ZAMAN TÜNELİNDE CUMHURİYETİ KURTARMAK: PERA PALAS’TA GECE YARISI !

Geçtiğimiz günlerde dijital platform Netflix’te, zamanda yolculuk minvalinde bir dizi gösterime girdi. Başrollerinde Hazal Kaya (Peride&Esra), Tansu Biçer (Ahmet), Selahattin Paşalı (Halit) ve James Calmers’ın (George) oynadığı ve birinci sezonu sekiz bölümden oluşan bu dizi, Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti kurması engellenseydi sorusunu akla çengellerken, o denli zaman dilimleri arasında sıçramaya kendini kaptırıyor ki bir türlü sadete gelemiyor ve gereksiz uzamış etkisi yaratıyor.

Geçmişe yolculuk pek çok insanın dönem dönem aklından geçmiştir. Yaşam kurgulayamadığımız, olacaklar hakkında önceden varsayımda bulunsak da, seyrini değiştiremediğimiz bir olgudur. Zaman tünelinde yolculuk, geçmişe duyulan özlem, sinemanın nerdeyse her daim sevdiği konulardan birisidir.

Sinemanın sanat olmasında ve kendine özgü bir dil yaratmasında anahtar kavramlar olan sinemasal zaman ve sinemasal mekan, bu ilgi çekici konunun salt perdede izlediğimiz olgulara  özgü bir gerçeklik oluşturması açısından da katkı sağlamıştır. Bu bağlamda geriye ya da ileriye doğru sıçrayarak...

NETFLIX’DE GEÇMİŞE YOLCULUK

Geçtiğimiz günlerde dijital platform Netflix’te, zamanda yolculuk minvalinde bir dizi gösterime girdi. Başrollerinde Hazal Kaya (Peride&Esra), Tansu Biçer (Ahmet), Selahattin Paşalı (Halit) ve James Calmers’ın (George) oynadığı ve birinci sezonu sekiz bölümden oluşan bu dizi, Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti kurması engellenseydi sorusunu akla çengellerken, o denli zaman dilimleri arasında sıçramaya kendini kaptırıyor ki bir türlü sadete gelemiyor ve gereksiz uzamış etkisi yaratıyor.

Dizi yayınlanır yayınlanmaz sinematografik açıdan değerlendirilmek yerine, magazin haberi niteliğinde bir gündem oldu. Bu bağlamda özellikle baş köşeyi Peride ve Esra karakterlerini  canlandıran Hazal Kaya aldı. Kutuplaşmanın tavan yaptığı ülkemizin atmosferine çok yakışır bir şekilde gazeteci Ahmet Hakan, 8 Mart 2020 tarihli Hürriyet gazetesindeki köşesinde, Hazal Kaya’nın oyunculuğundan nefretimin 5 nedeni diye bir yazı yazdı. Hazal Kaya’nın Hakan’a yanıtı ise şöyle oldu: Senin fikrinin ne önemi var vasat herif. Yıllar önce Konya’da, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen “Kısa-ca” Film Yarışması” kapsamında tanışıp, bir süre sohbet ettiğim Hazal Kaya’nın masumiyetinden, sahiciliğinden ve nezaketinden etkilenmiştim. Doğrusu böyle bir yanıt vermesine biraz şaşırdım...

Hıncal Uluç’un yolunu açtığı ve her konuda yazan köşe yazarlarının sinemayı da magazin kokan değerlendirme malzemesi yapmasının etkisiyle ve sosyal medyanın gündeminden düşmemesi nedeniyle, anlaşılan Hazal Kaya bunalmış ve bu yanıtı vermiş. Ayrıca kimse ondan “cici çocuk” olmasını da beklememeli...

AHMET HAKAN’IN ÖLÇÜSÜZ ELEŞTİRİSİ

Diğer yandan Ahmet Hakan, “Hazal Kaya’nın oyunculuğuna âşık olmamın beş nedeni” diye bir yazı yazsaydım... Ne derdi bana Hazal Kaya? sorusuna benim de katılmadığım bir yanıt verdi: Galiba şöyle derdi: Ne kadar da saygıdeğer fikirler ortaya koymuşsunuz doruktaki bey.  Doğrudur. Ben vasat biriyim. Vasat olduğum için... Ortalama herkes gibi ben de Hazal Kaya’nın oyunculuğunu beğenmedim. Hatta nefret ettim. Hazal Kaya’nın “Senin fikrinin ne önemi var vasat herif” türü çirkinleşmesinin tek hedefi ben değilim aslında. Hazal Kaya, benim şahsımda... Oyunculuğunu beğenmeyen, oyunculuğundan nefret eden, oyunculuğunu eleştiren herkesle ilgili genel düşüncesini ortaya koyuyor.

