Özlem Yalım
YAZLIKLARI KİM KURTARACAK?
İşi bahane ederek uzun hafta sonu planındayım. Bir Cuma sabahı havalimanı yollarındayım. Tüm bu salgın sürecinde çok fazla uçak seyahatim oldu. Ne yolları ne da havalimanını sabahın köründe böyle görmeyeli gerçekten de 1.5 yıl olmuş. Peki ne değişti? Salgın mı bitti? Hayır sadece yaz geldi ve yasaklar kalktı.
2014 yılında Salt Araştırma çalışmaları ile açılmış, çok iyi bir sergi izlemiştim. Yazlık: Şehirlinin Kolonisi. Bugünlerde çok sık düşünüp duruyorum bu sergiyi. Galiba hepimiz dönüp bu araştırmayı yeniden hatırlamalı ve incelemeliyiz. Açıklamasını da olduğu gibi buraya aktarmak isterim sizlerle paylaşmak için:
Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki geçici şehirli evleri ile bu evler çevresinde oluşan hayatın günlük dilde bir adı var: Yazlık. Yılda taş çatlasa üç ay kullanımda olan bu ortam, 1980’lerden itibaren Türkiye’nin orta hâlli aileleri arasında bir tatil biçimi olarak modalaştı. Popüler kıyı beldeleri o günden bugüne suyu, yolu, telefonu, bakkalı eksik bir taşradan tam teşkilatlı bir garip şehir uzantısına dönüştü. Yazlıklarını kış evinin çıkma eşyasıyla donatanlar, günü geldi içeride ne mümkünse yıkıp yenisini yaptı: Odalar büyüdü, mutfaklar açıldı, verandalar bahçeyi kapladı. Sahilin altın kumu inşaat kumuyla devşirildikçe evler el değiştirdi, siteler başkalaştı.
İlk yirmi yılını bir yazlığa verenler, ikinci yirmi yılları için bozulan kasabalardan kahvehaneleri henüz zincirleşmemiş kıyılara göç etti. Yazlar geçip giderken, geriye her boşluğu yeni bir lüks rezidansa meyilli dev bir belde kaldı.
Boğaziçi yalılarından ada konaklarına, Osmanlı saray halkından sefirlere, 19. yüzyıl İstanbul’u sayfiyenin merkeziydi. Tipik Ege yazlığının öncülü de Marmara sayfiyesidir. Mimarlık ve popüler kültür dergilerinde müstakil sayfiye evlerinin sunulup tavsiye edildiği 1930’lu yılların ardından, tüm Türkiye kıyılarının Ankara’nın sözüne bağlandığı dikkatten kaçmamalı. Ege ve Akdeniz’in devlet nezdinde bir potansiyel olarak keşif ve teşvik edildiği 1950’li yıllarla birlikte, yazlık âleminde de bireysel heveslerden toplu konutlar dönemecine girildi. Büyükşehirde oturmanın değeri, yazları güneyde serinlemeye endekslendikçe yapı kooperatifleri bir çırpıda çoğaldı. Bu dönemeçte ev hayalini gerçekleştirmek için, kıyı arazisini arsaya çevirecek başkent kurumlarıyla dirsek temasında olmak önemliydi. 1980’lerin devamında ölçek yerelden devlete büyüyüp hak, hukuk, planlama merkezîleştikçe kıyılar nizamınca yap-sata teslim edildi.
Mimarlar yazlık ortamının her döneminde etkindi, oysa yazlıklar mimarlık araştırmalarına bütünlüklü şekilde konu edilmedi. İstanbul yalıları ve ada konakları -hele de mimarları bilindikse- güncel kaynaklarda mevcuttur. Ancak, nispeten merkezden uzakta yer alan çok sayıda nitelikli tekil yapı kapsam dışında. 1970’lerdeki site uygulamaları, konuta odaklı incelemelerden ziyade mimar profillerinde karşımıza çıkıyorlar. Yazlığın gittikçe popülerleştiği yap-sat döneminde ise, özellikle Mimarlar Odası’nın mevcut yığılmaya ilişkin öngörülerine rastlıyoruz.
Şehirlerin kıyılardaki baskısı salt yapı üretimini aşarak her yere birebir aynı yaşam tarzını uygulamaya dönerken, mimarlar marka proje üretmek için bugün yine kıyılara davetliler. Tümüyle terk edilmiş hayalet beton kasabalardan kuzey Avrupalılara güneş şişeleyen laboratuvarlara, yakın gelecekte ne işe yarayacakları üzerine sayısız kurgu üretebileceğimiz yazlıklara bakmanın artık tam zamanı.
