Seyit Tosun
YA LİNÇ ET YA TERK ET!
Bu toplum daha önce defalarca ülkesine kırıldı, küstü, öfkelendi ancak bu küskünlük ve kızgınlıklar genelde insanlarda hala bir umut ve bağlılık hissettiği için oluyordu. Şimdi insanların önemli bir kısmı ülkelerine küskün değiller. Hiçbir şey hissedemez haldeler. Görülemiyor mu? İyi insanlar ülkelerine karşı bir şey hissedemez, uyuşmuş halde. Çünkü bir bağ hissedemiyor; kopmuş ya da kopmak üzereler! İşte bu, tarihimizde görüp görebileceğimiz en büyük yıkımlardan birisi olabilir.
Çoğunlukla çok kalabalığız. Çok kalabalık olduğumuz için bir o kadar da azız. Çünkü bir halkı, halk yapan ve bireyi de yurttaş yaparak yurttaşların toplamından oluşan bir toplumda az kalmaktan söz edilemez. Eğer yurttaş yoksa orada rakam vardır, eğer rakam varsa orada bir ulustan değil, sadece kalabalıktan söz edilebilir. Ancak, yurttaşların toplamından oluşuyorsanız orada rakamların önemi kalmaz. Sayı ne olursa olsun fazlasınızdır.
Kalabalıkların öznesi birey değildir. Kalabalıkların tek öznesi kalabalığın ve onun yönlendirildiği akışın kendisidir. Kalabalığın hedefi hedefsizliktir. Güne göre yaşamaya ve hayatta kalmaya çalışmaktır. Çünkü kalabalıklar yaşamazlar. Sadece hayatta kalmaya çalışırlar. Her şey çoktan mubah hale gelmiştir. Karşısına engel olarak çıkanları sokakta, evde, sosyal medyada, işte ve okulda yok etmek, yani linç etmek için uğraşır. Bu nedenle de kalabalıklarda linç etmek de linçe uğramak da sıradan ve meşrudur.
Şarkın derin köklerinde yatan anti hümanizma dürtüsünün gelenekçi nedeni budur. Bir yerde kalabalık ne kadar kalabalıksa o kadar da ‘mışlar’ vardır. İnsan hakları görünürde vardır, demokrasi de görünürde vardır. Vardır ama ‘mış’ gibi vardır. Mış gibi seçimler, mış gibi haklar ve mış gibi yaşamlar geneli ifade; hatta işaret eder. Mış gibi aileler, mış gibi arkadaşlıklar, mış gibi sevgiler, mış gibi eğitimler ve benzerleri bunu takip eder. Çoğunluk özgür olduğunu zanneder ama ortadaki gerçek sadece özgür-müş gibi gelip gitmekten ve kalabalığın tüm arzularına boyun eğmekten ibarettir. Çoğu kez ‘anladım’ denildiğinde günün sonunda kalan salt anlamış gibi yapmaktır. Kolektif köleliğin en belirgin lükslerinden birisi de budur. İnsanların çoğu, hayatlarını yaşayamadan bitirirler. Onların ardından genelde “yaşadı” derler ama sadece ‘yaşamış’ gibi yapmıştır, o kadar…
Kalabalığın boyun eğdirmedeki en etkili silahlarından birisi linçtir. Linç, somut ya da sanal olabilir. Kalabalığın, bireyleri en etkili kontrol mekanizması yine bireylerin bizzat kendileridir. Kalabalığın icat ettiği en sağlam paradokslardan birisi de zaten budur. Bireyler, linç edilmemek için kendilerini linç eden sürülerin içine katar. Çünkü kalabalıklar için susmak yetmez, tıpkı faşizmde olduğu gibi kalabalığın istediklerini de söylemeniz, hatta onun linç ettiklerini sizin de linç etmenizi ister. Kalabalık, hem kendisinden korkmanızı hem de korkmayanların da korkmasını sağlamak için onları korkutmanızı talep eder.
ÖZNESİ İNSANSA LAFA BAKILMAZ!
Bu nedenle geldiğimiz noktada insanların çektiği sıkıntılar ve uğranan haksızlıklar karşısında büyük oranda empati yoksunluğu yerleşti. Başkasının acısını özne yapabilen toplumlarda yurttaşların toplamından oluşan bir millet aidiyetinden söz edebiliriz. Ve bir millet; içinde yaşayan fertlerinin acısını ve haklarını özne yapabildiği kadar büyüktür. Kalabalığın büyüklüğü ise haklarını arayan ve acı çekmek istemeyen bireyleri linç etmesiyle ölçülür.
Bu toplum daha önce defalarca ülkesine kırıldı, küstü, öfkelendi ancak bu küskünlük ve kızgınlıklar genelde insanlarda hala bir umut ve bağlılık hissettiği için oluyordu. Şimdi insanların önemli bir kısmı ülkelerine küskün değiller. Hiçbir şey hissedemez haldeler. Görülemiyor mu? İyi insanlar ülkelerine karşı bir şey hissedemez, uyuşmuş halde. Çünkü bir bağ hissedemiyor; kopmuş ya da kopmak üzereler! İşte bu, tarihimizde görüp görebileceğimiz en büyük yıkımlardan birisi olabilir. Bu ülkenin yetişmiş ve iyi insanları yüz biner yüz biner gidiyor. Kalanlar da gitmek istiyor.
Hani ilişkisine çok büyük emekler vermiş ama sonuç alamamış birisi sevgilisiyle ayrılık konuşmasını çok kısa yapar ya da hiç yapmaz. Ses çıkarmaz, sadece boş gözlerle terk ettiği eski sevgilisinin incinmiş egosu yüzünden bağırarak yaptığı konuşmayı belki de ağlamasını izler. Çünkü hiçbir şey hissedememektedir. Ne bir kızgınlık, ne bir küskünlük. Hissizleşir.
Burada terk edilen ve kaybeden taraf malumunuz…
VARSA ÇIKAR GÖSTER!
Biz şöyleyiz, biz böyleyiz, biz istersek şunu yaparız goygoyları ne kadar çoksa o kadar da sömürü vardır. Nasıl ki bir insan, kendinde olan iyi özellikleri anlatma ihtiyacı hissetmez, olmayan da sanki o iyi özellikler varmış gibi devamlı anlatma ihtiyacı hissederek var-mış gibi yapıyorsa, ülkeler de öyledir. Var mı? Çıkar göster!
İnsanlarını seviyor musunuz? Doğayı koruyor musun? Demokrasiyi savunuyor musun? Hukukun üstünlüğünü inşa ediyor musun? Lafa bakılmaz. Nasıl ki sokaktaki bazı ‘dayılar’ pırlanta gibi gençlere “Çıkar telefonunu göster” diyorsa biz de o kalabalığın ürettiği ve kalabalığı yönlendirenlere sorabiliriz: “Çıkar göster!”
“Ekonomi şaha kalktı” e çıkar göster!
“Almanya bizi kıskanıyor” Tamam, çıkar göster!
“Dünyanın en ucuz benzini bizde” harika ama sen gene de çıkar göster!
“Türkiye demokrasinin altın çağını yaşıyor” Maşallah maşallah, biz gene de bakalım bir, çıkar göster!
“Halkımız bizim sayemizde çok mutlu” E ne mutlu bize, çıkar göster!
“Avrupa Birliği hedefimiz” Şahane şahane! Haydi, çıkar göster de havai fişek atalım!
“Medya bizim dönemimizde özgür hale geldi” Siz ne harikulade insanlarsınız, hadi bakalım çıkar göster!
“Aya gidiyoruz” Sen git, çıkarıp göstermeye lüzum kalmaz!
“Yargı tam bağımsız” Umarım bundan yargının haberi vardır, çıkar çıkar hadi göster!
Ya bu dediklerime inanırsın ya da linç ederiz seni!
İşte kalabalığın en sevdiği kısma geldik. Bütün bunlar gerçekten böyle mi? Rahatsız eden gerçeklerle yüzleşip linç olma tehlikesine girelim mi yoksa kalabalığın isteğini yerine getirip hem linç olmaktan sıyırıp hem de linç edenlerden mi olalım?
İşin ÖZ’eti…
Bir gün, linç olmaktan da korkmayıp rahatsız eden gerçeklerle yarıdan bir fazlamız yüzleştiğinde o zaman mış gibi yaşamaktan, mış gibi demokrasiden, mış gibi özgürlükten, mış gibi eğitimden, mış gibi işlerden toplu halde kurtulacağız. Telefonların değil; insanların değerli olup olmadığını anlamak için “çıkarıp göstermelerini” istediğimizde ve onlar da bunu yapamadığında başaracağız. Bu galibiyet öyle ki, sadece ondan taraf olan cesurları değil; ona karşı olan korkakları da kurtaracak.