TÜRKİYE’DE OLAĞAN İŞLER!

“Kamu İhale Kanunu’nu delik deşik hale getirmenin tek bir amacı vardı: Devletin parasını istediğimize istediğimiz gibi dağıtalım. Bu amaçlarına ulaştılar…”

Dolar geçiş garantili köprüler, hava limanları, yollar... Durmadan değişen kamu ihale kanunu… Kamu kurumları harcamalarında “ticari sır” zırhı…Bulunamayan Sayıştay Raporları…Denetlenemeyen Kamu Harcamaları…

Bütün bu “çarkı” anlatan en anlamlı başlıklardan birisini Sözcü Gazetesi Yazarı Çiğdem Toker attı. Toker, Tekin yayınevi tarafından yayınlanan “Kamu İhalelerinde Olağan işler” kitabında Türkiye’de aslında ne yaşandığını; şatafatlı açılışlara sahne olan ve propaganda malzemesi yapılan inşaatların perde arkasını, konunun yasal süreçlerini ve rant mekanizmasının nasıl işlediğini çok anlaşılır bir dille okuyucuya taşımış.

“Dolar geçiş garantili köprüler” yapılırken; Çiğdem Toker de emeğini, vaktini ve bilgisini halkın gerçeklere ulaşmasında “köprü” yapıyor. Gelecekte bu dönem anlatılır ve aktarılırken Çiğdem Toker’in araştırmaları, tespitleri ve yorumları da kullanılacak. Çünkü yazıları ve araştırmaları sadece gerçek “Gazetecilik” ile kalmıyor; aynı zamanda “yurttaşların” sorgulaması gereken “bütçeyi” de bizim adımıza “denetliyor!” Biz de kendisiyle Gazete Pencere Pazar’da okudukça sizi bazen “kızdıracak” bazen “rahatsız edecek” bir röportaj yaptık. Popüler Kültür ürünü olan magazin sorularını da atlamadık.

800 yıl önce Magna Carta’da vergilerin hesabının verileceğini “kralın” bile kabul ettiği hatırlatmasını yaparak sizleri Çiğdem Toker’le baş başa bırakalım.

“Kamu İhalelerinde Olağan İşler” kitabınızda kamu ihaleleri ve sonuçları ile ilgili birçok önemli başlık var. Hem teknik, hem hukuki,  hem de ülke bütçesi açısından birçok veri ve örneğe yer verdiğiniz kitabınızı iş cinayetine kurban giden işçilere ithaf ediyorsunuz.  Bununla başlayalım mı?

Hepimiz duymuşuzdur. İktidar ya da sermaye, önemli bir projeyi anlatırken “şu kadar istihdam yaratacak” denir. Allayıp pulladıkları istihdam, ağır çalışma koşulları altında düşük ücretle çalıştırdıkları işçilerdir. Öğle yemeği diye ekmek arası ıspanak verilen, biriken alacaklarını isteyince şantiyeye kapatılan, ölümlerinden haberdar olmadığımız, olsak da gündem değiştiremeyen işçiler. Köle gibi çalıştırılıp sigortası yapılmayan, alacakları biriken, ödenmeden işten çıkarılan, kimi sığınmacı onbinlerce işçi. Yitip giden o ömürlerin, hiç değilse bildiğimizin bilinmesini istedim.

Kamu İhale Kanunu son 18 yılda 187’den fazla değişikliğe uğradı. Türkiye’de neler oluyor? İhale Kanununda yapılan bu kadar değişikliğe neden gerek duyuldu?

Kamu İhale yasası 18 yıl önce AB uyumu kapsamında hazırlanmıştı. İyi bir metindi. Bu önemli yasadaki ilk gedik 2008’de açıldı. Hatırlayan az kalmıştır.  “Ali Dibo skandalı” adıyla anılan, ihaleleri partililere dağıtma olayı vardı. Zaten kanunu da bu ihale yolsuzluğundan değiştirmeye başladılar. Kamu İhale Kurumu’nun yetkileri budandı. Bir ihaledeki, yolsuzluk usulsüzlük iddiasını resen inceleme yetkisi kaldırıldı. Şikayet koşulları ağırlaştırıldı.

Sonra da birçok kurum ve konu kanun kapsamı dışına çıkarıldı. Kısa yoldan söylersek, bu kanunu delik deşik hale getirmenin tek bir amacı vardı: Devletin parasını istediğimize istediğimiz gibi dağıtalım. Bu amaçlarına ulaştılar.

“Dolar geçiş garantili” ihaleler meselesi, kamuoyunda sık sık tartışma konusu oluyor. Özellikle köprü, otoyol ve havalimanı ihaleleri ile ilgili çok ciddi eleştiriler söz konusu. Dolar şu anda 7.40 seviyesine yükseldi. Dövizdeki artışı, dolar geçiş garantili ihalelerle birleştirdiğimizde, 83 Milyon vatandaş açısından ne gibi bir tablo ortaya çıkıyor?