Ahmet Hakan’ın yorumuna neden katılmadığımı açıklamam gerekirse, öyle görünmek istemese de kibirli bir tavır hissi veriyor. Hazal Kaya’nın ya da onun gibi sinema ve dizi film sektöründe popüler olmuş aklı başında herhangi bir oyuncunun, salt övüldüğü için bir yazarı öveceklerine,  Hakan’ın anlatımıyla “Ne kadar da saygıdeğer fikirler ortaya koymuşsunuz doruktaki bey” mealinde görüş beyan edeceklerine inanmıyorum. Şüphesiz başta siyasetçiler, sanatçılar ve gazeteciler, kısaca kamunun önünde olan gazeteciler de eleştiriye açık ve hazımlı olmalı.

HAZAL KAYA’NIN OYUNCULUĞU

Ne yalan söyleyeyim mesleğim gereği olduğu kadar, aynı zamanda bir bardak suda kopartılan fırtınalar nedeniyle de “Pere Palas’ta Gece Yarısı” dizisini seyrettim ve tamamlama sabrını gösterdim. Ben de Hazal Kaya’nın oyunculuğunu kısmen beğenmedim. Kısmen derken dizinin başında canlandırdığı gazeteci Esra karakterini canlandırmada, karaktere uygun bir performans sergilerken; hızlı bir düşüşle dizi zaman tüneline girince, Hazal Kaya’nın da oyunculuğu bu tünelden nasibini almış; Osmanlı Döneminde zengin bir bürokratın dönemine göre iyi eğitimli ve donanımlı kızı Peride karakterini canlandırmadaki etkisi kaybolmuş.

Peki Hazal Kaya’yı acımasızca eleştirip “oyunculuğundan nefret ettim” gibi yorumlar yapmak ne kadar haklı... Bir film veya dizi film için oyuncular yönetmenin en önemli enstrümanlarının başında gelir. Bir senfoni orkestrası konserinde örneğin kemanların harmoni uyumsuzluğunda orkestra şefinin hiç payı yok mudur? Bir oyuncunun başarılı performansında yönetmenin de önemli sorumluluğu vardır. “Pera Palas’ta Gece Yarısı” gibi, ismi ve mekanı gereği başta ilginizi çeken ve daha ilk bölümünde hayal kırıklığı yaratan bir dizi açısından şüphesiz senaryonun da yetersizliği bu bağlamda tartışılmalı. Diziye gizem katacağım derken, çoğunlukla müsamere düzeyinin ötesine gidememesi de sorgulanmalı.

DÖNEM FİLMLERİNDE MÜSAMERE HAVASI

“Pera Palas’ta Gece Yarısı”, Ahmet Hakan’ın yazısındaki en haklı olduğunu düşündüğüm yargıdan da payını alıyor. Cumhuriyetimizin kurucusu ve gazeteci Murat Yetkin’in, Kurucu lideriyle bu kadar didişen bir ülke daha var mıdır? deyişinde belirttiği gibi Hakan da, Atatürk, bu türden müsamerelerin elinden kurtarılmalı demiş.

Bir dönem canlandırması olan “Pera Palas’ta Gece Yarısı” dizisinin yapımcıları, özel efektlere ve sanat yönetimine harcadıkları paranın bir kısmını dönem araştırmasına ve iyi işleyen bir senaryoya  da harcamış olsa, dizi sanırım daha düzeyli tartışmaların odağında yer alırdı. Gerek gerçekle fantezinin dizinin mantığıyla uyuşmaz şekilde içiçe geçmesi, gerekse de anaakım kanallara göre daha rasyonel dizilerin yapılmasına olanak sağlayan bir dijital platformda yayınlanmasına karşın, gerilim atmosferi yaratma ve gizemli olma takıntısına yenik düşmeyip daha kısa olsaydı, kısmen içerdiği zaafları azalabilirdi.

ÇÖZÜLEMEYEN SORUN SES !

Dizinin göze batan önemli kusurlarından birisi ise ses miksajı... Gereksiz yüksek volümlü müzik kullanımı çoğu diyalogların anlaşılmasına engel oluyor, ses kayıt sürecinden kaynaklanan zaaflar olduğunu da akla getiriyor. Ayrıca son bölümdeki rıhtım sahnesinde figüranların manasız ve amaçsız şekilde yürü komutuna uyarak bir sağa bir sola yürümeleri müsamere hissiyatını güçlendiriyor. Diğer yandan oyunculuk açısından Tansu Biçer ve Selahattin Paşalı’nın başarılı performanslarına vurguda bulunmadan geçmeyelim. Abartılı gök gürültüsü ve şimşek efektlerine karşın, dizinin görüntü yönetmenliği çalışmasının atmosfer oluşturma başarısının da altını çizelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bülent Vardar Arşivi