Özlem Yalım
YAVAŞŞŞ
Pek de şikayetçi değilim bu yavaşlama halinden. Öğreniyorum. Yavaş yaşamayı, beklemeyi, bazen durmayı, daha çok dinlemeyi. Yavaş yemek, yavaş şehirler hakkında çok şey duyduk da, yavaş tasarım nedir merak ettik mi hiç acaba?
Şairin mısralarına çoktan düşmüş ruh halim, İlhan Berk şöyle diyor çok sevdiğim şiirinde:
Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire.
Yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm
Yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara.
Kalabalıklaştım böylece..
Bu mısralardaki çelişkinin içindeyim bir süredir. Yavaş yavaş geçmek istiyorum her şeyin içinden. Yavaşlamak lazımdı. Biliyordum ama nafile, ben hız insanıyım ! Hızlı dünya ile bir anlaşmazlığım hiç olmadı. Yavaşlık, bazen tahammül edemediğim bir şeydi üstelik. Sadece yoruluyordum ve artık biliyordum: ne kadar hızlansan da yaşam zaten senden her zaman daha hızlı olacaktı.
Küresel salgın öncesi ben de pek çoklarımız gibi 24 saatlere sığamıyordum, oysa şimdi öğreniyorum: yavaş yaşamayı, beklemeyi, bazen durmayı, daha çok dinlemeyi… Yavaşlığın getirdiklerine her an alışabilirim. Galiba şairin dediği gibi insanlaştırıyorum biraz da dışımı; fark ediyorum ki, kalabalıklaşıyorum yavaşladıkça.
Yaratıcı insanların beyni fırıldak gibidir. Günün tüm saatlerinde, ofiste veya evde, duşta veya tuvalette, dostlarla yemekte, yürüyüşte, seyahatte hatta uykuda bile durmaksızın döner durur tüm farklı renkleri birbirine karıştırarak..
Hayal etmek, hayalleri kelimelere, çizgilere, görüntülere dökmek, başkalarına anlatmak, onları ortaya çıkaracak organizasyonları kurmak, farklı türdeki insanlarla fikirlerinizin her bir detayını tek tek konuşmak, tartışmak, çizimlerinizi ve fikirlerinizi yapma sürecinde geliştirmek, düzeltmek, yeniden yapmak, her bir süreci tek tek kontrol etmek, her bir yapılan hakkında farklı insanlarla yeniden yeniden konuşmak gibi bir döngüsü vardır işimizin. Şehir plancı, mimar veya moda tasarımcısı fark etmeksizin, bu işleyiş aşağı yukarı aynıdır. Tüm bunlar olurken, bu işin her zaman “dün” bitmesini bekleyen işbirlikçileriniz vardır. Ayakta, hayatta kalmak için hızlı olmanız gereklidir. Sistem size bu hızı sürekli dikte eder. Bununla birlikte takımınızdaki pek çok kişi de bazı işleri yarından da sonra yapmaya meyillidir. Onları da hızlandırmak için kendinizi koşullandırmanız gerekir bir de.
Oysa bizler biliriz ki, gereksiz bir hız, kalitesizlikle eşdeğerdir. Hızlandıkça yüzeyselleşiriz.
Tasarım ile uğraşan kimse, hayallerini beyninden kağıda, kağıttan hayata geçirinceye kadar; hemen her aşamada o fikri savunmak durumunda kalır. Önce kendisi gibi o fikre inanacak kişileri bulup ortaya çıkarmalıdır. Fikri sunduğu kişiler yeterince heyecanlansınlar diye farklı türlerde stratejiler geliştirir, performanslar sergilerler. Kimi zaman -çoğunlukla- kağıt üzerinde ikna olmuş kişiler, fikirler ayağa kalkarken sizinle aynı hayallerde buluşmadıklarını fark ederler. Onların hayal ettikleri ile tasarımcının ettikleri farklıdır; işte tasarımcı burada da çözümler üreten, dengeleri kurabilen kişidir. Bu aşamadaki çözümler çoğunlukla teknik değildir; zira teknik konular daha en başta çözülmüştür; burada daha çok algısal, psikolojik ve etik konular gündeme gelir.
Bu yazıyı okuyan sizler yaşamınızın bir kısmında mutlaka bu ilişkinin bir tarafı olmuşsunuzdur. Bir yaratıcı endüstri çalışanı iseniz, sizin olağan bir gerçeğinizdir. Diğer tarafta mutlaka bir terziye kıyafet diktirirken, bir yapım işi sırasında, bir yayını baskıya hazırlatırken, duvarınızı boyatırken, mobilya yaptırırken, koltuk döşetirken karşılaştığınız sayısız deneyim sahibisinizdir eminim.
Tüm bunları neden yazıyorum? Bir tasarımcı işini bu dengelerde yürütmeye çalışırken, karşılaştığı dev bir sorundur hız.
Hemen her aşamada hızlı olmanız beklenir. Hızlı olsanız da hızlı olmamakla itham edilirsiniz. İyi mimar, iyi tasarımcı özelikle bizim coğrafyamızda hızlı olandır. Oysa hız, fikrin gerçeğe geçme aşamasında ona en çok zararı veren; onu en çok tüketendir.
Bir mimarlık profesörü olan, kentsel, askeri, siyasi ve tarihi konulardaki radikal fikirleri ile dikkati çeken Fransız filozof Paul Virilio, hızın yıkımın motoru olduğunu söyleyeli nerede ise 30 yıl olacak. Virilio, artan bilgi akışını “infosphere” olarak tanımlamıştı ve bu bilgikürenin jeosfer üzerinde gittikçe artan bir basınca sebep olacağını vurgulamıştı. İnteraktif yaşamın kapasitesi arttıkça, dünya bir hiçliğe doğru yol alacak ve gittikçe azalacaktı. Çokluktan doğan hiçlik! Bu durumu, hız kirliliği olarak adlandırmıştı. Etkileşimin insanların üzerindeki etkisini, atmosferde yayılan radyoaktif madde ile eş tutmuştu. Hızın ve bilginin yok ediciliği üzerine olan bu düşünceleri, bugün pandemi ile birlikte anımsamak bana anlamlı geliyor. Virilio”ya göre medeniyeti şekillendiren başlıca unsur hız ve toplumları konumlandıran da hızla olan ilişkileri.
Salgının en önemli çıkarımı nerede hızlanıp nerede yavaşlayacağımızı iyi tartmak olabilir belki de, bir başka deyişle nerede yüzeyselleşip, nerede derine ineceğimizin dengesini bulabilmek… kim bilir?
YAVAŞ TASARIM
Henüz büyük laflar etmek için hala çok daha erken ancak, günümüz koşulları, 20. yy ile özdeşleşmiş makinelerin, sermayenin, gücün yaptırımcı konumunun nerede ise sonunun geldiğini işaret ediyor. Tasarım eğer iyi bir yaşam vaadi ise, yavaşlamak her yönden geleceği şekillendirmede umut verici kapılar açabilir.
Hız konusuna, coğrafyamızda yaygın olan örneklerle başladım ancak tasarım alanında bir yavaşlıktan söz ederken, akrep ve yelkovanın ötesinde bir yavaşlıktan bahsetmek gerekli.
Yavaş tasarımın ideali daha yaşanabilir ve sağlıklı bir dünya, daha iyi süreçler, daha geçerli ve uzun ömürlü çözümler, her bakımdan kalite, daha iyi bir deneyim olmalı.
Yavaş yemek akımı, nasıl yerel kaynaklara, sorumlu süreçlere, kaynakların verimli ve doğru kullanımına odaklandı ise, yavaş tasarım da aynı değerleri temsil ediyor.
İlk olarak, 2008 yılında kullanılan yavaş tasarım kavramı aslında şöyle manifestolaşabilir:
- Araştırma, planlama ve tasarlama süreçlerine yeteri kadar vakit ayıran, fikirlerin yeteri kadar süre boyunca ve tüm ilgililerce tartışıldığı ve olası etkilerinin test edildiği tasarım
- Yerel malzemeleri, kaynakları, iş gücünü, üretim kapasitelerini kullanmayı hedefleyen tasarım
- Yerel ve bölgesel kültürden ilham alan, her şeyden önce bu kültüre katkı sağlayan tasarım
- Doğal zaman döngüsünü araştıran ve evrenin ritmine duyarlı tasarım ve uygulama süreçlerini benimseyen yaklaşım
- Tüm öğelerinde derinlik sahibi ve pozitif bilimlerin çıktılarını göz önünde tutan tasarım..
