YAKARSA DÜNYAYI ENAYİLER YAKAR!

“Dertleri içine içine sığmayan onlar

Hayatta ümidi kalmayan onlar

Sürüne sürüne yaşayan onlar

Yakarsa dünyayı garipler yakar.” (Müslüm Gürses)

Sen kimse ve hiçbir araç yokken bile döneceğin yöne sinyal verip, kameraların olmadığı ıssız kavşakta dahi kırmızı ışıkta beklerken, birileri trafik kurallarını defalarca çiğner, puanları bitince ehliyetine el konur. Ehliyet affı çıkar. Sen, kurallara uyduğunla ve başkalarına saygılı olduğunla ve ‘enayi’ yaftası yediğinle kalırsın.

Sen maaşlı çalışıyorsan ÖTV’si, bordro kesintisi, dolaylı verginin yüksek oranda olduğu ve temel ihtiyaçlar olan süt, et, bilgisayar, telefon, araba gibi ürünlere durmadan vergi ödersin. (Araba, bilgisayar ve telefonu özellikle yazdım. Bunlar lüks değil temel ihtiyaçlardır) Namuslu ticaret yapıyorsan zar zor kazandıklarını deftere işler hepsinin vergini verirsin, işçinin sigortasını maaşı üzerinden kesintisiz yatırırsın, eksik iş yapmazsın. Birileri ise vergi kaçırır, muhasebede kazandıklarını türlü dalavereyle göstermez, aldığı ballı ihaleden dahi inşaattan çalar, hatta milyonlarca dolarlık vergi borcunu heyet aracılığıyla iyice indirir ama yetmeyince vergi affı çıkar. Sen günün sonunda vergilerini sıfırlayanlara verilsin diye ödediğin verginle kalırsın.

Sen 30 yıl çalışıp bir daire bile alamaz ve zar zor kirada yaşarken birileri devlet arazisine üç gecede evi diker, çivi çakılmasının yasak olduğu yere 5 katlı bina yapar. Ardından bir tapu dağıtılır, imar affı çıkarılır. Onlar milyonlarca dolarlık konutlara otururken sen hala kira denkleştirmek zorunda kalırsın.

Sen, yolda yürürken kimsenin ayağına basmamak ve karınca yuvasını incitmemek için dahi dikkat ederken birileri cümle alemin ayağına basar, haraç alır, dolandırıcılık yapar ve mafyaya dönüşür. Onlar cezaevi affıyla çıkar, sen de incitmediğin karıncalarla baş başa kalırsın.

Sen, yıllarca dirsek çürütüp çalışarak ve KPSS’ye girip hakkınla, liyakatle memur (Zor da olsa) olup kimseden rüşvet almazken, birileri torpille yerleşerek malı götürür. Sonunda ise sen sürüldüğünle, hakkında açılan soruşturmalarla veya en iyi ihtimalle çevrenden dahi ‘enayi’ yaftası yediğinle kalırsın.

Sen, yalakalığı ve topaçlığı reddedip onurlu gazetecilik yapmaya uğraşırken, birileri talimatla medya tetikçiliği yapar, dönme hızları öyle yüksektir ki adeta elektrik üretme noktasına gelirler. Günün sonunda onlar yüz binlik maaşlarını afiyetle yiyip her konuda ahkam keserken sen gazetecilik yapmak için her zorluğa göğüs gerdiğinle kalır, işsizlikle uğraşır, mahkeme mahkeme hakkında açılan davalarda gezer durursun.

Sen, üniversiteye girdiğinden beri kütüphanede uykusuz kalıp saygın dergilere makale hazırlar, gözlerin yaşarana kadar okuma yaparsın. Yıllarca akademik bir kadro almak için beklersin. Birileri de tak diye atanmış dekan dayısıyla şak diye kadro bulur. Tak-Şak kadroları patır patır yerleşirken sen de enayi gibi beklediğinle kalırsın.

Sen pandemide hem kendi hem de başkalarının canını riske etmemek için maske takar, sokağa çıkma yasağına uyarsın. Birileri ne maskeyi sallar ne sokağa çıkma yasağına uyar. Güya cezalar kesilir ama sonunda affedilir. Sen taktığın maskeyle kalırsın, birileri de ihmal yüzünden aylarca hasta gezdiği ve hatta öldüğüyle kalır.

Bu liste uzar gider. Dünyanın bırakın çağdaş ülkelerini, sıradan ülkelerinde bile toplum yararına düzenlenmiş kanunları çiğneyenlere af gelmez. Gidin, açın, araştırın, bakın. Trafikte makas atıp, milletin canını tehlikeye sokup, ehliyet ceza puanlarını bitirip ehliyeti elden gidene şak diye af maf gelmez. Orada toplum ve toplum adına kamu, kendisini korumak için gerekeni uygular. Yine aynı şekilde orman arazisine inşaat yapamazsın, sit alanına villa dikemezsin, çete kurup hapse düşüp afla salınamazsın, yalaklıkla ve nepotizmle üniversitelere giremezsin, topaçlıkla muhabirlik yapamazsın. Değil sıradan bir vatandaş, allemi cihan da olsan halka karşı işlediğin suç yanına kar kalmaz. Adam kırmızı ışıkta geçtiği için bakanlıktan istifa ediyor, başbakan yardımcısı maske takmadı diye para cezasına çarptırılıyor, çikolatayı devlet kartıyla ödedi diye kabineden bakan görevinden alınıyor. Kaldı ki anayasayı çiğneyeceksin, kamu arazisi yağmalayacaksın, görevde ihmalde bulunacaksın falan bunlar zaten direk soluğu mahkeme salonunda aldırırlar insana.

MESELE ÖZEL DEĞİL GENEL GENEL!

Hazır seçim atmosferi gelmişken, konuyu salt tek isme indirip Cumhurbaşkanlığı, yani yürütmenin başının kimin olacağıyla ilgili olduğunu düşünenlere bir haberim var. Mesele isim değil, biziz. Bütün hikaye enayilerle karşıtları arasında.

Ne yandaş medyayla, ne doymak bilmeyen müteahhitlerle, ne kamuyu soyan şirketlerle ne de bu çürümüş sistemi besleyen yapılarla artık arpa boyu yol almak mümkün değil. İleriye gidilecekse bu ülkenin akıllı, onurlu, namuslu, cesur ve ‘enayileriyle’ gitmenizden başka yol yok. Çünkü diğer türlüsünün çizebileceği yolun sonu hep aynı vasatlığa çıkar.

Medyayı düzeltmek mi istiyorsun? Güzel. Sana yalaka olmayan ve onuruyla çalışan ‘Enayi gazeteciler’ lazım. Kamuyu düzeltmek mi istiyorsun? Bu da güzel. O zaman sana rüşvet yemeyen ‘Enayi memurlar’ lazım. Sana hukukun üstünlüğünü savunan hukukçular mı lazım? O zaman sana Anayasadan ve haktan ayrılmayan ‘Enayi hukukçular’ lazım. Siyaset kurumunu düzeltmek mi istiyorsun? Pekala.  O zaman sana doğrulardan ayrılmayan ‘Enayi politikacılar’ lazım. Ve ama en önemlisi temiz toplum mu istiyorsun? E o zaman sana temiz kalmış ‘Vatandaşlar’ lazım. Onların da sayısı hiç az değil.

Bir eklemede bulunmak farz bu yazıda: sizi kimsenin hakiki ‘enayi’ yerine koymasına izin vermeyin. Dünyanın aklı başındaki hiçbir ülkesinde kimsenin yediği halt yanına kar kalmaz. Seçim vaadinde de bulunamazsınız. Bir politikacı eğer yenen haltların, yiyenlerin yanına kar bırakacağını vaat ederse o ülkenin düzgün ‘enayileri’ o politikacıyı ülke tarihinden temizinden bir güzel siler. Çünkü o ülkelerde sesi çok çıkanın, borazanı çok ötenin, gürültüsü fazla olanın değil; haklı olanın sesi duyulur.

Bu vasat seviciliğinde güçlü olan değil, haklı olanlar kazanmazsa sonucun bir farkı olmaz.

O zaman sakın ‘enayileri’ görmezden gelmeyin çünkü onlar sizin bildiğiniz ‘enayilerden’ değil.

Ey bu ülkenin enayi yerine konulmak istenen düzgün ‘enayileri!’ Kendinizi onların anladığı biçimde enayi yerine koydurmayın. Kolektif barbarlığa izin vermeyin. Kim sizi nasıl olsa ‘enayidir sesi çıkmaz’ yerine koyuyorsa; siz de vatandaşlık görevinizi yapın ve onlara pabucun pahalısının aslında anladıkları gibi olmadığını gösterin.

Çünkü gerçek ‘enayiler’ sadece temiz siyaset istemez. Aynı zamanda da temiz toplum ister. O ne diyecekmiş, bu de düşünecekmiş diye algılamanın vakti geçti.  Türkiye’de kimin sesi çok çıkarsa o haklı zannediliyor. Oysa gerçek hiç de öyle değil. Türkiye’de insanların önemli bir kısmı eşitlik değil ayrıcalık talep ediyor. Bu ayrıcalık talepleri arttıkça ve politik mecrada yer buldukça ülkede ‘kör tuttuğunu topal yakaladığını’ ekonomik ve sosyal sistemi büyümeye devam ediyor. Günün sonunda sadece kurallara uyanların kaybettiği bir sistemin yürümesi söz konusu dahi değildir.

En tepeden en aşağısına kadar herkes anlamlı ki yok öyle soyup yanına kar kalmak, yok öyle kadına şiddet gösterip paçayı sıyırmak, yok öyle ağacı kesip affedilmek, yok öyle çocuğu istismar edip kanunda boşluk aramak, yok öyle sözde gazetecilik yapıp her ata nal çakmak, yok öyle kim şampiyon olursa o takımı tutmak!

Ya bu ülkenin eşit yurttaşları olacağız ya da güçlülerin kapıkulu olacağız! Bütün konu bu.

İşin ÖZ’eti, bu ülke dirilecekse, düzelecekse ve insanı, insan gibi yaşatan bir ülke olacaksa bunu ‘enayilerle’ yapmak zorunda.

Çünkü yakarsa dünyayı, ‘enayiler’ yakar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi