Özlem Yalım
Tasarımın aklı: Londra
Tasarımın duygusunu yöneten şehir Milano ise, aklını yöneten şehir de hep Londra gibi gelir bana. Her ilk baharda nasıl Milano Tasarım Haftası için heyecanlanırsa dünya, her son baharda da bu heyecan Londra’ya taşınır. Bugün Londra Tasarım Festivali’nin son günü.
İlk kez 2003 yılında düzenlenen Londra Tasarım Haftası, kenti tasarım ajandasına bir tasarım başkenti olarak yazan en kapsamlı etkinliklerden biri. Kentteki moda haftası, Frieze sanat fuarı ve film festivali ile birlikte ülkenin en değerli ekonomik güçlerinden biri olan yaratıcılığın güçlü bir halkası olarak her yıl boy gösteriyor.
Etkinliğin direktörü Ben Evans, göğsünü gere gere, dünyadaki herhangi bir global şehre kıyasla en büyük yaratıcı ekonomi hacminin kendilerinde olduğunu söylüyor. Her yıl olduğu gibi, bu kez de kentin farklı bölgelerine saçılmış çeşitli etkinlikler bir hafta boyunca Birleşik Krallık’ın tüm yaratıcı insanlarını buluştururken, aynı anda dünya üzerinde de ilgili sektörler adına bir çekim merkezi haline dönüşüyor ve binlerce insanı ağırlıyor.
Londra Tasarım haftası sadece firma sunumlarına ve sergilere ev sahipliği yapmıyor. Kentin farklı mahallelerinde konumlanmış bu Tasarım Bölgeleri, barındırdığı firmalar, markalar ve stüdyolar ile coşkulu buluşmalar yaşarken, festival bünyesinde ticari ve köklü bir tasarım fuarı, Londra Tasarım Madalyonu ismindeki onur ödülü ve benim kenti tasarımın beyni olarak adlandırmama sebep olan Londra Tasarım Forumu bir arada düzenleniyor.
Kentin kültür ve yaratıcı ekonomilerden sorumlu belediye başkan yardımcısı Justine Simons OBE, açılış vesile verdiği demeçte tasarımın Birleşik Krallık için yaşamsal önemine, yaratıcı ekonomilerin katma değerine ve etkinliğin çok çeşitli kökenlerden yeteneği birleştirme gücüne vurgu yapıyor.
Bu yıl Yves Behar’ın keynote konuşmacı olduğu Londra Tasarım Forumu’nda her yıl geleceğe kapı açan eşsiz konferanslar ve buluşmalar düzenleniyor. Bu yıl tartışılan konulardan bazıları şöyle idi: Tasarım Zekası, AI tasarım süreçlerini nasıl dönüştürüyor ve bu değişimden en iyi fayda nasıl sağlanabilir? Döngüsel tasarımda malzemeler ve üretim yöntemleri neler olabilir? Geleceğin yaşam koşullarını daha pozitif bir hale getirmek için insan odaklı tasarım yaklaşımını nasıl kullanabiliriz?
Tasarımın beyni olan bu kentte 16 Eylül’den bu yana düzenlenen bu ve benzeri yaklaşık 400 oturumda meslek profesyonelleri daha iyi bir dünya yaratabilmek için kendi deneyimlerini, üretimlerini ve hayallerini paylaştılar, başkalarına ilham verdiler.
