İskender Özturanlı
Bir adalet meselesi olarak su ve susuzluk
Ekonomik verileri finansal atraksiyonlar arasından çekip çıkaran analizlerde ne tarımsal alanların mutlak ve nisbi değeri, ne küresel ısınmanın yarattığı tehditler ve bunlarla başa çıkmanın çareleri ne su, toprak, deniz ve doğanın sermaye tarafından sömürülmesi yer alır. Piyasalar ile ilgili hemen her saniye akan yazıların ve yorumların yanında, sanki sonsuza dek “büyümenin dinamiği” olarak sunulan temel kaynakların kullanımı, paylaşımı ve sürdürülebilirliği hakkında yazı ve yorum kıtlığı gerçekten dehşet vericidir.
Ülkemizde tarımsal alanların azalması ya da kullanılabilirliklerinin azalması, zaten dünyada eşikte duran gıda krizinin bizde çok daha ağır şartlarda yaşanmasına yol açacak. Gıda enflasyonu Türkiye ekonomisinin en büyük sorunlarından birisi, asla yönünü aşağıya çevirmeyen kronik bir yükseliş içinde, üstelik pek kimse değinmiyor ama gıdada pahalılığın toplumsal eşitlik ve adalet üzerine ayrı bir yükü var. Gıda en temel ve alım piramidinin en altındaki düzeyi temsil ediyor, eşitsizlik ve yoksullaşma tehdidi ile karşı karşıya kalınan en yalın hal bu.
Gıda enflasyonu sağlıklı ve hesaplı gıda alımını etkilediği için sosyal ve politik başka meseleleri beraberinde getiriyor.
Hijyeni olmayan, sağlıksız gıda edinimi bir tarafta gıdaya erişememenin açlığın, beslenememenin gizlenmiş ama en can alıcı göstergesi.
Türkiye ciddi bir kuraklık ve çölleşme içine girdi, bu bir tehdit olma noktasını aştı ve yaşanan bir gerçeklik olarak ortada.
Bizi çocukken coğrafya kitaplarında Türkiye su zengini diye oyaladılar, bizler ve bizden önceki kuşaklar, ilkokul sıralarında, “Ortadoğu’da petrol Anadolu’da su” diye büyütülmüş, kimbilir belki de avutulmuş bir kuşağız. Bu yüzden bizim kuşaktan sıkı ve radikal bir iklim ekonomisti, hakikatli bir iklim politikacısı çıkmadı.
Anadolu zaten su bakından pek de mümbit bir bölge değilken, şimdi bir de iklim değişikliği, küresel ısınma, yağış azlığı, çarpık şehirleşme gibi tehditlerle karşı karşıya.
Sömürünün doğaya çevrilmesi ve doğanın tükenişiyle insani eşitsizliğin yükünün en alttaki kesimlere çıkması.
Kaynağı tüketen mülkiyet duygusunun ötekinin mekân hakkının, mekandaki kaynak hakkının gasp edilmesine doğru pervasız ilerleyişi.
Son deniz tükenene, son ırmak kuruyana kadar, suyu otomobil yıkamaların bodoslamasında, arıtmasız, bolca hoyratça kullanımı, her müstakil evin bahçesinde yapılan arıtmasız ve kaçak havuzlarda iki üç kişinin belki girme ihtimaline karşı gün boyu doldur boşalt yapılan müthiş eşitliksiz kaynak israfı.
Bir yandan her bahçede eciş bücüş havuzların fayanslarına doldur boşalt vurulan sulara hiçbir yaptırımın olmayışı, diğer yanda, yanan ormanlara helikopter ile yetişilmeye çalışan kıt su balonları.
Bir yandan vatandaşa kendi küçük musluklarında su tasarrufu çağrıları, diğer yandan inşaat ve beton ağırlıklı büyüme ile, çimento kullanımında, asfalt üretiminde rekor derecelere varan denetimsiz, vergilendirmesi mümkün olmayan su kullanımları.
Atıkları olmayan sanayinin suyu aşırı kullanımı ile hepimizin su hakkını alması, çalması…
Kıtlığın cefasını çekenlere sınırlamalar getirmek elbette minimal yararlar getirecektir, ama kıtlığı yaratan aşırı şişmiş, tümörlü bollaşmaların, genleşmelerin ve bollukların hiçbir yaptırımı olmadan bu topraklar, bu ülke susuzluğu ve kuraklığı asla aşamayacaktır.
Türkiye su fakiri bir ülke, bu yıl susuzluk üzerine özel önlemler alınacağı söylendi.
Ama Türkiye’de su hakkı olan yere değil, milyonlarca yıldır alışık olduğu toprağa değil betona akıtılıyor.
Suyun hakkı mavi kötü fayanslarla “kitsch” hale getirilen “tırışka”dan havuzların değil, toprağın hakkı.
Doğanın binlerce yıllık çevrimi gereği, suyun toprağa değmesi, dilimizdeki güzel söyleyişle ağaçlara yürümesi gerekiyor.
Kamunun bu konuda zerre önlem almaması, suyu idareli kullanalım motto’sundan başka bir yaptırım uygulamaması dramatik gerçekten de.
Kaçak su kullanımı denetlenmeli.
Sistemle asla hesaplaşmadan faturayı gene sokaktaki vatandaşa yüklememeli.
Yeşil adil oran işlemek zorunda, çok kullanan çok ödemeli, çok ödemeli ki çok kullanmamalı. Bu fon su kaynaklarının kullanımına yeraltı suların tüketilmesine karşı tarımsal planlarda kullanılmalı, derelerin, su havzalarının, nehirlerin “rehabilite” edilmesinde kullanılmalı.
Toplu kullanım alanları dışında su tüketen bütün imar planları engellenmeli.
Kuraklık açlık getirecektir.
Ülkemizde tarımsal alanların çarpık şehirleşmeye ve betondan üretilen ranta heba ediliyor. Araziler arsa haline getiriliyor, plan tadilatları ile ne tarı alanı ne orman kalıyor.
Su politikası bir adalet ve hakkaniyet meselesi. Ülkemizde su konusunda hiçbir tedbir ve politika yok.
İklim değişikliği ve küresel ısınma ile Anadolu’nun kuraklık haritasına bir bakınız.
Liberal aklın otuz senedir yaydığı tabuları kırmanın vakti geldi.
Büyümenin motoru inşaat değil, üstelik büyüme şart da değil.
Adil paylaşım sürdürülebilir bir dünya getirecektir.
Bu kimsenin egosuyla, kar hırsıyla veya israf isteği ile de açıklanacak bir mesele değildir. Bu sadece kötü yönetim meselesi de değildir.
Bu sistemin vazgeçilmez, görünmez kuvvetli bir parçasıdır, değiştirmeye buradan başlanılmalı
Sistemsel dokunuşlar olmasa en mülayim tiplerde bile nice hırslar, pervasızlıklar görünecektir.