Taksim Meydanı yarışmasının apar topar yapılmasına karşı duruşum, kimi yerde pek hoş karşılanmadı ise, biraz da bu yavaş tasarım prensiplerine daha da değer verdiğimdendir. Dieter Rams’ın “ iyi tasarım”ı tanımlayan on maddelik değer zincirine format atmak gibi bir şey; yavaş tasarım.
İnsanların kentten kırsala göç ettikleri bir eğilim içindeyiz. Yavaş yemek akımı aslında bir yavaş yaşam akımı aynı zamanda; sayıları ülkemizde de gittikçe artan yavaş şehirler bunun bir sonucu. İnsanların bu tercihleri tasarımı da yavaşlatıyor.
Mimarlıkta ve mekan tasarımında yavaşlık denilince de aklımıza hemen şunlar geliyor: Daha çok gün ışığı, sirkadyen ritme uyan yapay ışık, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi, klimatize edilmemiş temiz ve doğal hava akışı, su ile birlikteliklerin, suyla iç içe yaşamın artması, kendi türümüzden farklı olan canlılara karşı duyarlılık ve onlara yer açacak, onların yaşamlarını tehlikeye sokmayacak tercihler..
Yavaşlık, moda tasarımında da kendini rahat kıyafetler, sorumlu üreticiler, doğal malzemeler, geri dönüşüm gibi konularda gösteriyor.
İnsanlık hesap soruyor artık. Yediğini, içtiğini, tükettiğini, kendisine sunulanı sorguluyor. Zorla uygulanana tahammül gösterilmeyen bir uyanış çağını yıllardır yazılan kitaplar, sivil toplum kuruluşları, alternatif girişimler yapamadı ancak küresel salgın mecbur kılacak. Tasarlanmış fiziki çevremiz her bakımdan yavaşlayacak.
Yavaş tasarım derken, içi boş bir minimalist yaklaşımdan, pijamalarla ve terlikle dolaşmaktan, boşluk, yalınlık ve sadelikten, çevrecilikten bahsetmiyorum.yavaş tasarım şekilci değil; tam tersine oldukça soyut. Tüketim tercihlerimizdeki bir derinleşmeden, çok boyutlu bir arayıştan, vicdani bir zenginlikten bahsediyorum. Yavaşlamak için, bildiklerimizi unutmamız gerekiyor. İnsanlar yeterince derinleşemediklerinde düş dünyaları hep bir önceki bilgiyi referans alır. Örneğin neden sürekli insan şeklinde ve fonksiyonlarında robotlar ürettiklerini hiç anlamam? Bir robotun koştuğunu zıpladığını gösteren o videoları her gördüğümde üzüntü ile doluyorum. O robotu zıplattığı için sevinen mühendisler var! Bir robotu iki kollu iki bacaklı ve bir kafalı olarak hayal etmekten vaz geçtiğimiz gün, medeniyete bir tuğla daha koyacağız.
Yavaş tasarım açık olandır. Yeniliklere açık olan, bildiklerini açan, kaynaklarını açıkça paylaşandır. Yavaş tasarımda itiraz ve direnç yerine kabul ve alıcılık vardır. Meraklı, eleştiri ile gelişen, bir arada olmaya önem veren, birlikte tasarlayan ve üreten bir bakış açısı demek yavaş tasarım. Tümü ile şeffaf, dürüst, sorumluluklu ve kapsayıcı olduğumuzda, tasarım için yavaşlıktan söz edebiliriz. Tasarıma dayalı meslekler ve endüstriler, hatta akademiler bile burada saydıklarıma ne kadar hazır bilmiyorum. Bildiğim tek şey dünya bize “yavaşla ” diyor, bir Beatles şarkısındaki gibi.