WREN ANISINA: AURA
Haftanın en önemli yerleştirmeleri Landmark Projects ismi ile sunuldu. St. Pauls Katedrali’nde yer alan Aura isimli ışık/ses yerleştirmesi Fransa kökenli İspanyol tasarımcı Pablo Valbuena’ya komisyon edilen bir projeydi. Aura, katedraldeki sesleri mimari ölçekte yansıtılan titreşimli bir ışık çizgisine dönüştüren canlı bir enstalasyondu. İngiltere tarihinin en önemli mimarlarından biri kabul edilen Sir Christopher Wren'in (1632-1723) başyapıtı olan bu katedralde bağlamı ve dokusuyla derinden iç içe geçmiş durumda, sanki orijinal tasarımın bir parçasıymış gibi binaya ve günlük hayata kusursuz bir şekilde entegre olacak biçimde tasarlanmış. Bu tür yerleştirmelere kimi zaman müdahale de deniyor. 'Aura', St Paul's'ta üretilen sesleri, sesleri ve müziği dinleyip, bunları spektral, üç boyutlu bir aura halinde somutlaştırırken aslında bu tarihi yapıya yeni bir öneri de sunuyor ve bu hali ile aslında çağdaş bir müdahale haline dönüşüyor. İzleyicinin her zaman gelip gittikleri bir yapıyı tasarım ve yaratıcılık yolu ile bambaşka biçimde algılaması sonucu yeni bir deneyim oluşuyor.
Size festival programındaki onlarca etkinlikten sadece Arup'un mühendislik danışmanlığı hizmetleriyle Bloomberg Philanthropies tarafından desteklenen Aura’yı sundum, çünkü benim kalbime ve aklıma en çok dokunan bu iş oldu. Diğerlerini çevrimiçi olarak takip etmek, her ne kadar orada olup bizzat yaşamanın keyfini vermeyecek olsa da mümkün.
Milano’nun kendi kendine her köşesinden fışkıran, iyiyi ve aslında sayıca daha fazla olan vasatı bir arada bonkörce sunan, ama her daim ilham ve mutluluk veren büyük buluşmasına nazaran, Londra daha sistematik, daha organize, daha dolu dolu ve sınırlı-sorumlu bir biçimde ele alır tasarımı ve birbiri ile ilişkili endüstrileri. Örneğin Londra ‘da malzeme fuarı ayrı, ticari fuar ayrıdır. Tasarımcılar ile sanat enstalasyonları birbirine karışmaz. Hatta Crafts denilen, zanaata veya el becerisine dayalı yaratıcı üretimler bile hiçbir zaman profesyonel tasarım üretimleri ile yan yana gelmez. Tasarımın bir ekonomik değer olmasının koşulları belirlidir. Bu mesleğin eğitimini alan öğrenciler mezuniyetlerinde öyle ciddi sergilere ve etkinliklere konu olurlar ki, tüm ülke yaratıcı ekonomilerin yeni nesil temsilcileri ile bu platformlarda tanışır. Kimse ben her işi yaparım demez. Londra Milano’dan bu tür sebeplerle ayrılır. Sahip olduğu ve sunduğu her şey Milano’da olsa da, onu ele alış ve değerlendiriş biçimi farklıdır. İşte bu nedenle biri kalp biri beyin gibi gelir bana her zaman.
YARATICILIK BİR KALP-AKIL İŞİ
Tasarım dünyasının iki global oyuncusu şehir adına burada yaptığım basit ve yüzeysel kıyaslamada olduğu gibi ben artık hemen hemen her konuyu akıl-kalp arasında değerlendirmeye ve sadeleştirmeye başladım. Bunu muhtemelen doğduğumdan beri yapıyorum; ne var ki bu işlemi artık özel hayatımdan tüzel hayatıma dek karşılaştığım her türlü olaya, konuya, kişiye bilinçli olarak uygulamaya başladım. Örneğin hayatıma giren yeni bir insan, beynime ne kadar hitap ediyor, peki kalbimi ne kadar heyecanlandırıyor? İzlediğim bir sanat eseri, beynimde hangi düşünceleri uyandırıyor, peki duygularımı nasıl harekete geçiriyor?
Kuşkusuz hepimiz bilinçsiz olarak zaten yapıyoruz bu yargılamayı; ancak bunu direkt bir soru olarak sormak ve daha önemlisi cevabını tek bir cümlede ifade edebilmek çok şeyi değiştiriyor.