Kamu Özel İşbirliği modeli, büyük altyapı projelerine devlet bütçesinin yetmediği ön kabulüne dayanıyor. Devlet ile özel sektörün riski paylaştığı söyleniyor. Özel sektör finansmanı bulup projeyi yapıyor. Karşılığında devlet de yükümlülükler altına giriyor .

Garantiler özel sektörün bulduğu finansmanın ödenebilmesi ve üstüne firmanın kar etmesi amacıyla veriliyor. İktidar “heybetli” bir projeye kısa yoldan kavuşup seçmenini hipnotize ediyor. Ama sorun şu ki kendi ömrünü aşacak ve almadığı bir yetkiyle taahhüt altına giriyor. Üstelik döviz üzerinden. Bugün geçiş, yolcu, trafik garantili projelerin birçoğu, dolar 2 lirayken, 3 lirayken yapılmış sözleşmeler. Üstelik ABD enflasyonuna göre her yıl sözleşme güncelleniyor.

Prof. Uğur Emek hocadan alıntı yapayım: 80’i yıllardan bu yana imzalanan KÖİ sözleşme büyüklüklerinin yüzde 78’i, 2008 yılından sonra. 156- 156 milyar dolar değerindeki sözleşmelerin, 121 milyar dolarlık kısmı bu dönemde imzalandı. Garantilerin toplamı yaklaşık 33,8 milyar dolar. Hazine ayrıca, ulaştırma projelerinde şirketlerin kredi borçlarını da üstlendi. O da 17,2 milyar dolar.

Örneğin; bir vatandaş hayatı boyunca Osmangazi veya Yavuz Sultan Selim Köprüsünden geçmese de yine de bu köprülere para ödeyecek mi?

Dolaylı olarak evet. Otomobil, cep telefonu satın alırken, yemek yerken, çocuğunun okul taksitini yatırırken. Her vatandaş, sabah vergi artışıyla uyandığında, sebebinin bütçedeki delikler olduğunu, en büyük deliklerin de köprüler ve hastanelerden kaynaklandığını düşünebilir.

“Yıllarca 21/b şartları oluşmadan kullanıldı. Yüzlerce ihaleyle yüzlerce milyar liralık kamu kaynağı özel sektöre transfer edildi.”

Kitabınızda Kamu İhale Kanununun 21/b Maddesini anlatmaya ayırmışsınız. Bu maddeye dayanarak yapılan ihaleler neden önemli? 21/b nedir?

21/b, pazarlık usulünün bir türü. Belli koşullarda uygulanıyor, Olağandışı durumlarda, afet, hastalık gibi haller, önceden bilinemeyecek şartlar çıktığında.

Şimdi bir pandemi dönemindeyiz ve 21/b’nin koşulları var. Ama pandemi öncesinde, yıllarca 21/b şartları oluşmadan kullanıldı. Yüzlerce ihaleyle yüzlerce milyar liralık kamu kaynağı özel sektöre transfer edildi.

Buradaki temel sorun 21/b usulünün rekabete açık olmayışı, belli firmaların davet edilmesidir. Ucu bucağı olmayan kaynaklar aktarılıyor. Ve denetim mekanizması da etkisiz. Ne yargı, ne medya, ne de TBMM denetimi açısından. Zaten önce denetim etkisizleştirildi, yargı iktidara bağımlı hale getirildi. İktidar kendi medyasını inşa etti. Sonra da bu keyfi ortam oluşturuldu. Hepsi birbirine bağlı.

Özellikle başkanlık sistemi ile beraber Sayıştay Raporlarının ciddi ölçüde sekteye uğratıldığı konuşuluyor. Sayıştay, Meclis adına hem bütçelerin nasıl harcandığına dair denetleme yapıyor hem de konuyla ilgili raporlar yayınlıyor. Sayıştay Raporlarında son dönemde durum ne?

Sayıştay, Meclis adına Anayasal bir denetim yapıyor. Raporlar hazırlıyor. Bir kısmını yayımlıyor. Ama bizlerin gündeme taşıdığı, haberleşince okurların da ilgisini çeken pek çok rapor, hızla unutuluyor. Çünkü raporlar işlevsiz kalıyor. Sonuç üretemiyor. Bunun bir nedeni medyanın iktidar tarafından kontrolüyse, diğer nedeni yine iktidar tarafından gerekli mekanizmanın çalıştırılmaması. Raporların önce ihtisas komisyonunda sonra da TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesi gerekiyor. Bu amaçla kanuna madde konuldu. Ama Sayıştay Raporları İhtisas Komisyonu yıllardır kurulmadı.

“Biz şirket değiliz. Biz halkız, vatandaşız. Devlet Kurumlarının bu kavramı (Ticari Sır) bunca rahat kullanması vatandaşlık haklarını ihlal ediyor. Sen halkın parasını harcıyorsun, ne hakla özel şirket çıkarlarını gözeten bir yanıtı bu kadar kolay verirsin?”

Gelelim meşhur “Ticari Sır” konusunda. Muhalefet partilerinin Mecliste verdikleri önergelere Bakanlıklar tarafından verilen bazı yanıtlarda bu var. Ne demek “Ticari Sır?”

Bir kere ticari sır, özel hukuk kavramı. Ticari bir işletmenin verilerini kayıtlarını, o şirketin rakipleri öğrenmesin diye hukukun koruduğu bir alan.

İyi de biz şirket değiliz. Biz halkız, vatandaşız. Devlet kurumlarının bu kavramı, bunca rahat kullanması vatandaşlık haklarını ihlal ediyor. Sen halkın parasını harcıyorsun, ne hakla özel şirket çıkarlarını gözeten bir yanıtı bu kadar kolay verirsin? Veriyor çünkü anlaşmayı baştan öyle kurgulamış. Seçmenine göstereceği sadece görkemli altyapı projeleri. Seçmen o kadarına minnet etsin. Arkasının hesabının sorulmasından nefret ediyor.

“İktidar tercihini sermayeden yana kullandı.”

Sizce Yap-İşlet-Devret Modeli hakkında ne düşünmeliyiz? Bu model halkın yararına mı zararına mı oldu?

Tereddütsüz.  Yap İşlet Devret halkın zararınadır. Zararına olmasa şehir hastanelerinde planlanan yeni projelerden vazgeçilmezdi. Bütçeyi yıllarca ne kadar ağır bir ipotek altına aldığını geçen sene gördüler. Sağlık Bakanlığı’nın bu hastaneler için ayırması gereken ödenek her sene büyüyor. Bir doların 1,5 TL olduğu zamanlarda yapılan ihaleler, imzalanan sözleşmeler, bugün birer mali prangadır. O otoyollar köprüler hastaneler için 20 sene ödenecek döviz üzerinden ödenecek yükümlülükler daha adil bir bütçe dağılımını engelleyecek ağırlıkta. İktidar tercihini sermayeden yana kullandı.

Azıcık magazine dokunalım. Çiğdem Toker güne başladığında ilk hangi internet sitesine giriyor? Son dönemde hangi kitabı okuyor? Birden fazla izlediğiniz film ve okuduğunuz kitap var mı?

Sorunuz esasında gazetecilikteki değişimi yansıtıyor. Hangi gazeteleri okuduğum değil, hangi internet sitesi diyorsunuz. Güne başlarken doğal olarak önce Sözcü’nün internet sitesiyle başlıyorum. Sonra haber veren hemen bütün siteleri dolaşıyorum. T24, gazete duvar, Diken, Euronews, BBC Türkçe, DW, Yeni Yaşam, Artı Gerçek.  Gazeteciliğe ajans muhabiri olarak başladım. Sabah erkenden tüm gazeteleri okumak zaten bir görevdi. Resmi Gazete de buna dahildir.

Şu da var: Gazete muhabiriyken, haber atlama endişesi taşırdık. O endişeyle sabahları tüm gazeteleri hızla tarardık. Gazete okuma alışkanlığı dijital mecraya evrildi ama erken kalkıp haber okuma alışkanlığı değişmedi. Değişen şey şu: Propaganda aygıtına dönüşmüş mecralara bakmıyorum.

Gitar çaldığınızı biliyoruz. Besteleriniz de var.  Çalmayı sevdiğiniz parçalar hangileri?

Müzik iç dünyamda önemli bir ağırlığa sahip. Üniversite yıllarında Klasik Türk Müziği korosuna devam ettim. Ama bütün iyi müzikleri dinlerim.  Gitara flamenko öğrenme hevesiyle başlamıştım. Diğer enstrümanlarla da ilgiliyim. Yıllar önce de stüdyoya girerek bestelerimden bir demo albüm yapmıştım. Sezen Aksu, Candan Erçetin, Nazan Öncel , Dilek Türkan şarkılarını severek çalıp söylüyorum. Yeni kuşaktan Melike Şahin’i, Ezgi Altıner’i dinliyorum.

“Futbolun endüstriyelleşmesi, benim açımdan taraftar olmayı zorlaştırıyor.  İş insanlarının bu işe girme nedenlerini bilmek, futbolcuların “kiralık” kelimesiyle anılması, sponsorluk gelirlerinin yüksekliği gibi konular, heyecan duymayı imkansız hale getiriyor.”

Takım tutuyor musunuz? Fanatik misiniz? Hiç maça gittiniz mi?

Çocukken Fenerbahçe’liydim. Ama o kadar. Taraftarlığım, formaların çubuklu olduğu yıllarda kaldı. Bir kez Ankara’da Ankaragücü maçına gittim. Tribünleri izlemekten maça odaklanamamıştım. Golü de kaçırdım üstelik. Futbolun endüstriyelleşmesi, benim açımdan taraftar olmayı zorlaştırıyor.  İş insanlarının bu işe girme nedenlerini bilmek, futbolcuların “kiralık” kelimesiyle anılması, sponsorluk gelirlerinin yüksekliği gibi konular, heyecan duymayı imkansız hale getiriyor. Galiba “mesleki deformasyon” tanımına giriyor bu.  

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi