Murat Özçelik
Beyaz atlı prens: 2
İlk yazımda özetle, sanki “beyaz atlı prens” gelecekmiş gibi siyasette yeni bir bekleyiş içinde olan ve yüzde 20’den fazla oy oranını temsil eden kararsızlara yönelik olarak muhalefet partilerinin bu oyların her halükarda kendilerine yöneleceğine dair varsayımlarının yanılgı olduğuna inandığımı anlatmıştım. Millet İttifakı ile diğer muhalefet partilerinin önümüzdeki seçimin hedefinin ne olduğunu iyi özümseyerek daha sonraki seçimlerin konusu olabilecek detaylarla şimdiden uğraşmaya kalkışmalarının yeni bir Cumhurbaşkanı seçimini zora sokabileceğini izah etmiştim.
Önümüzdeki seçim, bir cumhurbaşkanlığı seçimi. Milletvekillerinin de seçilecek olması bu çerçevede pek anlam taşımıyor. Cumhurbaşkanı seçilecek olan şahsiyet Erdoğan’ın kendi uhdesine aldığı bütün yetkilerle devletin başına geçecek. Üstelik başa geçtiğinde, Meclis’te kendisini destekleyen partilerin sandalye sayısı anayasanın değiştirilip güçlendirilmiş Parlamenter sisteme geçilmesine yetmeyecek. Dolayısıyla böyle bir sisteme geçmek için önümüzdeki siyasi süreçte hangi sırayla hangi adımların atılabileceği hususunda bir mutabakat da önem taşıyor.
Muhalefet partilerinin ortak cumhurbaşkanı adaylarını seçerken cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası parlamentodan ilk önce temsilde adalet ilkesine uygun, mevcut muhalefete hak ettiği sandalye sayısına erişmesini sağlayacak, dolayısıyla seçim sisteminin hesaplanma yöntemini de değiştirecek adil bir seçim kanununu hazırlamak konusunda anlaşmaları gerekiyor. Bu sistemde büyük metropollerin temsil ağırlıkları da yeniden belirlenmeli. Aynı şekilde, hedeflenen demokratik yapıya uygun yıllarca tek parti başkanının sultası altında idare edilen parti yönetimlerinin seçim yöntemlerini de değiştirecek bir Siyasi Partiler Kanunu’nun tamamlanıp Meclis’ten geçmesi gerek.
Demek ki Millet İttifakı ve diğer muhalefet partilerinin ilke olarak güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişte mutabık kaldıkları gibi halkımızın farklı görüşlerini Meclis’e yansıtacak barajı kaldırılmış ya da iyice düşürülmüş hakkaniyetli bir seçim sistemi ve yeni bir partiler kanunu çerçevesinde en geç iki yıl içinde seçime gitmeleri hususunda da mutabık kalmaları gerek. Bu hususlarda da bir anlayış birliğine ya varıldığı veya kolaylıkla varılacağı söylenebilir.
Gelelim cumhurbaşkanı seçildikten sonraki iki yıl boyunca tüm partilerin hazırlığını yapacakları ve toplumun geniş bir kesimini temsil eden sivil toplum kuruluşlarının da iştirakiyle müzakere edecekleri 21’inci yüzyıl gerçeklerini ve uluslararası hukuku gözeten bir anayasanın hazırlanmasına.