Tasarım Odaklı Düşünme metodolojisinde, problemi tek bir cümlede tanımlamayı önemseriz. Karşılaştığınız herhangi bir sorun için lütfen bunu deneyin. Ters giden bir şeyler için neden ters gittiğine dair çoğunlukla bir dizi düşünceyi bir arada sıralarız. Bu kalabalık düşünceler bir türlü rafineleşemez; problemi tam olarak tanımlayamadığımız için çözme adına maalesef en keskin hedefi de bir türlü bulamayız. Bu nedenle tasarımcı aklı her zaman problemin tek bir cümlede tanımlanabilir olmasını önemser. Bir süredir kendi hayatıma yapmaya çalıştığım tam olarak bu. Bu insanı neden seviyorum/ neden sevmiyorum? Bu eser bana ne düşündürttü/ hangi duygumu ortaya çıkardı? Hangi tasarım etkinliğini takip etmeliyim Milano mu Londra mı?
Sonuç tümü ile sadeleştirici; ne kadar çok gereksiz şeye büyük anlamlar yüklediğimizi, ne kadar çok sıradan şeye geniş zamanlar ayırdığımızı tahmin edemezsiniz. En derin görünen suların sığlığını ve en göz ardı edilen konuların aslında nasıl da derin olduğunu, böylece anlayabiliyorsunuz. Üstelik daha kararlı hale de geliyorsunuz.
Bu sorgulama hem aklın hem duygunun eş güdümlü karar vermesine de imkan veriyor. Kimi zaman sadece duygularımıza yenilerek aldığımız o yanlış kararlar böylece bir mantık zemini buluyor; tam tersi olarak sadece akıl ve mantığın pek çok karar veya davranış için nasıl da yetersiz olduğunu idrak ediyorsunuz. Bütüncül bir yaşam felsefesi, dengeli bir yaşam vaat ediyor bu düşünce sistemi.
“Bunda bu kadar büyütecek ne var, elbette öyle!” dediğinizi duyar gibiyim; kuşkusuz ben bilmekten bahsetmiyorum değerli okuyucularım, hakkıyla uygulayabilmekten bahsediyorum. Etrafımda en basit meseleler için bile bu yaklaşımı uygulayabilenlerin azlığı, siyaset, sosyal ve iş yaşamımız bana her gün bu basit gibi görünen ama bir türlü uygulanmayan yaklaşımı gösterip duruyor.
Klasik Çin felsefesinde bu durumu anlatan bir terim var: Xin. Bu terimi akademik kuruluşlar kalp-akıl biçiminde tercüme ediyor. Xin içinde pek çok başka kavram taşıyor, şöyle ki: düşünme eylemi için si, anlama beceri için míng, bilmek için zhi, niyet için zhi, hissedilen duygular için qing, ve arzular için yu.
Tüm bu kavramlar bütünü ile Xin, Çin kültüründeki etik, epistemolojik, metafizik ve felsefi yaklaşımların tümünde temel bir taş görevi üstlenir; ustalar okulunda büyük bir rol oynar. Demek ki kulağa geldiği kadar da kolay bir şey değil diye düşünüyor insan bu dengede olma halini.
görüldü.
Mesleklerimiz dengede mi? Her gün azımsanmayacak bir zamanı geçirdiğimiz işlerimizde kalp zamanlı mesailer mi geçiriyoruz yoksa akıl zamanlı mı? Akıl elbette insanın her anında olması gerekli bir ihtiyaç ancak, muhtemelen bir bankacının veya mühendisin mesaisi boyunca duygularına fazlaca başvurduğundan söz edemeyiz; pek çok meslekte öncelikler değişkendir ve bu önceliğin ibresi çoğunlukla mantığı, verimi, analitik düşünceyi işaret eder. İnsanla doğrudan ilişkili, insana dair işlerin ise kalp-akıllı olması sandığımızdan daha çok değer taşır. Tasarım da bunlardan biri. Salt akıl ürünü olan tasarımların ve salt kalbe hitap eden yaratıcı üretimlerin ayırdını sizlere bırakıyorum. Dengede kalın!