YERSİZ YURTSUZLAR DİYARI

Milyonlarca iyi insan, ne özgürce gezeceği bir YURT, ne kalacağı bir YURT, ne de başını sokabileceği bir YURT kalmadığı; umudunu yitirdiği için başkalarının yurtlarını yurt edinmek istiyor. Çünkü asıl YURT, işte tam da bu ülkenin iyi kadınları, özgülük isteyen gençleri, eşitlik talep eden aydınları, onurlu gazetecileri, yürekli emekçileridir. Çıkar yurdunu göster! Cümlesi altında ne kadar da ezik, aciz, zavallı ve aptalcadır ‘çıkar telefonunu göster’ kelimeleri…

Yurt, halkın üzerinde yaşadığı, egemenliğin kendisine ait olduğu, uygarlığın/kültürün oluştuğu yer demektir. Anadolu’da baba ocağı/evi anlamında da kullanılır. Göçebelerin çadırlarına da yurt denir. Yani ev, yurttur; yurt da evdir.

Öğrencilerin yurt sorunu malumunuz. En son Antalya’da kaçak bir cemaat yurdunda kafası kesilerek öldürülen 18 yaşındaki Mehmet Sami Tuğrul’un babasının cenazede söyledikleri ülkenin ana gündemi olması gerekirken konu yine atlandı. Baba Halil Tuğrul “Kendisinin kaldığı, konakladığı eller, emin ellerdi” dedi. Sosyal medyada kısa süreli bir şok yaşandı. Oysa bu yeni bir şey değildi. Daha önce Uşşaki Tarikatı şeyhinin 12 yaşındaki bir kıza cinsel istismarda bulunması sonrası tarikat şeyhini savunan üyeler, mağdurun akrabaları vardı. Aladağ katliamında yanan çocukların davasında da benzer şeyler yaşanmıştı. Ülkemiz dünya ortalamasının çok üzerinde şok olaylar yaşadığından mütevellit, halkımızın şaşırma bağışıklığı çok gelişmiş durumdadır.

Bazıları baba Halil Tuğrul’un para aldığına yönelik iddialarda bulundu. Bana göre bu iddialarla asıl resim kaçırılmış oldu. Bir babaya; ihmaller zinciri ve denetimsizlik nedeniyle satırla kafası kesilmiş oğlunun kaldığı yurdun sahibi cemaati savunmaya iten koşullanmalar neler? Yaşanan ve yaşatılan bu dönüşüm bize ne anlatıyor? Kamu yurtlarının yeterince yapılmaması bilinçli bir tercih mi? Bu soruları hep birlikte yanıtlamamız gerek.

Asıl sonsuz ve gerçek yaşamın ‘öbür dünya’ olduğunu, bu yaşananların bir sınav olduğunu, başımıza gelen her şeyin Allah’tan geldiğini söyleyen bu tarikat ve cemaat şeyhlerinin tamamının lüks konutlarda yaşayıp, son model jeeplere binmesinin de var tabi bir açıklaması. Onlara göre Allah kimisini yoksullukla, kimisini de zenginlikle test ediyor. Tabi tahmin edebileceğiniz gibi yoksulluk testine uğrayanlar asla şeyhler ve onların desteklediği siyasiler olmuyor. Allah’ım sen konuyu biliyorsun…

NEDEN HEP SINANAN BİZİZ?

Bir de diğer yurt konusu var o da konut meselesi. Türkiye'de ev almak sadece Türkiye'de yaşayanlar için imkansız halde.

Bırakın ev almayı, İstanbul, Ankara ve İzmir’de kirada ev bulup yaşamak olanaksız hale geldi. Biz nereye aitiz? Neresi bizim yurdumuz? Konuşmak için, yaşamak için; kendimizi ifade etmek, şarkı söylemek, konsere gitmek, özgürce yürümek, insanca yaşamak ve kendimizi gerçekleştirmek için nereye gidelim? Biz ki ‘Yurdumuzu ÖZ’ümüzden çok sevmiş’ bir nesiliz. Ama neden varlığını armağan edenler hep bu ülkeyi sevenler oluyor? Mesela neden bir kodamanın, tarikat şeyhinin, onları destekleyen siyasinin varlığını armağan etmesine lüzum kalmıyor? Sayın Cumhurbaşkanı “Rabbimiz ‘Sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınarız’ buyurmaktadır” diyor. Tamam ama niye hep biz sınanıyoruz? Mesela bir Norveçli ya da İsveçli niye sınanmıyor? Neden Alman bir vatandaş asla açlık korkusu yaşamıyor ya da Danimarkalı birisi canıyla ya da malıyla sınanmıyor?

Durmadan öbür dünyayı referans göstererek sabır, açlık imtihanından bahsedenlerin en iyi ve lüks evlere sahip olması ayıp olmuyor mu? “Dünyada mekan ahirette iman” düsturuyla beyaz perdeleri, pardon kefenleri giyenlerin hem bu dünyadaki hem de öbür dünyadaki köşkleri şimdiden doldurmuş olması kozmik bir tesadüf mü yoksa ‘kendim ettim kendim buldum’ paralel evreninde yaşananların bir sonucu mu?