Burada geçiş dönemi cumhurbaşkanı olacak kişinin anayasanın demokratik ilkeleri konusunda uluslararası hukuktan ödün vermeyecek dirayette güçlü bir lider olması çok büyük ehemmiyet taşıyor. Yoksa mevcut siyaset kurumu ne yapıp edip statükonun, “Vasatlar lehine ve eskimiş zihniyete prim veren ve uluslararası gelişmelerden feyz almamış “Burası Türkiye kardeşim” baskısını sürdürüp ülkenin bu sefer yine “eski tas eski hamam” usulü yönetimini yerleştirmeye çalışacaktır. Bu açıdan halkın bütün kesimlerini kucaklamayı içselleştirmiş, Türklerle Kürtlerin ve Türkiye’deki tüm diğer azınlıkların eşit vatandaşlık haklarını özümsemiş, insan haklarını ve kültürel haklarını gözeten bir siyasi olgunluğa erişmiş, laik ama dini değerlerini yaşamak isteyen vatandaşlara saygılı, kimsenin yekdiğerini baskılayamayacağı çoğulcu demokrasinin altyapısını kurmaya azimli gerçekten dirayetli bir lidere ihtiyaç var. Bu lider, Anayasa hazırlıklarında uluslararası hukuktan yana ağırlığını koyabilecek, ülkenin gerçek bir demokrasi olması iç in sonraki siyasi kariyerini düşünmeyecek kadar güçlü olmalıdır. Neticede temsilde adalet ilkesine göre seçilmiş yeni Meclis’te, çağdaş bir Anayasanın kabulü mümkün hale gelecektir.
İşte kararsızlar ve hangi partiye oy vermiş olursa olsun mevcut düzenden mutlu olmayan vatandaşlar böyle bir liderin bekleyişi içindeler. Zira ancak böyle bir liderin kendilerinin ekonomik sorunlarının çözümlenmesi için hayati önemde olan Türkiye’yi hukuk yoksunluğu nedeniyle yatırım yapılamaz ülke konumundan dışarıda güvenilir bir ülke seviyesine çıkartabileceğine inanıyorlar. Çağdaş normlara uygun normal ekonomi politikalarını uygulayarak sektörel bazda yapısal dönüşümü de gerçekleştirebileceğine inanıyorlar. Yani insanımızın yeniden sanayi sektörlerinde kendi mamullerimizi üretmek üzere istihdam edileceği önlemlerin alınabileceğini değerlendiriyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sırtını yasladığı yaklaşık 12 milyon AKP üyesi vatandaşımız ise haftalık erzak paketlerini, elektrik ve doğalgaz yardımlarını AKP örgütleri üzerinden aldıklarından onların şimdilik keyifleri yerinde. Ancak onlara verilen paranın gücü, ülkenin dönüşmesi gerektiğine inanan insanımızın hedefine ulaşmasını engelleyecek gibi görünmüyor. Onun için yüzde 60’dan fazla vatandaşımız, Erdoğan yerine diğer muhtemel adayları destekleyeceklerini söylüyorlar.
Buraya kadar cumhuriyetin çağdaş bir demokrasi hüviyetine kavuşturulup tekrar iki adım ileri bir adım geri atma durumuna düşmemesi için muhalefet partileri arasında öncelikli olarak mutabık kalınması gereken safhaları özetledim.
Bu noktalarda mutabık kalmış Millet İttifakı ile diğer muhalefet partilerinin gücünü arkasına alacak bir cumhurbaşkanı adayının ise hangi partiden olursa olsun o parti şapkasını çıkarıp muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı olarak biran önce dış temaslara başlaması ve Time Dergisi’nde Ian Lesser’in maalesef dünyadaki 10’uncu tehlike olarak nitelendirdiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan farklı olarak yeni ve çağdaş Türkiye’nin dış politikada atabileceği adımları biran önce anlatmaya başlaması elzemdir.
Gelecek yazımı hemen tamamen dış politikamız üzerine odaklayacağım. Bu çerçevede en önemli partnerimiz olan AB ile ilişkilerde takip edilebilecek yeni yaklaşımımız, bu arada sosyal demokrat parti öncülüğünde Almanya’da kurulan yeni hükümet bağlamında bizim muhalefet partilerimizin göreli avantajı ile ilişkilere verilebilecek yeni ivme, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile onarılması mümkün olmayan ABD ilişkilerine yeni dönemde verebileceğimiz yeni istikamet, Rusya ile ilişkilerimize getirebileceğimiz farklı derinlik gibi konuları işleyeceğim.
Bütün bu konulara farklı bir zaviyeden baktığımızda dünyadaki gelişmelere paralel bir yolda ilerleyecek Türkiye’nin ancak o zaman huzura ereceğini göreceğiz.