRILSA SEÇMEN TERCİHLERİ DEĞİŞİR Mİ?
Uzunca bir süredir siyasetin en önemli “agenda setter”i (gündem belirleyici) olan Devlet Bahçeli geçen hafta kadın ve çocuklara yönelik şiddet ve cinsel saldırıları gerekçe göstererek “idam cezasının hukuk mevzuatımıza tekrar alınması iğrenç ve ilkel suçların işlenmesini caydırabilecektir" varsayımıyla yeni bir tartışma başlattı. Tıpkı Ayasofya ile doğalgaz müjdesi arasındaki ulusal gündemimiz olan ve Meral Akşener’e yönelik “evine dön” çağrısında olduğu gibi, AK Parti Sn. Bahçeli’nin başlattığı gündemi takip etti ve TBMM Başkanı Mustafa Şentop ile AK Parti Grup Başkan Vekili Cahit Özkan da bu öneriyi destekledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ise daha önce müteaddit defalar “önüme gelirse onaylarım” dediği herkesin malumu.
Ancak muhalefet idam gündemini çok fazla ciddiye almadı ve Kovid 19 salgınındaki sıkıntılı durumun yanı sıra ekonomide yaşanan sorunları maskelemek için kullanılan yapay bir tartışma olduğunu dillendirdi.
MHP’nin idam cezasının geri gelmesi için kullandığı gerekçeye ve yapılması gerekenlere bakıldığında muhalefetin yaklaşımında oldukça haklı olduğunu görüyoruz:
- İdamın kadın ve çocuklara yönelik suçları caydıracağı varsayımını bilimsel olarak desteklemek o kadar da kolay değil. Hatta ağır cezaların daha caydırıcı olmadığına dair çok sayıda araştırma bulgusu var. Cezaların caydırıcı olmasını sağlayan esas unsurun cezanın ağırlığı değil, yasaların mutlaka uygulanacağına dair güçlü bir toplumsal kanaatin varlığı olduğunu ceza hukuku uzmanları belirtmektedir. Eğer insanlar bir şekilde yasaların tam olarak uygulanmayabileceğini veya kısa zamanda dışarı çıkabileceğini düşünüyorsa, ağır cezaların varlığı suç işlenmesini engellemiyor. Nitekim kadın cinayetlerinde ağırlaştırılmış müebbet gibi ağır bir cezanın varlığı, katilleri durdurmaya yeterli olmadı.
- İdamın geri gelebilmesi için her şeyden önce anayasanın değişmesi gerekiyor. Cumhur İttifakı’nın şu anki sandalye sayısı 340’ı bile bulmuyor. Oysa ki referanduma götürebilmek için en az 360 milletvekilinin oyu gerekiyor. CHP ve HDP’nin idamla ilgili olası anayasa değişikliğine evet demeyecekleri zaten biliniyor. Dolayısıyla burada İYİ Parti’nin tutumu önemli olacak. Ancak Sn. Akşener “Biz Avrupa Birliği'nden çıkmak mı istiyoruz kardeşim?” tepkisiyle idama destek vermeyeceğini ortaya koydu. Zaten MHP kaynaklarının da “konsensüs aranmalı” şeklinde bir yaklaşıma sahip olduğu yönünde medyada haberler yer aldı. Dolayısıyla şu anki siyasi matematik içinde idamın geri gelmesi imkansıza yakın bir yerde duruyor.
- Velev ki TBMM’de yeterli sayı bulunsa bile AB üyelik sürecinin tamamen sona ermesi, Avrupa Konseyi’nden çıkarılmak ve diğer ülkelerden suçluların artık iade edilmemesi gibi çok ağır yaptırımlar Türkiye’yi bekliyor olacak. AK Parti’nin bazen AB üyelik sürecini bitirebileceği restini dillendirmekle birlikte bu noktaya hiçbir zaman gelmediğini de biliyoruz. Bunu bu kez göze alabileceğini düşünmemiz için de hiçbir mantıklı gerekçemiz yok.
Tüm bunlar dikkate alındığında iktidar blokunun gerçekte idamı geri getirmek gibi bir niyet taşımadığını söylemek pek de yanlış olmayacaktır.
O halde iktidar niye bu tartışmayı sürdürüyor?
Muhalefet genellikle, tıpkı Ayasofya ve doğalgazdaki gibi şimdi de amacın gündem saptırmak olduğu kanaatini taşıyor. Ben bunun kısmen doğru olmakla birlikte gerçeği tam ifade ettiğini düşünmüyorum.
Özellikle AK Parti tarafında son yerel seçimlerde yaşanan kayıplar ve o günden sonra oy oranlarındaki olumsuz gelişmeler nedeniyle bir tedirginlik yaşandığı, Deva ve Gelecek partilerinin yarattığı tehditler, Kovid 19 salgını ve ekonomideki sıkıntılarla ilgili kötümser beklentiler nedeniyle endişelerinin daha da arttığı gözlemleniyor. Bu nedenle oy oranlarını yeniden güvenli seviyelere çekebilmek için,üzerinde yeterince düşünülmeden arka arkaya çok sayıda hamle yapılıyor. Ülkemizin Doğu Akdeniz’deki haklarını korumak için yaşanan uluslararası gerilimde iktidarın kullandığı dilde bile iç kamuoyu kaygısı açıkça görülüyor.
Ayasofya ve doğalgazda aradığını bulamayan iktidar acaba idam tartışmasından beklediği faydayı elde eder mi?
Her ne kadar bizim kültürümüzde üç-beş kişiyi sallandırmanın pek çok işe yarayacağına dair bir retorik olsa da, demokrasi tarihimizde insan öldürmenin oy artışına neden olduğunu ispatlayacak deliller bulmak pek de mümkün değil. Örneğin 1980-1984 arasında çok sayıda idam gerçekleştiren 12 Eylül cuntası ilk seçimlerde hezimete uğramıştı. İktidarın son yıllarda her operasyonda çok sayıda PKK’lı, DAİŞ’çi veya Suriye askeri öldürdüğünü açıklamasının da oy oranlarına pek etkisi olmadı. Sürekli çok düşman öldürmek oy kayıplarını önleyemedi. Oysa ki idamın hukuk sistemimizden tamamen çıkarılması için cesur adımlar attığı 2002-2007 yılları arasında oy oranını yüzde 34’lerden, yüzde 47 seviyesine getirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir dönem sık tekrarladığı "insanı yaşat ki devlet yaşasın" mottosu, seçmen davranışıyla ilgili bir gerçekliğe de göndermede bulunuyor.
Gerekçesi her ne olursa olsun, hayatları sona erdiren değil, daha kaliteli hayatlar yaşanmasını sağlayan iktidarlar seçmenin gönlünü kazanır.