Özlem Yalım
TEMEL VE TÖREN
Mimarların, jeoloji mühendislerinin, statik mühendislerinin, kentsel planlamacıların, tarih profesörlerinin, özetle tüm “işi bilenler”in uyarılarına ve serzenişlerine rağmen, depremden etkilenen 11 ilde yapılması planlanan kalıcı konutlar için temel atma töreni gerçekleştirildi. Bu konutların bir yıl içinde tamamlanacağı bildirildi. Depremden etkilenen ve oldukça zor koşullar altında yaşayan insanlar için kuşkusuz kalıcı konuta ulaşmak çok elzem bir ihtiyaç; diğer yandan bu acele, aynı kaderin taşlarını örmekten başka bir anlam da taşımıyor. Üstelik siyasi erk halkın ihtiyaçlarından çok kendi oylarını düşünürken, geçtiğimiz aylarda bu gerçeği en güzide örnekleri ile görmüşken, inandırıcılık zor.
Temel bir yapının en önemli aşamasıdır. Yapıya denge ve sağlamlık kazandırmak için, yapının zamanla yaşanabilecek yer oturmalarından korunmasını sağlamak için ve inşa edilecek yapının yükünü daha geniş bir zemine oturtarak dağıtabilmek için temel atılır.
Kelimenin Türkçe anlamı heykel kaidesi anlamına gelen Yunanca themelio kelimesinden türetilmiş. -the kökü koymak anlamına geliyor. Batı dillerinde temel anlamında kullanılan sözcüklerden biri foundation. Bu oldukça eski kelimenin kavramsal ve yapısal anlamda pek çok anlamı var. Tümü bir işin, bir kuruluşun veya bir yapının ilk aşamasını, başlangıcını temsil ediyor. Yapı için temel atmak anlamında kullanılan bu kelimenin köklerini araştırırken iki kelimeye ulaşabildim. Bunlardan biri -gheu, karıştırmak anlamında. Buradan türetilen “pour”, sonradan evrilerek found olmuş; anlamı “metal alaşımların karıştırılması ve işlenmesi” demek.
Fransızca’da kullanılan “fonde” kelimesi, dip anlamına geliyor. Foundation kelimesi, çok eski zamanlardan bu yana, yapıtaşı, temel anlamında kullanılıyor.
İnsanın inşa etme yolculuğunun başlangıç noktası temel. İnsan sadece fiziki bir ortam inşa etmiyor. Kurallar, sistemler, enstitüler, ahlak, kültür ve bilim de birer insan yapısı. Bunların tümü için temel gerekiyor.
Henry David Thoreau, en sevdiğim yapıtlardan biri olan ve sizlere burada daha önce konu ettiğim Walden’de, temel atmayı, hayallerimizi gerçeğe dönüştürmek için bir gereksinim olarak ortaya koyar. Yazara göre hayaller havada asılı dururlar, doğrusu olmaları gereken yer de burasıdır. Bir gün onları gerçekleştirmek istersek temellerini atmalıyız.
Temel hakikidir. Soyutun somuta dönüşümünün simgesidir. Hareketli insanın yerleşikliğinin en somut varlığı ev ise, temel de bu var oluşun başlangıç noktasıdır. İnsanlık her türlü önemli olayı ritüellerle kutlamıştır. Kutlama bir tür başarı sevincidir. Diğer yandan ayinler ve törenlerin ardında, bu sevinç kadar kaygı ve korkular olduğunu biliyoruz. İnsanlık ileri doğru bir adım atarken, her seferinde bilinmezlerle dolu olan geleceği için kaygılanmaktadır. İlkel çağlarda anlayamadığı, medeni toplumlarda ise umursamadığı doğa olayları karşısındaki çaresizliğini en iyi insan bilir. Hayvansal iç güdüler saf kaldıkları için doğa ile uyumlu yaşama konusunda insana göre daha üstündür. İnsan bozulmuş bir varlıktır. Öyle ki kutlamalarını, ritüellerini, törenlerini bile neden ortaya koyduğunu unutmuştur. İnsan hayatı akıp giderken, onun anlamını bile düşünmeyen, aramayan bir varlıktır. Çağdaş toplumlarda insanlar, geçmişlerinden çok ileriye bakanlardır.
