Kubilay Kaptan
Bir Tablonun Anlattıkları “Broadway Boogie Woogie”
Piet Mondrian, insanüstü duyu ve becerilerin sahip olduğumuz yeteneğe büyük etkisinin olduğunu düşünen bir ressamdır. Yaşamının belirli dönemlerinde teozofiye merak salmış ve bununla beraber yeni farklı felsefi öğretileri harmanlamasıyla özgün bir sanatın var olabileceğini, bu sanatın takip edeceği bir müziğin izleyici ile “mutlak” buluşması gerektiğini düşünmüştür. Nitekim sanatçının bu yolda yapmış olduğu resimler öyle bir “devamlılık” duygusu ve psikoloji taşımaktadır ki bugüne değin ve eminim bundan sonraki dönemlerde de sanatın her dalında anlam ve biçemin izleyiciye aktarılmasında tercih edilen mühim bir araç olarak görülecektir.
Mondiran’ın H.P. Bremmer’e 1914’e yazdığı bir mektupta, kendi sanatını özet olarak şu şekilde ele alır; “Çizgileri ve farklı kombinasyonlardaki renkleri düz zemin üzerine yansıtarak genel güzelliği en belirgin şekilde ifade etmek için kullanıyorum. Doğa bana ilham kaynağı oluyor beni diğer ressamlarda olduğu gibi farklı bir duygusal pozisyona sokuyor ve bu bana bir şeyler yapmamı tetikliyor. Fakat ben hala varlıkların en basit ve gerçek haline ulaşmak istiyorum ta ki onların özünü bulana kadar. Enine ve boyuna çizgilerin hesaplamayla olmayan onun yerine farkındalık ile yaratılarak estetiğin en basit halinin uyumunu yansıtacağına inanıyorum ve bu uyum renkler eklenerek gerçek kadar güçlü bir sanat eseri haline getirilebilir.”
W. Kandinsky bir mektubunda, mavinin neredeyse teozofi için olan anlamını da açıklamıştır. Resmin konusu ve adı itibariyle seçilmesi en uygun renk olmuştur mavi. İnsan ile göz temasına girdiğinde içe doğru derinleşen bu renk, derinleştiği yerde neyi aradığını ve sonunda neye ulaştığını anlatır. Öte yandan bu rengin müziksel tını karşılığı hakkında da şunları yazmıştır Kandinsky: “Müziksel yönden canlandırıldığında açık mavi flüte benzer, koyu mavi viyolonsele ve daha da koyuldukça kontrbasın harika tınısını alır; koyu, törensi biçimindeyse tınısı pes bir orgun tınısına benzetilebilir.” Cümlede bahsi geçen enstrümanlardan yola çıkarak sağ ve solda yer alan figürlere daha koyu maviyle fon oluşturduğunu izleyebildiğimiz fırça darbesi izleyiciye, Kandinsky’den hareketle pes bir orgun tınısını yani Johann Sebastian Bach’ın Toccata and Fugue in D minor adlı eserinde kullandığı orgun ezgilerini dinletir gibidir. Bunun aksine Mondrian’ın, Avrupa klasik müziğinin yeni bir sanat anlayışını yansıtmayacağı düşüncesi de bilinmektedir.
Sanatçı New York’a gittiğinde Brooklyn’deki cazz müzikten çok etkilendiğini ve bu müzik türündeki ritmleri resimlerine yerleştirmeye başlayacağını belirtmiştir. Nitekim 1940’lı yıllarda yaptığı Broadway Boogie-Woogie adlı eserinde yatay-dikey çizgilerin içinde ve renklerin özgür kalabildiği yerde oluşturdukları geometrik şekillerin dizilimi ile boogie-woogie tarzı bir müziğin nota evrimi geçirerek gözle duyumsamanın önünü açmıştır. Hatta bu eser, bir zamanlar boogie-woogie dansına merak salan dansçı sanatçı Mondrian’ın ayak ritimlerinin izlerini de taşıyor olabilir.
Cazz müziğin doğaçlama dünyası, renkler üzerinde yenilenmeye ve sürekli olarak gelişimine yardım etmekte olduğunu düşünen sanatçı, 1940 sonrası yaptığı tablolarda “özgür bir ritim” yarattığını açıkça belirtmiştir. Tüm sanatların müziğin kutsal ruhuna erişmek amacının olduğu bilinen bir gerçektir ve Mondrian tuvalin cisim ve nesnel özelliğini kırarak resmi müziğin bulunduğu yerin zeminine yaklaştırmayı başarmıştır.
“Caz ve yeni-plastisizm uç noktada devrimci fenomenlerdir: onlar yıkıcı-yapıcıdırlar. Biçimin gerçek içeriğini yok etmezler: sadece biçimi derinleştirir ve onu yeni bir düzen lehine ortadan kaldırırlar. (…) Caz ve yeni-plastisizm, sanatın ve felsefenin, form olmayan ve bu nedenle “açık olan” ritim içinde çözündüğü bir çevre yaratmaktadırlar.” Piet Mondrian