Geçtiğimiz günlerde ağabeyim vefat etti… Tıpkı on altı yıl önce vefat eden babamız gibi ani bir ölümle veda etti dünyaya.
Annemin en büyük oğluydu… O da bizim gibi ikiz kardeş olarak dünyaya gelmiş ama onun ikizi dünyaya geldikten bir süre sonra vefat etmiş. Annem, bebeğinin ölümünü o zamanın şartlarında bakımsızlığa bağlar, “Yakup’un yaşayacağından da ümidim yoktu ama yaşadı.” diye anlatırdı.
Annem, ağabeyimle birlikte dördüncü çocuğunu toprağa vermiş oldu. Biraz yoklukla yetiştirmenin verdiği hisle, biraz da en büyük oğlu olması sebebiyle çok severdi ağabeyimi.
Her şart ve durumda haklı görürdü, istisnasız herkese ve her duruma karşı…
Kardeşleri olarak, ağabeyimizle herhangi bir anlaşmazlık yaşadığımızda “Siz haklı olsanız da o sizin ağabeyiniz.” derdi hep.
Çocukları arasındaki kardeşlik bağının kopmasını istemiyordu. Gözlemlediğim kadarıyla genellikle anneler kız çocuklarından erkek kardeşlerine kendilerinin gösterdiği hoşgörüyü göstermesini bekliyor ve istiyor. Adil ve haklı bulmazdım bu bakış açısını ama hak vermesem de annemi anlardım.
Geleneksel ve dindar annelerin en büyük çıkmazlarından biri, kız çocuklarının bağımsız olmalarını kabul edememeleri. Bu baskı, sadece kız çocuklarını değil erkek çocuklarını da olumsuz etkiliyor aslında…
Ağabeyimle hemen hemen hiçbir konuda fikir birliğimiz yoktu. Hayata, kadın haklarına vs. bakış açılarımız çok farklıydı…
Günün birinde hayatımı kaleme alsam, ağabeyimi kişisel tarihimde nasıl konumlandıracağımı düşünürdüm.
Her ölüm, hayatta kalanlara farklı şeyler öğretir.
Benim ağabeyimin ölümünden öğrendiğim şey ise yanlış düşündüğüm oldu… Çünkü bir insanı kaleme almak için her konuda anlaşıyor olmanız gerekmiyor. Didişiyor olmak kardeşlik sevgisinden bir şeyler götürmüyor. Kim bilir, belki de bu didişmeler beni daha güçlü bir karakter yaptı. Ardında bıraktığı boşluğa alışmak hiç kolay olmayacak.
Tekrar görüşünceye kadar huzurla uyuman temennisiyle ağabey…