Daha sene başındaki 400 bin liralık ev şu anda 1 milyon lira! Klasik Rus romanlarından fırlamış yıkık giriş altları bile 300 bin liradan başlıyor. Yılbaşından sonra fiyatların daha da uçacağı söyleniyor.

25 sene önce emekli olanlar ikramiyeleriyle ev alabiliyor, 15 sene önce emekli olanlar ikramiyeleriyle araba alabiliyordu. Bugünse bu ikramiyelerle Ayçiçek yağı ve peynir alabilirsiniz. Afiyet olsun.

Ev ve araba almak artık hayal de değil. Çünkü insanlar bugün et, süt, çocuk bezi, mama, peynir, yumurta alma hayali kuruyor. 5 litreliği ayçiçeğini alıp sokakta salına salına yürümeyene Anadolu’da artık kız değil selam bile vermiyorlar. (‘Kız vermek’ deyim olarak kullanılmıştır. Üzerime gelmeyin lütfen)

EV ALMAK HAYAL OLDU

Türkiye’de modern kentleşmeye vurulmuş hançer ve adına büyükşehir denen beton köylerinde zaten güneş görmeyen, kirli hava içinde, üst üste iskambil kağıdı gibi mahallerde ev almak için uğraşıyoruz. Bu kadar zulüm ayıp değil mi?

Örneğin kamuda çalışan bir doktorun, herhangi bir birikimi yoksa fiyatı ortalama 500 bin Lira olan çok sıradan ve ucuz bir evi; taksitleri maaşını aştığı için 10 yıl vadeli kredi ile satın alma olasılığı kalmamıştır. Bu durum nedeniyle de ‘beni ne doktorlar ne mühendisler istedi’ deyiminin de geçerliliği kalmamıştır. Döviz kuru nedeniyle Almanya’da çalışan bir pizzacı, bir baloncu ya da işsizlik maaşı alan birinin, bizim doktorlardan ev alma şansı daha yüksek. E hayırlı olsun yeni deyimimiz; ‘Beni ne Fransız baloncular ne Alman işsizler istedi de gitmedim!’

Aileden kalma bir servet ya da ev yoksa ev almak artık hayal oldu. Şimdi bırakın ev ya da araba almayı kira ödemek bile imkansız hale geldi. Önceden kira öder gibi ev sahibi olunabiliyorken şimdi anca ev sahibi olmuş gibi kira ödeme boyutuna geçtik.

Bir de ev alanlar genelde evi/ evleri olanlar oluyor. Oysa ikinci, üçüncü hatta dördüncü ev alanla hiç evi olmayan ve almak isteyenler aynı vergiyi veriyor. Geçtiğimiz senelerde kamu bankalarından 0,64'le kredi verilmesi de acayip fantastikti. Bazı firmaların yaptığı inşaatlar dışında bu oranla kredi verilmedi. Basılmış kamu parası bu inşaatçılara gitti. Bu yancılık nedeniyle de kiralar aldı başını gitti.

Bir de tabi şu Çıkar Göster Telefonunu Derneği üyeleri var. Döviz krizi nedeniyle yıllardır düzgün şekilde kirasını ödeyen kiracısını çıkarıp evi iki katına kiraya vermek için emlakçıyla beraber dalavere çeviren; sığınmacı emekçileri daha ucuza çalıştığı için yıllardır yanında alın teri döken emekçiyi iftirayla kovan ve bunların ardından "Ölürüm Türkiyem" şarkısı eşliğinde vatan millet aforizmaları dizenler var. Pırlanta gibi genç öğrencilerden ahırdan bozma evlerine 2, hatta 3 bin lira isteyen var. (Umarım Raskolnikov tutar bu gibilerin evlerini!) Bize dış güce ne hacet; Biz Bize Yeteriz be Türkiyem!

Milyonlarca iyi insan, ne özgürce gezeceği bir YURT, ne kalacağı bir YURT, ne de başını sokabileceği bir YURT kalmadığı; umudunu yitirdiği için başkalarının yurtlarını yurt edinmek istiyor. Bilmem durumun vahametini anlatabildim mi? Beceremediysem sokakta insanların yüzlerine bakınız; o yüzler ve bakışlar tüm çıplaklığıyla anlatıyor zaten.

Çünkü asıl YURT, işte tam da bu ülkenin iyi kadınları, özgülük isteyen gençleri, eşitlik talep eden aydınları, onurlu gazetecileri, yürekli emekçileridir. Çıkar yurdunu göster! Cümlesi altında ne kadar da ezik, aciz, zavallı ve aptalcadır ‘çıkar telefonunu göster’ kelimeleri…

Yazdıklarımı biraz abartılı bulduysanız kafanıza atılmadan bir bardak çay içebilirsiniz mesela.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi