UZLAŞMA SANATI

Uzlaşma bir savunma değildir. İki kişi arasında kurulan bir diyalogdur ve bu diyaloğun yapıcı olması esastır. Tarafları ilgilendiren bir meselenin, tüm tarafları memnun edecek bir biçimde çözüme ulaştırılmasıdır. Başarılı tasarımcı uzlaşmanın, yani etkili diyaloğun yolunu bulabilendir.

Her tasarım alanının kendi kavramsal çerçevesinde iyi kötü bir tanımı vardır. Örneğin, grafik tasarımı bir sanat olarak konumlandıran AIGA, (American Institue of Graphic Arts), grafik tasarımı fikirleri iletmek için sanatı ve teknolojiyi kullanan yaratıcı bir süreç olarak tanımlar. Bu süreçte tasarımcı söz konusu mesajı belirli bir izleyiciye aktarmak için çeşitli iletişim araçları ile çalışır. Bunların en önde gelenleri imajlar ve tipografidir.

Grafik tasarım kuşkusuz iletişimin önemli bir aracı ve bu bağlamda bu tanım oldukça yeterli.

Söz konusu ürün tasarımı olduğunda tanım biraz daha karmaşıklaşıyor. Mesleki kuruluşlar, gelişen ve çeşitlenen ihtiyaçlara yönelik olarak ürün tasarımı işinin tanımını her geçen yıl biraz daha zenginleştiriyor. 2015 yılında şimdiki ismi WDO (World Design Organisation) tarafından yapılan bir tanıma göre, endüstriyel tasarım inovasyonu teşvik eden, ticari başarıyı arttıran, yenilikçi ürünler, sistemler, hizmetler ve deneyimler aracılığı ile daha iyi bir yaşam kalitesi sunan stratejik bir problem çözme sürecidir. Endüstriyel tasarım olanla mümkün olan arasındaki boşluğu doldurur, sorunları bir fırsat olarak yeniden ele alarak geleceğe daha iyi bir bakış açısı sağlar. İşletmeler, müşteriler, teknoloji, araştırma gibi kavramlar arasında bağlayıcı olur. Bu tanım belki pek çok tasarım alanı için de kapsayıcıdır.

Endüstriyel tasarımın varoluşsal sebebi onu diğer tasarım olanlarına göre kapital ile daha barışık hale getiriyor. Bu meslek sanayi deviminin ardından, tüketimi arttırıcı bir unsur olarak, özünde rekabet motivasyonu ile ortaya çıkan bir meslek. Diğer yandan, grafik tasarım gibi örneğin mimarlık mesleğinin de kimilerince sanat olarak tanımlandığı ortamlar çok sayıda. En yalın tarif için belki de çok eski bir isme, birinci yüzyılda mimarlık hakkında De Architectura isimli on ciltlik bir eser bırakmış olan Romalı mimar Vitrivius’a kulak vermeli. Vitrivius ‘un tanımına göre mimarlık, sağlamlık, meta ve zevktir. Bu tanımda sağlamlık, konstrüksiyonu ve yapısal özelliklerin dayanıklılığını; meta, malzemeden kullanım kadar yapının yapılma amacına uygunluğunu ve zevk de yapının sadece görsel olarak değil, tüm duyuları harekete geçirecek biçimde inşa edilmesini kast etmektedir.

Özelleşmiş alanı ne olursa olsun, tasarım öyle kapsayıcı bir meslektir ki, bu mesleği açıklamak istediğimiz zamana, amaca, kitleye göre tanımı evrilip durur. Tanımlar, tanımlanandan çok tanımlayıcıya göre değişim gösterir çoğu kez de.

BİR ARABULUCU OLARAK TASARIMCI

Farklılaşan bu tanımlarla birlikte, tüm tasarımcıların pratiklerinde keşfettikleri en belirgin gereksinimlerden biri uzlaşma becerisidir. Pek çok mesleki tanım bu özelliği göz ardı eder. Tasarımın hangi alanında çalışılırsa çalışılsın, tasarımcı çeşitli farklı mesleklerin ortasında duran bir arabulucu konumundadır çoğu kez. Hem kendi doğruları hem de taraflar arasındaki için uzlaşmak durumundadır.

Mimarlar, yerel yönetim ve yapı mevzuatları ile yatırımcı arasındadır. Ürün tasarımcıları sanayi ile pazar ihtiyaçları arasında kalır. Grafik tasarımcılar matbaa ile işveren arasındadır. Tüm tasarımcılar, kendi yaratımları ile uygulayıcı arasında sıkışmışlardır.

Mesleki formasyon, öğrenim sürecinde bireysel yetenek ile harmanlanır ve ortaya tasarımcı kişi çıkar. Bu aşamadan sonra, o tasarımcının faydalanabileceği en güçlü özelliklerinden biridir uzlaşma sanatı.