YAZLIK: Şehirlinin Kolonisi söz konusu yazlık olgusunu kültüre has bir dönem icadı olarak inceler; coğrafi ve toplumsal etkileri bakımından tarihsel bir arka plana oturtur.YAZLIK: Şehirlinin Kolonisi kapsamında mimari, hukuki ve edebî kaynaklar temelinde yürütülen araştırmalar, yazılı belge, çizim, fotoğraf, film, maket ve mobilyadan oluşan çeşitli malzemeyle sergiye aktarıldı. SALT Araştırma başta olmak üzere çok sayıda kurum arşivinden derlenen içerik, aile arşivlerinden seçkiler, güncel saha araştırmaları ve sanatçı işleriyle desteklendi.
Bugün içinde bulunduğumuz ortamda, tasarım işinin de odağında Yazlık var. Oteller, konutlar, sıfırdan ele alınan projeler veya dönüşümler, mimarları, içmimarları, peyzaj tasarımcılarını, mobilya ve ürün tasarımcılarını, grafik tasarımcıları ihya ediyor. Bu tasarım işleri ile ilgili olarak çalışan tüm sektörlerde de bir talep patlaması söz konusu.
BODRUM’U KİM KURTARACAK?
Şehirliler, haklı olarak kendilerini daha güvenli hissedecekleri yerlere göç ediyorlar. Bu göçten bu yıl en çok nasibini alan tatil beldelerinden biri Bodrum.
Bodrum’da nerede ise son altı aydır süren bir koşturma var. Tasarımcı ve mimar çevremden, bizim işlerimizle ilişkili her türlü üreticiden ve hizmet sağlayıcıdan duyduğum, gördüğüm bu. Mobilyacı, Perdeci, aydınlatmacı, seramikçi, boyacı, duvar kağıtçı, demirci, peyzaj firması, mutfakçı, tesisatçı, elektrikçi… Hizmet ve ürünler için beklemek gerekiyor. Talep çok, mal ve zaman yok. İstanbul, İzmir gibi büyük kentler de bu artan talepten nasibini aldı; bu durum beklediğimiz bir şey idi ve oldu.
Pandemi tüm meslek kollarını temelden sarsmadı. Son 10 yıldır gittikçe azalan işlerle, artık iyiden iyiye sıkıntıya düşen bu tür beldelerdeki yaratıcı, üretici meslek sahipleri bu gelişmenin sonucu olarak bir nefes aldı. Onlar, işlerini hır-gür içerisinde yapmamak, az ile yetinerek huzurlu ve keyifli bir yaşam sürmek için belki yıllar önce buralara kaçmışlardı ama son yıllarda artık işin tadı tuzu kaçmıştı; salgın ile yönelen eğilimler ve artan talepler birazcık umut oldu.
Bodrum’da yıllardır atıl duran kimsenin uğramadığı evler bile artan kira furyasından nasiplenmek üzere uyandı ve kiralandı. Sadece yazlık olarak uğranan evler, kış aylarında da oturmak üzere düzenleniyor. İnterneti, güvenliği olmayan evlere bu tür takviyeler sağlanıyor. Sanıyorum bu beldedeki bu yapılaşma hali önümüzdeki en az beş yıl boyunca da devam eder. Çünkü salgın bitse de hepimizde kalıcı izler bıraktı, pek çoğumuzun yaşama bakış açısını değiştirdi. Bu düşüncelerin en başında, daha koşturmacasız, sakin, sağlıklı ve yavaş bir hayat yaşamak var. Buraya kadar bir sorun yok. Hayaller her zamanki gibi güzel. Peki ya gerçekler?
Dedim ya 3 gün için Bodrum’dayım. Her şehirli gibi işlerimi yola koyduktan hemen sonra ilk iş kendimi bu eşsiz beldenin turkuaz sularına attım. Yıllardır hep aynı yerden girdiğim deniz, beldenin nispeten uzak bir koyunda olmasına rağmen ilk kez daha bulanık. Nasıl olmasın? On yıl önce olmayan pek çok şey olmuş etrafta ve artık burası uzak ve kuytu bir köşesi olmaktan çıkmış Bodrum’un, hatta neredeyse en hip bölgesi oluvermiş. Hemen karşımdaki bomboş tepelerde yeni bir site inşaatı bitmiş, bir diğeri yapılıyor; boş kalan arazinin de satışının tamamlandığı kulağıma geliyor. Kahverengi ve yeşil olan o tepecik de artık pek çokları gibi beyaz ve taş bodrum evleri ile dolacak. Ilık sularda yüzerken, ileriden onlarca sürat motoru, motorlu kaykaylar, deniz motosikletleri geçiyor, tekneler süzülüyor. Bunların hiç biri, beş atı yıl bile önce tam de benim denize girdiğim bu yerde yoktu. Yan tarafa bir de “beach” açılmış; müziklerini, çok sevdiğim parçalar çalmalarına rağmen yadırgıyorum, çünkü tam burada, bu da yoktu.
Benim Özlem olarak gözlerimle, kulaklarımla, tenimle, burnumla hissettiğim tüm bu yoğunluğu bir dakikalığına durup kendi etrafınız için sizin de hissetmenizi istiyorum. Bunu kesinlikle nostalji duyguları ile önermiyorum. Sadece bu yoğunluğu hissetmemiz, ve çevremizde olup biten her olumlu ve olumsuz şeyin bizzat bir parçası olduğumuzu hatırlamak için yapalım istiyorum.
Bodrum’un artan trafiğini, taleplere yetişemediği için kalitesi düşen servisini, buranın gittikçe artan kentleşme potansiyelini, azalan yeşilini veya kirlendiği çok bariz olana denizini düşünürken, eleştirirken, diyorum ki: biz de bunun bir parçasıyız. Peki ne yapıyoruz?
Birkaç hafta önce gazetelerde yerel yöneticilerin serzenişleri haber olmuştu. 191.000 kişinin yaşadığı Bodrum, geçen yaz bir milyonunun üzerinde kişi ağırlamış. Bu artış, bu beldeden her beklentimizin beşte biri oranında azalması gerektiğini gösteriyor bize. Bu yıl bu akının çok daha büyük bir sayıda olduğunu ben buraya gelirken yollarda gördüm. Özellikle İstanbul ve Ankara’dan Bodrum’a toplu bir göç var ve bu insanların azımsanmayacak miktarı kenti yaz ve kış kullanmayı düşünüyor. Yerel yöneticiler soruyor: Acaba ikametlerini de bu kente almayı düşünürler mi?
Bildiğiniz gibi yerel yönetim hizmetleri o kentlerin nüfus oranlarına göre pay alıyor sistemden. Bodrum’da bu yaz bir milyonun üzerindeki kişi, yollar, kaldımlar, temizlik, elektirik ve diğer altyapı sorunları için her fırsatta ilgili yönetimleri ve devleti suçlarken, aslında kendilerinin orada misafir olduklarını unutacaklar.
Bodrum’da iş ve hizmet üretiliyorsa vergisini yine Bodrum’a vermek, eğer burada yaz ve kış yaşanacaksa, gerçekten de ikamet kaydını bu kente alınmak gibi bireysel girişimler, belki bu kadar ilgi gösterdiğimiz bu yazlık beldesini biraz olsun geleceğe taşıyabilir. Kent bir sistemler bütünü ile tasarlanmış kompleks bir yapıdır ve insan da bu yapının en belirleyicice yapıtaşıdır. Bu gerçeği çoğu kez göz ardı ederiz. Kararlarımızın ve aksiyonlarımızın bu sistem içerisindeki etkisini unuturuz. Yazlıkçılık kültürü ile ihmal ettiğimiz ve yılda en fazla bir iki ay geçirdiğimiz bu beldeler, eğer artık kalıcı evimiz olacak ise, herkesin yapabileceği sorumlu davranşılar var.
Diğer türlü bir talanla karşı karşıya oluruz. Tarlalara hücum eden ve oradaki hasadı yok ederek kurutan zararlı böcekler gibi, üşüştüğümüz her yeri yok eden bir zararlı sürüsünden farkımız kalmaz. Büyük kentlere bunu yapıyoruz. Bu toplumun büyük kentleri olan İstanbul, İzmir ve Ankara’nın gurur duyulacak pek bir yanı yok.Bu kentte yaşayan bireyler olarak bu talanın bir parçası olduk. Kimileri başkalarını suçlamaya devam ediyor; ben etmiyorum.
Haber değeri yazlık coşkusu ile galiba biraz eskidi ama, İstanbul ve diğer kıyı kentleri, havadan ve denizden Marmara’daki musilajı temizlemeye uğraşıyor. Pisliğimizi görünmediği müddetçe temizlemekle ilgilenmedik. Şimdi o kadar çirkin ve pis görünüyor ki, en azından görsel olarak temizlensin diye gayret ediyoruz. Ayıbımızı örtmeye çalışıyoruz. Bunca zaman sonra bile, Marmara denizinin sorununun kökten çözülmesi, bir daha bu sorun ile karşılaşmaması adına devletten kalıcı yapıcı ve kapsamlı bir eylem planını, bu denizi kirletenlere uygulanacak yaptırımları içeren bir açıklamayı duyamadık. Diğer yandan bunu ifade ettiğimde tepkilerle karşılaşabiliyorum ama yinelemekten çekinmeyeceğim. Marmara denizinin bu hale gelmesinde, kendini en masum sananlar bile dolaylı yollardan masum değiller.
Bugün Bodrum’un eşsiz güzellikteki bir koyunda, biraz olsun nefes alırken düşünebildiğim tek şey buydu. Ben ve herkes, şu anda burada ne olup bittiğini görüyoruz, yaşıyoruz, hissediyoruz. Burada olup bitenin farklı ölçeklerde Türkiye’nin tüm küçük beldeleri için geçerli olduğunu da biliyoruz. Ancak hiçbir şey yapmıyoruz.
Yazlık beldeler denizini, iklimini, nefesini kaybettiğinde ağlayacağız, musilaj Marmara gibi Ege kıyılarını da kapladığında dehşete düşeceğiz. Peki yazlıkları kim kurtaracak?