Özlem Yalım
Yıkımdan yaratmak: Tasarım, tahayyül, inşa
Geçtiğimiz hafta iki gün boyunca DAC İstanbul ekibi tarafından düzenlenen SPACE etkinliğinde mimarlar, tasarımcılar, iç mimarlar, moda tasarımcıları, sanatçılar, mühendisler, arkeologlar, öğrenciler, depremzedeler ile buluştum. Etkinliğin açılışında vurgulandığı gibi “umutsuzluğun ortasında umut etmek isteyen bir grup insan” ile hem buluşmanın hem de paylaşmanın keyfini yaşadık. Evet, size umut hakkında bir şeyler anlatmak istiyorum bugün.
“Günün korkusu, korkunç hayallerden daha iyidir” diyor William Shakespeare’ın Macbeth’i. Büyük sanatçının insana dair korkuları irdelediği bu baş yapıtta kahraman kral olmak istiyor ancak etrafına, daha önemlisi kendi düşüncelerine karşı duyduğu tedirginlikten ve güvensizlikten bir türlü kurtulamıyor. Cadılar ona gelecekte kral olacağını söylediğinde, bu yolda bir yerlerde Kral Duncan’ı öldürmesi gerektiğini biliyor ve bu korkunç hayali onu daha da korkutuyor. Kral olmanın gücü, öylesine paranoyaklaştırıyor ki Macbeth’i hikayesi cinayetlerle, sivil ayaklanmalarla ve korku ile dolu geçiyor; sonunda kendi de öldürülüyor. Bu sözü de oyunun 1. perdesinde, nerede ise ana temayı belirler biçimde söyletiyor Shakespeare Macbeth’e.
Bu söz belki de bizdeki “korkunun ecele faydası yok” deyişinin başka kültürdeki karşılığıdır. Mevcut korkular ne olursa olsunlar, geleceğe dair korkunç planlardan ve hayallerden daha korkutucu olamazlar.
İnsanın aklına bir şey düştü mü bundan kurtuluş olmaz. İnsanın fikri ne ise zikri de odur. Tüm bu deyişler aslında hayal edilenin nasıl da gerçek olduğunu vurgular. İyi şeyler düşlendiğinde iyi bir yaşam; kötücül düşler doğrultusunda ise kötü bir yaşam insanlığı bekler. İnsan düşler ve yapar. Bu düşleme işine, tahayyül etmek de denir bazen.
Geçtiğimiz hafta iki gün boyunca katıldığım ve DAC İstanbul ekibi tarafından düzenlenen SPACE etkinliğinde girişte izleyiciyi karşılayan serginin ismi Tahayyül olarak konulmuştu. Küratörlüğünü tasarımcı Tanju Özelgin’in üstlendiği bu sergi için bir de yürütme kurulu görev almıştı. Tasarım profesyonellerinden oluşan bu kurulda Ali Gürevin, Arif Özden, Aslı Sekmen, Atilla Kuzu, Ece Ceylan Baba, Hakan Ezer, Hakan Sekmen, Koray Malhan yer almış. Sergi yapılan bir açık çağrı ile herkesin katılımına açık olarak kurgulanmıştı ve bizlere, deprem bölgesindeki güzel günlere dair yaşam anıları sunuyordu.
6 Şubat tarihinde meydana gelen ve on il ile çevresini etkisi altına alan deprem sonrasında ortaya çıkan tablo, sadece yıkılanın yerine beton ile yeniden yapmak ile ilgili değil. Kuşkusuz barınma ve uygun yaşam koşullarının sağlanması en öncelikli ve hala çözüm bekleyen konu. Zarar gören yapılar sadece evler değil; kentlerin sokakları, yaşam alanları, ibadet, eğitim, kültür ve turizm merkezleri yok oldu. Yıkımın ardından yeniden yapılması gerekeni TOKİ harflerine sığdırmaya çalışanlara inat, Türkiye’nin yaratıcı aklı ilk günden bu yana çeşitli ortamlarda kenetlenerek olması gerekeni, yapılması gerekeni kurguluyor, tasarlıyor konuşuyor. Tahayyül sergisi bunlar arasında tanık olduğum son halka idi.
Tahayyül kelimesi dilimize Arapça’dan geçmiş bir kelime; görünmek, belirmek, ortaya çıkmak anlamına gelen köklere dayanıyor, tercümesi hayal etmek, zihinde canlandırmak demek. Bu anlamı ile tahayyül kelimesi tasarım kelimesinin kardeşi gibi bir bakıma.
Sergiye dönersek, açıklayıcı metni şöyle sesleniyor bizlere:
“Yaşanmışlıklar, mekanlarla insanlar arasında yıllar içerisinde kurulan bağ, yapıların belki de yüz yıllar içerisinde bir araya ve kimi zaman üst üste gelerek oluşturduğu katmanlı dokusunun içinde yaşayan insanlara tesiriydi kaybolan. Anılar, duygular ve bölgenin kolektif hafızasını oluşturan temel taşların hepsi yara aldı.
Birbirinden mütemadiyen beslenen kent ve insan arasındaki diyalog, o yere dair kültürün en önemli belirleyicilerindendir. İnsanın kente dair hafızası, mekanlar ve yapılar zarar görmüş olsa dahi kültürün yeniden ayağa kalkmasında şüphesiz başat unsurlardan biri olacaktır.
Biz yeniden başlamak için önce belleğimizde yer eden, bölgenin yaşayışına, duygusuna yön veren ve onlarla şekillenen mekanları unutmamaya, unutturmamaya odaklandık.
Sadece sokaklar ya da sokaklara anlam kazandıran cephelere değil o duvarların içlerindeki yaşama ve paylaşımlara da bakarak mekanların zihnimizdeki kent imajının ve hissiyatının oluşumundaki kaçınılmaz önemine dikkat çekmek istedik. Deprem bölgelerindeki yaşamdan, mekandan, kentten ve kırsaldan farklı perspektiflere ait öznel çağrışımların sunulacağı bir seçki olan TAHAYYÜL, bölge değerlerine insan deneyimleri merceğinden bir bakış sunmayı amaçlıyor.”
İki gün boyunca izleyici ile buluşan sergi, amacına fazlası ile ulaşmıştı. Hiç tanımadığım bilmediğim bir coğrafya olan deprem bölgesindeki insanlarla 6 Şubat’tan bu yana olan bağım bu kez çok daha farklı bir boyuta taşındı. Gülen insanlar, kahvehaneden, fırından, plajdan gözlerime bakan umutlu ve neşeli insanlar, hınzır çocuklar, alımlı kadınlar ile tanıştım bu sergi vesilesi ile. Bölgenin yaşananlar sebebi ile hafızamıza kazınan yıkılmış ve acı dolu o uçlardaki hali, böylelikle biraz olsun dinginleşti. Yıkımların ardından yeniden yaratılacak kentler için bu insanların yaşamlarının yansıdığı fotoğraf kareleri belki de asıl başlangıç noktası olmalı. Geride kalan insanlar, acılı aileler ve şaşkın çocuklar için, hızla beton dökmek yerine hafızadan olumlu anıları çekip çıkarmalı ve bu elimizde kalanlar üzerinden tahayyül etmeli en çok.
Etkinlik kapsamında gerçekleştirilen, tahayyül oturumunda, yukarıda isimlerini saydığım tasarımcılar duygu ve düşüncelerini, deneyimlerini paylaşırken asıl çarpıcı olan izleyiciler arasında bulunan ve deprem ile bizlerden daha derin bağları, deneyimleri olanları dinlemekti. Kimileri bu sergiye fotoğraf gönderenler kimileri ise sadece konu üzerinde fikir beyan etmek isteyenlerle, açık, demokratik, ılımlı ve arayış dolu dakikalar geçirdik. Bu serginin kitaplaşacağını öğrendik. Gelen yorumlarla mutlaka gezmesi başka yerlerde de açılması gerektiği sonucuna ulaştık. Küratör Özelgin serginin katılıma hala açık olduğunu belirtiyor. Belki okuyucularımız arasında fotoğraflarını göndermek isteyenler olabilir. Katılın. Bana göre bir sanatsal sergi değil, belgesel tarih niteliğinde artık bu görüntüler. Yıkımın yeniden inşası için kilit rol üstlenebilecek değerdeler.
Kentleri insanlar yapar. Başka bir deyişle kentler insanları kadardır. Bir kent insanı ne ise, öyledir. İnsanlar kente hoyrat ise kent de size hoyrat davranır. İnsanlar yıktıkça yıkılır kentler ve korudukça korunurlar. İnsanlarının gözlerine bakmadan, anılarına dalmadan biliyoruz ki Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Osmaniye, Malatya, Adana, Diyarbakır, Şanlıurfa, Adıyaman ve Kilis’teki yıkımları yeniden yapmak , yeniden bir yaşam tasarlamak pek mümkün olmayacak. Macbeth gibi günün korkusu, tedirginliği ve kötü hayaller ile değil, yaşananların tüm acısına ve korkutuculuğuna rağmen olumlu ve iyi hayaller ile yaklaşmalı geleceğe.
Tahayyül kelimesi etrafında biz sektör temsilcilerini ve yaratıcı beyinleri bir araya getiren SPACE iyi hayaller kurmamızı sağlayan pek çok başka oturuma ve buluşmaya da olanak sağladı. Bunlar arasında en çarpıcı olanlarından biri Emre Arolat ve Bekir Ağırdır’ın Heval Zeliha Yüksel moderasyonunda bir araya geldiği açılış oturumuydu. Bu uzun ve önemli sohbetten kısa iki not: Arolat’ın mimarlık mesleğinin her şey ile bağlantılı oluşuna yaptığı vurgu önemliydi. Mimarık sadece tasarlamak ve inşa etmekten ibaret değildir. Siyaset, sosyal örüntü, ekonomi, iş gücü gibi ihmal edilen konular mimarlığın bel kemiğidir. Sadece fiziki anlamıyla değil, kavramsal anlamlarıyla genişlemiş olan inşa, yapım, üretim, bilakis bu ilgisiz gibi görülen asıl meselelerin bir yansımasıdır.
Aç işçilerin veya çocuk işçilerin çalıştığı bir fabrikanın üretimini artık kim kullanmak istiyor? Mutsuz bir toplum hangi estetiği talep ediyor? İyi kazanamayan kentli başını sokacağı kiralık dairenin bırakın estetik ve konforunu, acaba güvenliğini sorgulayabiliyor mu? Kahkahalarına, öpüşmelerine, müziklerine, içkilerine laf edilen gençlik parklarda cıvıldayabiliyor mu? Dünyanın en güzel arabasını, en alımlı giysisini, en iyi binalarını, en güzel parklarını inşa etseniz bile içindeki insanların bunu yaşayabilecek dermanı, imkanı, keyfi yok ise bir işe yarıyor mu?
Ağırdır Türkiyeliler olarak hep bir gecikmenin telaşı içinde olduğumuzdan dem vurdu. Kimliksizliğimize, tek tipleştirilmeye çalışılan yaşamlarımıza sitem etti. Her zaman olduğu gibi bizlere umutlu olmamızı öğütledi. Levent Erden Oxford sözlüğünün güncel kelimelerinden yola çıkarak yaptığı “Dönüşüm” sunumunda, Bekir Bey’in “ yakalayın” dediği teknolojiyi, günümüzün ve geleceğin eğilimlerini müthiş bir dinamizm ile tek tek anlattı. Koray Malhan, Arzu Kaprol ve Melike Altınışık ile bir arada gerçekleşen başka bir oturumda nitelikli iş yapan insanların yarattığı umuda tanık olduk. Ülke aynı ülke, şartlar aynı şartlar. Hiç kimse için hiçbir şeyin iyi gitmediği bir ortamda onlar en bildikleri işlerine odaklanarak sınırların dışında iş birlikleri kurmaya, durmadan üretmeye devam etmiş tasarımcılar. Hepsi Space etkinliğindeydi. İki günün her anı umut kelimesine eş değerdi.
Sevgili okuyucu, umut asla boş bir kelime değil: Bugüne de çok yakışan bir kelime. İnsan kendi umudunu kendi taşır. Dünyadaki güç savaşları, hırs çatışmaları tarihten bu yana hiç değişmiyor. Karamsarlıkla ilerleyen karanlık, umutla ilerleyen ise aydınlık buluyor. Er ya da geç. Yıkımların dersi büyük. Her yıkımın ardından ise yepyeni ve yaratıcı bir süreç geliyor. Biz lütfen bu yeniden yaratımı umutla, güzellikle hayal edelim. Kendimize hak ettiğimiz gibi bir yaşam, içinde güvenle ve huzurla yaşayacağımız kentler ve en önemlisi, daha doğru bir sistem tasarlayalım. Biz yapmazsak kim yapacak?