Uzlaşma, sadece tasarım alanında değil, tüm yaşam boyu önemli bir yetenek. Ülkemizde pek yaygın olmamakla birlikte pek çok kültürde bu yeteneğin daha orta öğrenim yıllarında kazandırılmasına yönelik münazara ortamları vardır. Tasarıma dayalı pratiklerin öğrenim sürecinde önemli bir yer tutan proje sunma geleneği ve final jürileri, hazırladığınız fikri savunduğunuz ve o fikrinize yönelik olarak yapılan değerlendirmelere karşı direnç gösterdiğiniz yada uzlaştığınız bir ortamdır. Orta öğrenimden ve diğer pek çok farklı mesleğin lisans eğitiminden farklı olarak tasarım öğrencisi, yarattığı her tasarımı, her dönemin sonunda hem başkalarına anlatabilmek için hazırlar hem de zorlu bir jüri önünde savunmak durumunda kalır. Bu deneyim bir bakıma uzlaşma becerilerini geliştirmeye yarar. Tasarım okullarının jüri anıları, askerlik anıları ile boy ölçüşemez belki ama epey yaygın ve esaslıdır.

Uzlaşma bir savunma değildir. İki kişi arasında kurulan bir diyalogdur ve bu diyaloğun yapıcı olması esastır. Tarafları ilgilendiren bir meselenin, tüm tarafları memnun edecek bir biçimde çözüme ulaştırılmasıdır.

Tasarım, tasarımcısının düşüncesinden kağıda veya ekrana düştüğü andan itibaren anlatılması, açıklanması gereken bir şeydir. Bu süreçte en sabır gerektiren durum, sizin o tasarımı oluşturuncaya kadar geçtiğiniz evrelerin tümünü, karşınızdakilerin fikrinizle karşılaştığı anda yaşamaya başlaması olur. Tasarımı hazırladığınız işveren, size sorular yöneltir ve siz zaten öncesinde üstesinden geldiğiniz bu soruların tümüne cevap verirsiniz. Bazen daha önce hiç belirtilmemiş olan yeni istekler, yeni ihtiyaçlar bu tür karşılaşmalarda ortaya çıkar. Bazen işverenin istekleri teknik, maddi veya süre gerekçeleri ile yerine getirilemez isteklerdir. Bazen, tasarımı değerlendiren sadece tek bir işveren değil, birkaç farklı oluşumdur. Her biri ile aynı süreçlerden geçilir. Bazen işler içinden çıkılamaz bir hal alabilir. Başarılı tasarımcı daha bu ilk aşamalardan itibaren uzlaşmanın, yani etkili diyaloğun yolunu bulabilendir.

Bu deneyim, işveren ile sınırlı kalmaz. Tasarımın geliştirme aşamasında mühendislerle, bürokratlarla, memurlarla, üretim aşamasında ise ustalarla, imalatçılarla, malzeme tedarikçileri ile onlarca, bazen yüzlerce konuda fikir alışverişi yapılır. Bu aşamaların tümüne müdahil olan işveren gerçeği de ortadan çoğunlukla yok olmaz.

İtiraf edelim pek sevmesek de, ne kadar zorlayıcı olursa olsun mesleki pratiğin tanımlarının çok sıkı bir biçimde yapıldığı, kurallarının net bir biçimde konduğu ve yoğun olarak takip edildiği ülkelerde aslında uzlaşma çok da az gereklidir. Kurallar, tartışmaya açık değildir. İkili görüşmelerle çoğu kez esnetilemez. Tasarım işi, belki böylesi katı bir ortamda daha zor yapılır gibi görünse de verimlilik ve tasarım kalitesi gibi değerler böylece sağlanabilir. Bu ortamlarda, örneğin kimsenin, diğerlerinin hakkına tecavüz etmediği bir kentsel tasarım, birbirinden farklı olamayan, olsa da bir bütünlük taşıması gereken cephe kaplamaları, çeşitli güvenlik kriterlerini sağlayan bina içi dolaşımlar, standart değerlerde yapılması şart koşulan aydınlatmalar, belirli ergonomik standartları sağlayan ürünler ve bu ürünler için zorunlu olan üretim teknikleri ve malzemeler, uzlaşma konusu değildir.

KURAL YOKSA KAOS VAR

Kuralların, mevzuatların, standartların olmadığı veya belirsiz/ mantıksız olduğu her ortam tasarımcı ile diğer ilgilileri hemen her konuda baş başa bırakır; kaos doğar. Uzlaşma becerisi bu kaotik ortamlarda yaşamsal hale gelir. Bu başbaşalık sırasındaki agresif tavır, az bilgi ve ilgi, ikna yetersizliği gibi yaklaşımlar, tarafları ortak bir değerde buluşturamaz ve yapılması gereken işi her bakımdan yokuşa sürer. Oysa hemen hemen her sorunun bir çözümü vardır; yapıcı yaklaşımla, çaba ve ilgi ile her problem çözülebilir.

Uzlaşma sanatı, her şeyden önce ortadaki problemi iyi anlamak ve tanımlamak demektir. Bunun için iyi bir dinleyici olmak gerekli. Problem anlaşıldıktan sonra, sunulacak her önerinin olası sonuçlarını da uzlaşma sırasında düşünebilmek gerekir. Bir tür akıl haritası çizmek, önerilerin avantajlarını ve dezavantajlarını karşı taraftan önce içeride değerlendirebilmek yerinde olur.

Uzlaşma, yeri geldiğinde ve sonuçlarını hesap ederek fedakarlık yapmak olabilir ancak belki daha verici bir anlam taşıyan fazla taviz vermek olarak da görülmemelidir. Gereksiz yere verilen tavizler profesyonellikle bağdaşmaz ve bu yaklaşım sonucu ortaya çıkan işler asıl tasarımdan gittikçe uzaklaşırlar. Tasarımcı neyin fedakarlığının yapılıp neyin yapılamaz olduğunu belirleyendir.

Tarafların mantıklı ihtiyaçları, daha önceden belirli olmayan ancak sonradan ortaya çıkan problemler pekala fedakarlık yapmayı gerektirebilir. Diğer yandan bir tasarımcıdan, teknik, ekonomik veya kurallara yönelik olmayan keyfi bir taviz isteğinde bulunmak, her şeyden önce görgüsüzlük ve saygısızlıktır.

Bir tasarımcının tasarım sürecini kısıtlamak, tasarımını ona danışmadan değiştirmeye çalışmak, tasarımcının ön gördüğü malzeme ve kalitenin dışına çıkmak gibi durumlar, tasarımcıyı uzlaşılmaz, aksi, agresif hale de getirebilir.  Mekan tasarımı projeleri yaptığım dönemlerde, imalatı iyi bilen bir ürün tasarımcısı olarak bire bir detay çizimleri ile teslim ettiğim tüm ahşap imalatları sürekli değiştirmek isteyen, ve neden diye sorduğumda da “Abla böyle daha güzel olmaz mı?” diyen bir ustam vardı. Kuşkusuz uzlaşma becerisi o ustayla da sağlıklı iletişim kurabilmek için gerekli.

TASARIMCININ UZLAŞMAYACAĞI NOKTA

Uzlaşma sanatı, tasarımcının yaratımından öte, tasarımını yaratma sürecinde sahip olabileceği bir artı değer. 

Jean Nouvel, Paris Filarmoni binasının yapımı sırasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar sonucunda agresif açıklamaları ile gündeme gelmişti. Filarmoni, mimarı bütçeyi aşmakla, mimar ise henüz hazır olmadan binanın kullanıma açılması ile birbirlerini suçlamışlardı. Yapımı ödenek yetersizliği sebebiyle yedi yıl süren bina tamamlanmadan açılmış; açıldıktan sonra pek çok tamirat görmek durumunda kalmıştı. Nouvel iki yıl süren davayı, mahkemeye tasarımlarının değiştirildiğine dair yeterli delil sunamadığı gerekçesi ile kaybetti ancak konu hakkındaki açıklamalarını önemli gazetelerde ve ortamlarda yayınlayarak, uzlaşamadığı noktaları topluma açıkladı. Mimarın, tasarım detaylarının sabote edildiğini öne sürerek, tasarımının ve kalite anlayışının arkasında durdu; bir bakıma ucuzlaşmaya karşı bir tepkiydi bu.

Başka önemli bir mimar, Frank Gehry ise mimari stilinin çok gösterişli olduğunu söyleyen bir gazeteciye “Bizi rahat bırakın!” diye çıkışmıştı. Mimarın deyimi ile, içinde yaşadığımız yapıların zaten %98’i bok gibiydi. Ne tasarım duyarlılığı, ne insanlığa saygı taşımayan kahrolası binalardı. Buna karşılık sadece bir avuç insan farklı ve yeni bir şeyler üretmeye çalışıyordu. “İşime adanmış bir biçimde çalışıyorum, reklam yapmıyorum, kimseden iş filan da istemiyorum, sadece mimarlık sanatından anlayabilen müşterilerle çalışıyorum, o nedenle bana böyle aptal sorular sormayın!” diyivermişti gazeteciye.

Mimarlık, o işverenin evinin dört duvarı arasında saklayacağı bir sanat eseri olsa idi belki bu çıkışmayı kabullenmek daha kolay olabilirdi. Gehry’nin kaçırdığı nokta belki de mimarlığın toplumla uzlaşması gereken yerdedir. Diğer yandan, mimarın belirttiği biçimde, tümüyle iyi tasarım kaygılarından yoksun bir yapılı çevrede, böylesi bir sorumsuzluk varken öncelik Gehry’nin mimarisini tartışmak oluyorsa, burada da uzlaşmayı gerektirecek pek bir şey kalmıyor. Gehry kuşkusuz çağımızın en tartışmalı tasarımcılarından biri ama bir yandan da önemli ve duyarlı üretimler sunduğu ortada. Burada bu uzlaşmayan tutuma da saygı göstermeden geçemiyorum.

Winston Churchill’in meşhur sözünden ilhamla, belirli bir duruş sergilemek, beraberinde pek çok karşıt görüşü de getiriyor. “Eğer düşmanların yok ise, bir şeyler için yeterince savaşmamışsın demektir” diyordu tarihin en önemli politikacılarından biri.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi