Onur Aydoğan
Artık Yeni Şarkılar Söylemek Lazım…
Avrupa Futbol Şampiyonası Finallerine üç yenilgi ile erken veda ettik. Her büyük zararda ufak bir kazanç vardır ya… Bu hezimet belki de bizi yakalamış olduğumuz genç ve yetenekli kadroyu heba etmekten kurtaracak. Gerekli dersleri çıkarabilirsek bundan sonraki turnuvaların iddialı takımı olacağız.
Önce şu konuda anlaşalım. Elimizde potansiyeli yüksek, yetenekli ve genç oyunculardan oluşan müthiş bir kadro var. Oyuncularımızın çoğunun Avrupa liglerinde oynaması büyük bir avantaj. Zira kariyerini ülkemizde sürdüren genç oyuncular gelişimini devam ettiremiyor. Bunda ligimizdeki rekabetin sadece üç dört takım arasında geçmesinin payı büyük bence. Kendini tamamen futbola adamayan bir oyuncu ne kadar yetenekli olursa olsun Avrupa’nın üst düzey liglerinde forma giyemiyor. Bizde oyuncuyu zorlayarak geliştirmeye çalışan hocalar bir anda kendini kapının önünde buluveriyor. Maalesef üçer maçlık kredileri var ve oyuncularımız disiplinli hocaları sevmiyor. İdmanların dozunu hocalar değil, futbolcular belirliyor.
Tugay Kerimoğlu’nun ileri yaşına rağmen Premier Lige gittikten sonra geldiği seviyeyi, hocası Mark Huges’un “10 yaş daha genç olsaydı Barcelona’da oynardı” dediğini hatırlayın. Akıllı bir oyuncunun hedefi genç yaşta Avrupa’ya gitmek olmalı.
Turnuvaya dönersek İtalya maçının daha ilk dakikalarında hiç de iyi bir hazırlık dönemi geçirmediğimiz belli oldu. Oynadıkları liglerde son haftaların en formda oyuncularını milli takım kampından sonra sahada tanıyamadık. Bu Uğurcan ligdeki maçlarında kedi yutmuş izlenimi vermiyor muydu? Lille’i şampiyonluğa taşıyan Burak değil miydi? Çağlar Söyüncü Leicester City’de, Melih Demiral Juventus’da böyle mi oynuyordu? Sahada Ozan diye bir oyuncu var mıydı? Demek ki teknik kadro ne fiziksel, ne de zihinsel olarak takımı turnuvaya hazırlayamamış.
Oysa sırf Şenol Güneş istedi diye ligimizi erken bitirmek uğruna deli kızın çaydan geçtiği gibi üç günde bir maç oynattık. Lig mi izledik kepazeLig mi izledik anlamadım. Bu oyuncular kendi kulüplerinde daha iyi idman yapmışlar. Sahada gücü kuvveti yerinde olan bir tek Mert Müldür vardı. Onu da son maça kadar kulübede oturttuk.
Rakiplerimizi hiç analiz etmemişiz. Maçtan önce İsviçre’nin gollerini kim atar desek sanırım herkes Seferovic ve Shaqiri derdi. Onlar attı zaten. Hem de ellerini kollarını sallaya sallaya. Bir önceki maçın olağan şüphelilerinin Bale ve Ramsey olduğu gibi. Tamam, bireysel performanslar çok düşüktü de sahada takım oyunu var mıydı?
Oyuncularımız ileri çıkamadığından hücumda çoğalamadık. Bloklar arası mesafe en az 50 metreydi. Turnuvanın en tembel takımı bizdik. Savunma yapıyormuş gibi yaptık. Topa ve rakibe karşı çok kibardık. Güçleri yoktu çünkü.
Benim için Gençlerbirliği altyapısından yetişen İrfan Can Kahveci’nin bir Hurşut Meriç çalımı sonrası attığı gol tek teselliydi.
Turnuvanın tek kazanımı genç oyuncularımızın deneyim edinmesi oldu. Önümüzdeki yıl Dünya Kupası Finalleri oynanacak. Grubumuzda çok avantajlı durumdayız. Bu kadro, yeniliklere açık, teknolojiyi kullanan, başarıya aç, genç ve dinamik bir hoca ile kendine has bir futbol ekolünü oluşturabilir ve dünyada saygın bir yer edinebilir. Ancak daha şimdiden “Şenol güneş gitsin, Fatih Terim gelsin” söylemleri dolaşıyor ortalıkta. 30 yıldır aynı isimleri duymaktan artık sıkılmadınız mı? Hala mı torun sevme yaşına gelen bu isimlerden medet umuyorsunuz? Yapmayın. Gençlerin önünü açmadan bir arpa boyu ilerleyemeyiz.