Bir yerde yerleşmeye yarar verip de orayı ev belleyen insan, inşa ettiği hayatı için adaklar adar, dualar eder, biraraya toplaşarak bu önemli hadiseyi kutlamaya yönelir.
Bunlardan biri olan temel atma törenine ilişkin ritüeller Mezopotamya ve Akdeniz uygarlıklarına özgü gibi bir algı varsa da, ilkel medeniyetlerin doğduğu Asya, Afrika veya Amerika kıtasında da temel atma töreni yapılıyordu. İngiltere’de yapıların yanlarında bulunan hayvan kemikleri, veya antik yunan kentlerindeki yapılarda genellikle yapıların köşelerine yerleştirilerek testi içinde gömülen değerli eşyalar ve paralar (foundation deposits) bu törenlerin ve adakların çok eski çağlardan bu yana bizlerle olduğunu gösterir.
Hintliler, bir ev inşa etmeden önce ilk olarak Bhoomi’den, yani toprak anadan izin isterler, sonra şükranlarını göstermek için özel ritüeller gerçekleştirirler, sonra araziyi düzlerler. Bunlardan sonra kazma ve temel atma aşamasına geçerler. Bhoomi Pooja ritüeli ilginç ve anlamlıdır. İnsan, bir yere yerleşmek için doğadan izin ister bu törende. Genellikle sabah yapılan bu törene bir astroloji uzmanı veya bir din görevlisi eşlik eder. Bir yerde bir inşaat yükselttiğinizde orada bir değişiklik yaratırsınız. Bu yer kürenin dengesini bozmak anlamına gelir. Bu nedenle ondan af dilemek ve işlerin yolunda gitmesini sağlamak için izin istemelisiniz. Bu törene astroloji uzmanlarının katılması, bu dengenin sadece yerküre ile ilgili değil, tüm uzay boşluğundaki değişime dair bile korunması hassasiyetindendir. Uzay boşluğundaki çeşili enerji katmanları bile bu değişimden rahatsız olur ve bunu yatıştırmak için insan şarkılarla, dualarla, yakarışlarla korkusunu dindirmeye çalışır.
İlkel insan, doğanın ve evrenin dengesini bozmaması gerektiğini bilmektedir. Çağdaş insan bu gerçeği bilse bile göz ardı etmekte oldukça cesur davranır. Medeni toplumlarda bu bilinç adına girişimler ve yaptırımlar, aşırılıkları ve yanlış eğilimleri denetler ve engeller. Cahil toplumlarda ise, belki de bu tarih öncesi bilginin ve gelişmişliğin varlığından bile söz etmek mümkün değildir.
Bu denge unsuruna, İnka kültüründe de rastlarız. Chakana ismi verilen sembolik figür bu inanışların, insan-doğa ilişkisinin anlamını içinde barındıran eşsiz bir tasarımdır. Yapıların dekorasyonundan tekstil dokumalarına dek kullanılan bu figür her köşesinde ve yönünde farklı anlamlar taşıyan bir ritüel taşıdır.
Chakana’nın ortasında bir daire delik bulunur. Burası evrenin merkezidir ve sonsuzdur. Dört ana kolu, dünyanın temel maddeleri olan hava, ateş, su ve toprağı simgeler. Bu dört element bir bakıma evrenin temelidir. Thales, dünyanın, evrenin, ruhun, özetle varoluşun başlangıcını “arkhe” kavramı ile betimlemiş ilk isimdir. Arkhe, bir şeyin temelinde yer alan doğuş noktasıdır. Thales başlangıç olarak su elementine işaret eder.
İnka Chakana’sı dört yönünde iklimin dört mevsimini de simgeler: insan yaz, sonbahar, kış ve ilkbahar mevsimlerinin de farkında olan ve bu dengeyle bütünleşik yaşaması gerekendir bu en eski kültürlerden birine göre.
Alt, orta ve üst seviyelerde olan köşeleri ile yaşamsal bir dengeyi sunar bu figür. En alt seviye Uqhu Pacha yer altı dünyasını ve ölümü, orta seviyedeki Kay Pacha insan yaşamını, şeklin üstündeki kısım olan Hanan Pacha ise evrendeki varlıkları, yıldızları ve tanrıları simgeler.
Chakana üzerinde ahlaki dengeleri de barındırır. İnka kültürü, “Sakın çalma, sakın yalan söyleme ve sakın tembel olma” öğütleri üzerinde gelişir. Bir yandan da bu basit görünen ama tüm dünya anlayışını içeren figür ile her zaman sevgiyi ve iyi yapmayı, bilgiyi ve çalışmayı kutsar.
Bunların tümü evrenin dengesini olduğu kadar, bilinçli ve gelişen bir toplumsal anlayışın temellerini göstermektedir. Dünyanın hemen hemen tüm kültürlerinde benzer örnekler kimi zaman farklı geometrik figürler, kimi zaman da köklerini toprağa sıkı sıkı saran bir ağaç olarak karşımıza çıkar. Göğe doğru dallanarak gelişen ve yükselen bir ağaç nasıl köklerini de yerin altına doğru büyütmek ve uzatmak zorundaysa, insanlık da çok eski çağlardan beri ilerlemek için sağlam temeller üzerinde olması gerektiğini bilir.
Türkiye’ye bakıyorum. Dilimize pelesenk ettiğimiz kültürel zenginliğimizi, çeşitliliğimizi ve buradan edindiğimiz dünya bilgisini arıyorum. Medeniyetimizin, kültürümüzün hangi temeller üzerinde yükseldiğini, geliştiğini görmek istiyorum. Görecek bir şey yok. Unutmuşuz. Unutturulmuşuz. İtibarsızlaştırmışız. Yorumlamış ve çarpıtmışız. Artık hiç öğrenmiyoruz bile. Bizim dengemiz yok. Cehaletimizin doğadan korkusu yok. Törenimiz çığırtkanlık. Dinimiz imanımız para ve güç. Temelimiz temel değil anlayacağınız. Başa gelenlere ağlamak ve kahrolmak gerçeğimiz, ders almak bir yana. Geçiciyiz. Günlük yaşıyoruz. Günü kurtarıyoruz. Türkiye’nin sorunu cehalet ile ekonomik gerçeklik arasında sıkışmışlıktan bir adım öteye gidemiyor.
Geçtiğimiz günlerde gazete manşetleri “temel atma törenleri ile dolup taştı. Biz yıllardır temel atıyoruz. Lakin attığımız temel temel değil.
Mimarların, jeoloji mühendislerinin, statik mühendislerinin, kentsel planlamacıların, tarih profesörlerinin, özetle tüm “işi bilenler”in uyarılarına ve serzenişlerine rağmen, depremden etkilenen 11 ilde yapılması planlanan kalıcı konutlar için temel atma töreni gerçekleştirildi. Bu konutların bir yıl içinde tamamlanacağı bildirildi. Depremden etkilenen ve oldukça zor koşullar altında yaşayan insanlar için kuşkusuz kalıcı konuta ulaşmak çok elzem bir ihtiyaç; diğer yandan bu acele, aynı kaderin taşlarını örmekten başka bir anlam da taşımıyor. Üstelik siyasi erk halkın ihtiyaçlarından çok kendi oylarını düşünürken, geçtiğimiz aylarda bu gerçeği en güzide örnekleri ile görmüşken, inandırıcılık zor.
Bilgisizliğimiz, boş vermişliğimiz, ataletimiz siyasilerin temel atma törenlerinde bir yerlere tutunmak istiyor. Bu törenlerde doğanın dengesi, toprak anaya saygı ve izin istemenin yerini bir makas bir kırmızı kurdele ve bolca kan süslüyor. Organizasyon firmaları çadır kurup kürsü ve mikrofon getiriyor. Kalabalıklar otobüslerle toplanıyor. Mikrofondaki 17.902 afet ve köy konutunu bir yılda bitireceklerini söylüyor. Depremin 47. Gününde sağlanan geçici konut sayısı aynı günlerde 32.000 olarak yansıyor haberlere. Depremzedelerin yarısını mı barındırabilecekler? O konutlar güvenli ve kaliteli “ev”ler olabilecek mi? O evler “yuva” ya dönüşebilecek mi? Kafamda deli sorular.
Bir takım insanlar alkış tutuyor temelsiz temellerin üzerinde gelişecek ülkeye.
Hayırlı olsun temellerimiz ve törenlerimiz.