Seyit Tosun
TÜRKİYE’NİN ÜÇ TARAFI DENİZLERLE DÖRT TARAFI YALANLARLA ÇEVRİLİDİR!
İzlemeyin! Bir kanalda hakaret varsa izlemeyin kapatın. Bir yayında orada olmayan birisine saldırılıyor ve yanıt hakkı verilmiyorsa kapatın. Bir tartışma programında toplumun bir kısmı hedefe konuluyorsa anında TV ayarlarınızdan o kanalı silin. Kötülüğü yapan biz olmasak da izleyici dahi olmak o organize kötülüğe katkıda bulunmak demek.
İnsanlığın en duru ve aydın beyinlerinden filozof Bertrand Russell durumu şu enfes cümleyle tarif ediyor. “Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz.”
Kitabın ortasından konuşmamız gereken yerlerden birisi de bu yaygın kanallardaki nobran, kof, boş ve saldırgan programlar.
Bu sözde tartışma, aslında sataşma programları nedeniyle vatandaş, talk-show’a dönüşmüş onlarca kayıkçı kavgası programı ortasında ‘cambaza bak’ rutinine alıştırıldı.
Bu programlar öyle bir hale geldi ki iletişim dili hedef gösterme ve linçe dönüşmüş durumda. Bir programda özellikle de orada olmayan bir kişi, grup ya da siyasal parti hedefe koyuluyor ve sonra da taşlama yarışması başlıyor. Kim daha çok hakaret ederse diğer programa çıkma şansı artıyor.
Horoz dövüşlerinden bir tık daha kalitesiz olan bu programlar nedeniyle de kitlesel slogancılık iyice kronik hale geldi. İnançta, ideolojide, fikirde, sanatta, medyada bu slogancılık furyası aldı başını gitti. Kimin sesi çok çıkıyorsa kim daha fazla bağırıyorsa onu daha fazla ekranlara taşıyorlar.
Reyting uğruna yalanı ve zorbalığı olması gereken normallerimizmiş diye yutturmaya kalkan, seviyenin klozete düştüğü bu yayınların kokusu ekrandan dahi hissediliyor! Savunduğu görüşü veya kişiyi inanca çevirerek put haline getiren ve herkesin de kendisi gibi ona tapmasını isteyen büyük bir nobran koro ile karşı karşıyayız.
Zarafeti zafiyet algılayan bir toplum yapısı oluşturulmak isteniyor. Kısmen de başardılar. Eğitimden başlayarak kitlesel cehaleti organize etmek istemelerinin tesadüf olduğunu mu zannediyorsunuz?!..
Eğitimi deneme-yanılma tahtasına döndürmelerinin acemilik veya iş bilmezlik olduğunu düşünüyorsanız, bir kere daha düşünmenizi rica edeceğim.
Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, katıldığı programda ülkeyi ayakta tutacak olanların okumamış cahil halk olduğunu söylemedi mi? Enerji Bakanı Taner Yıldız “Eğitim seviyesi arttıkça AKP oyları düşüyor” demedi mi?..
Bu örnekleri çoğaltmaya gerek bile yok.
Kaba kuvvet dilinin egemen olduğu, her zaman bir düşman yaratıldığı bir ortamda gerçekleri de açık şekilde dile getirmek gerekmiyor mu?
MEDYADAKİ HOROZ DÖVÜŞÜ
Peki, toplumdaki yozlaşmanın nedenini salt iktidara bağlamak ne derece gerçekçi? Bu çürüme zaten hep vardı ama 18 yıl öncesine kadar cesareti daha azdı diyebilir miyiz?
Türkiye’nin üç tarafı denizlerle, dört tarafı da yalanlarla çevrilidir. Dört mevsim yaşanır ama beş mevsim ölünür. Ülkemiz yedi coğrafi bölgeye ayrılmıştır ama sekiz defa da düşmanla örülüdür!
İnsanların olanı, olduğu gibi görmesine içi boş sözde entelektüel terör ve sözde iyilikçi despotizm engel oluyor. Medyada birbirlerinden farklı görünerek şiddetli horoz dövüşü içinde olanlar günün sonunda aynı pastanın başında buluşuyor. Birbirleri arasında pastayı paylaşmayı kabul ediyorlar ama bu ayrıcalıklarını halkla paylaşmayı asla kabul etmezler.
Bu kofluğun toplum içinde yayılmayacağını göremeyecek kadar kör de değil bu nobran tayfa. Tüm istedikleri de bu aslında. Bu tamamen planlı bir strateji ve çalışmanın sonucu.
Bu açık stratejinin temel prensibi şuna dayanıyor; Herkes eşitlik desin ama aslında ayrıcalık talep etsin!
Bugün geldiğimiz noktada siyasal kamplaşmaların temeli bu hale getirilmek isteniyor. “Benden yana ol kapılar açılsın.” Vatandaşı daha çağdaş, özgür ve refah toplumuna çağırmak yerine eldeki gücü kullanarak “Bak kaynaklar az. Benden olan tok olur, olmayan aç kalır…”
İşte bu ana akım yaygın kanallardaki yerleştirilen belirli tiplerin görevi kitleleri bu fikre inandırmak.
SÖZDE AYDINLARIN SORUMSUZLUĞU!
Kendisine ‘aydın’ veya ‘entelektüel’ sıfatını yapıştıran bir kesim nobran da iş bu kavramların sorumluluğu taşımaya gelince rahatsız eden gerçekleri söylemek yerine, duyulmak istenen yalana sarılıyorlar. Çünkü amaçları gerçeklere değil; arzu ettikleri güce ve üne kavuşmak.
Politik papağanlık evresine geçişi yaşadığımız bu dönemde şöyle bir adım geri çekilip düşünerek izlememiz gerekiyor. Bu insanlar ne söylüyor? Farklı ne anlatıyor? ‘Sahiplerinin’ konumlarını korumak (Böylece de kendi konumlarını da korumak) ve onların söylediklerini tekrar etmek dışında ne anlatıyorlar?
Bu yer yer rantı paylaştırarak yer yer de korkutarak yapılıyor. Özellikle gençler başta olmak üzere geniş kitleleri kontrol etmenin yolu önce korkutmak sonra da ne yapmaları gerektiğini onlara söylemektir. Bu çok eski bir yöntemdir ama halen yer yer işe yarıyor.
Bir çocuk nasıl ki yanlış bir hareket de yapsa ebeveynlerinin onayını aldığında kendisini güvende hissederek daha mutlu ve ‘meşru’ hareket edebiliyorsa bu nobran kitle de kendi çürümüş düzenlerini sürdürmenin yolunu toplumsal onay alarak devam ettirmek istiyor. Kendi çürümüşlüklerine ortak ettikleri kişi sayısı kadar kendilerini güvencede hissediyorlar çünkü. Bu nedenle de en keskin ve şiddetli şekilde kendi inançlarını bilgiymiş diye pazarlayarak savunuyorlar.
İnsanlığın en duru ve aydın beyinlerinden Bertrand Russell bu durumu şu enfes cümleyle tarif ediyor: “Ne kadar az bilirseniz; o kadar şiddetle müdafaa edersiniz.”
SAVAŞTIĞI ŞEYE DÖNÜŞENLER
Slogan dışında bir şey bilmeyen bu kadrolu nobranlık medya hareketine karşı salt slogan üretmek de hiçbir işe yaramaz. Tam tersine onları beslersiniz. Daha tehlikelisi de savaştığınız şeye dönüşebilirsiniz. O nedenle bu kayıkçı kavgası programlarına iyi niyetle çıkmaya başlayan ama sonra da hal ve hareketleri de karşıtları gibi nobranlaşanları görmek mümkün.
Başka bir talihsizliğimiz de öngörülerinin hiçbiri çıkmayan ama sonradan da "Ben demiştim" diyerek yalan söyleyen ‘sözde’ akademisyenlerin durmadan TV'lerde boy göstermeye devam etmesi. E onların da en çok güvendikleri şey hafızasızlığımız. Doğru çıkan tek öngörüleri bu.
Köşe yazarı kılıklı biri de halk dalkavukluğu yaparak, gazetecilik yetkisini halktan aldığını söylüyor. Oysa gazeteciler ve muhabirler yetkiyi gerçeklerden alır, başka bir yerden değil.
Peki bu görüntüsü güzel ama çürümüş zehirli meyve karşısında ne yapabiliriz?
Aslında çok basit. İzlemeyin! Bir kanalda hakaret varsa izlemeyin kapatın. Bir yayında orada olmayan birisine saldırılıyor ve yanıt hakkı verilmiyorsa kapatın. Bir tartışma programında toplumun bir kısmı hedefe konuluyorsa anında TV ayarlarınızdan o kanalı silin. Kötülüğü yapan biz olmasak da izleyici dahi olmak o organize kötülüğe katkıda bulunmak demek.
Velhasıl, kötülüğü yok etmek bir tuş kadar yakın ve basit!..
ALTERNATİF YAYINLARI İZLEYİN ve İZLETİN
Alternatif yayınları, kanalları, gazeteleri okuyun, abone olun, onları izleyin izletin. Alternatif yayınları ana yayın haline getirene kadar büyütün. Deniz yıldızı hikayesinde olduğu gibi. Hepimiz bir yıldızı denize fırlatırsak güzel günler neden daha çabuk gelmesin?
Bu vesileyle bütün zorluklara rağmen derin, duru, gerçek gazeteciliğin, entelektüel akademisyenliğin ve bilimsel verilerin nadide örneğini her gün yapan/yazan Gazete Pencere, Pencere Pazar başta olmak üzere bütün özgür gazete ve gazetecilere, yazarlara ve okuyucularına sevgilerimizi göndererek naif, zarif, akılcı, bilimsel, neşeli, özgür ve barış dolu bir 2021 dileyelim!..