Özlem Yalım
Tasarımda önemli bir akım: Streamline
Çağımızda estetik ve yaratıcı üretim akımsızlaştı. Akımlar, kreatif düşüncelerdeki gruplaşmaları temsil ederken, dönemin sosyolojik, ekonomik, psikolojik durumuna da ışık tutarlar. Çağımızın bireyselliği ve çok yönlü üretim-tüketim kanalları, belirli eğilimlerde toplaşmayı imkansız kılıyor. Dekorasyon dergileri, çeşitli kavramları kültürel panoramadan itina ile çekip önümüze sunarken, aslında toplumların artık belirli bir akımların etkisinde kaldığını ifade etmek yersiz görünüyor. Tüm yaşamlarımızı etkisi altına alan en önemli faktör teknoloji ve onun getirdiği dönüşümler. Belki gelecek yüzyıllarda tarihçiler bu döneme bakıp belirli bir eğilim sıfatı yapıştırıverirler kim bilir?
Sanat dünyasında romantizm, kübizm gibi pek çok sanat akımına aşinasınızdır. İzm kelimesi antik Yunanca’dan geliyor; imitasyon veya tarafında olmak anlamında.
Bu kelime, 17. yüzyıldan bu yana çeşitli hareketleri, tavırları, durumları, felsefeleri anlatmak üzere isimlerin sonuna eklenen bir ek olarak kullanılıyor. Yanına geldiği ismin sürekliliğine işaret ediyor, özetle zamanla doğrudan ilişki kuran bir kelime/ek.
Örneğin alkol bir madde ismi iken, bu maddenin bağımlılık yapan sürekli kullanımına alkolizm deniyor. Sanat tarihi, çoğunlukla belirli bir kişinin veya grubun stilinin benimsenmesi ve bu stilin imitasyonunun üretilmesi ile akımlara bölünüyor. Burada söz konusu olan estetik bir duruş olmanın ötesinde, o stili doğuran düşünce yapısını ve felsefesini de benimsemek. Motivasyonları ile sanattan oldukça farklı olan tasarım alanında ise bu eğilimler nadiren -izm eki ile ifade edilir. Modernizm veya gelecekçilik anlamına gelen fütürizm bunlardan en belirginleri. Tasarım, tüketim ve yaşam biçimi ile göbekten bağlı bir kavram olarak, içinde bulunduğu eğilimleri bir “tarafında olma” edası ile değil de, doğuş veya ifade biçimine göre adlandırır.
Eşyaya ve mekana yönelik akımlar, 19. yüzyılla birlikte ele alınmaya başlanmış, çünkü ilgili işlere dair okullar o dönemde belirgin bir biçimde boy göstermeye başlamış, böylece o günlere dek yetenekli uygulayıcılar tarafından ortaya konan bezemeler ve süslemeler için bir tür literatür yaratılması ihtiyacı ortaya çıkmış.
Bu çerçevede karşımıza ilk çıkan akım 20. yüzyılın başlarına dek hüküm süren Arts and Crafts Hareketi. Kanımca Arts and Crafts, ya da bizdeki karşılığı ile zanaat üretimi, dönemsel bir eğilim olarak ele alınamaz; insanlık var olduğu müddetçe bu tür bir üretim biçimi eşyalar üzerinde hep var olacaktır. Çünkü insan aklı ve eli üretmek ister. Yapabilen insan evinin yamacındaki atölyede, küçük imalathanelerde, çoğunlukla sanatsal bir yaklaşımla bu son derece niş ve özel üretimleri yaşadığı müddetçe sürdürecektir. Tasarım ile bu üretimleri karıştırmak ne kadar doğru pek emin değilim.
Savaş öncesi dönemde serileşmeye başlayan üretimlerde 1880-1915 arasında doğaya olan bağlılığın stilize motiflerle sunulduğu Art Nouveau akımı egemen olur. Çay setlerinden bina cephelerine, tiyatro posterlerinden modaya dek yayılmış ve benimsenmiş büyük bir akımdır Art Nouveau.
19. yüzyılın başlarına dek nerede ise bilinen tek estetik biçimi oluşturan, çoğunlukla organik, naif, doğal, kimi zaman süslemeci ve bezemeci akımlar kültürel olarak kimi tasarımcılar üzerinde bir bunalım yaratır. Bu karşı çıkış insanlığa modernizmi getirir. Tüm fazlalıklarından arınmış, sadeleşmiş, ekonomikleşmiş bir akım olan modernizm, tektipleşerek yayılmak, çoğalmak, büyümek isteyen kapitalin de benimsemesi ile egemen bir akım olarak günümüzde epey tartışma yaratıyor. Bu akım kuşkusuz finansal ve yaşamsal bir buhran içinde olan toplumların sosyolojisi üzerinde çok etkili oldu. İşçi sınıfı için toplu konut yapmak, artan kamu hizmetleri için kolayca tesisler üretmek modernist yaklaşımla hem hızlı hem ekonomikti. Bu bakış açısı zamanla apartman kültürünün takdir gören bir eğilim olmasına da yol açtı. Külfetli ve masraflı bir müstakil ev yerine kentteki rafine, yeni ve çoklu yapılara taşınmak “modern” bir tercih oldu. Diğer yandan seri imalat halinde örneğin plastik malzemeye şekil vererek bir anda hem farklı görünen hem de ekonomik eşyalar üretmek oldukça karlı bir işti. Üretim tasarım ile farklılaşıyor ve satar hale geliyordu. Modern insan eşyayı değil tasarımı tüketmeye başladı. Geçmişe dair tüm kodları red etmek ve sadece farklı olmak, modernizmin temellerini oluşturdu.
Savaş döneminde, savaş için ortaya konan teknolojiler ve malzemeler, günlük yaşama sızarak fütürizm akımını oluşturdu. 20. yüzyılın başından ortalarına kadar olan bu akım, özellikle Amerika’da yeni bir eğilimin ortaya çıkması ile hemen unutuldu. 1945 sonrası Amerika toplumu, savaş sonrası yaralarını sarmak isteyen, bunun için iyi yaşamayı kendine ilke edinmiş, zenginleşen firmaların pompaladığı reklam kültürü ile büyük bir yaşam biçimi değişimi yaşayan tüketici bir toplum haline dönüştü.
Evde askere gitmiş kocalarını bekleyen kadınlar, savaşın sona ermesiyle birlikte kendilerini ve özgürlüklerini fark etti. İyi giyinmek, dışarı çıkıp gezmek, evlerinde en konforlu ve üstün teknolojileri kullanmak onların da hakkıydı. Amerika bu dönemde zengin ve tüketen bir ülke olarak gelişirken, bu yaşam biçiminin nesnel yansıması lüks, ışıltı ve hız ile bütünleşir oldu. Seri üretimin ve markalaşmanın merkezi olan Amerika bu nedenle geçtiğimiz yüzyıl boyunca tasarım tarihinin sonraki sayfalarında yer alan eğilimlerin de belirleyicisi oldu.
Avrupa’nın, daha çok Amerika’nın ilgisindeki İngiltere’nin yüzyıllardır ortaya koyduğu Viktoryen stildeki floral bezemeciliğin yerini Art Deco akımı ile gelen geometrik tekrarlar, sivri köşeler, koyu renkler ve siyah alır. Art Deco, Amerika’nın köklerinden koparak, estetik dilinde kendi özgürlük bayrağının diktiğini ifade eder.
Amerika ile bu denli bütünleşmiş ve tıpkı Art Deco gibi dünyaya buradan yayılmış olan diğer bir akım ise Streamline akımıdır. Dönemin lüks ve gösterişçi yaşantısını Art Deco ne denli yansıtıyorsa, Streamline ise teknoloji ile büyüyen gelişen, zenginleşen Amerika’nın simgesi konumuna gelir.
Streamline kelimesini Türkçeleştirmek isterseniz sözlükler size “düzene koymak” çevirisini sunacak. Kelime belki de en iyi akıcı, akan, akım olarak çevrilebilir. Kökleri çok eski dillerden bu yana, özellikle su birikintilerinin bir çizgi olarak akıyor olmasını tarif etmek için kullanılmış. Havadaki ve sudaki akımı tarif eden, başlıca bu iki etkenin şekil verdiği bir form olarak hayal etmek mümkün.
Farklı akımlarla birlikte 1920’lerden itibaren filizlenen 1930-60 yılları arasında altın çağını yaşayan akımın tam ismi Streamline Moderne. Art Deco stilinin geometrisinden, savaş yıllarının teknolojilerinden esinlenen, her zaman hızı, gelecekçi bir bakış açısını temsil eden bir akımdan söz ediyoruz. Dönemin nasıl da Hollywood etkisinde olduğunu düşünürsek, bu akımın başta bilim kurgu yapımlar olmak üzere çeşitli filmlerden de etkilendiğini söylemek pek yanlış olmaz.
Streamline akımının yaygınlaşmasını sağlayan iki ana faktör vardı. Bunlardan ilki, Amerika’nın artan ulaşım ve otomobil endüstrisi, diğeri ise dönemin efsanevi reklamcılığı.
Bir dönem düşünün: bir yandan üretim tüm hızı ile gelişiyor, her köşede farklı makineler üretiliyor, yeni teknolojiler ortaya çıkıyor. Bir yandan da açılan bu fabrikalarda çalışanların yaşam koşulları değişiyor; buralarda üretilenlerle tüm toplumun tüketim alışkanlıkları dönüşüyor.
Ford’un inanılmaz yoğunluktaki talebi karşılamak için günlüğü 5 Amerikan Doları’na çalıştırdığı işçilerin mesaisini 8 saat olarak düzenlediği bir dönem. Bu sekiz saatlik mesai işçileri 24 saatte 3 şift çalıştırabilmek için tasarlanmış bir sistem. O dönemde yaygın çalışma saati en az günde 9 saat olarak benimsenmişken bu büyük bir değişim. Hemen hemen her endüstride böylesine büyük bir gelişim yaşanırken Amerikalı üretici estetiği Avrupa’dan ithal ediyor. Paris’te ve Londra’da düzenlenen büyük ve görkemli fuarlardan akımlar, eğilimler takip ediliyor ve kimi taklit edilerek Amerika’da uyarlanıyor. Tabii bu durum Amerikalı olma prensibi ile ters düşüyor ve çok geçmeden Amerika tasarıma uyanıyor. Dünya pazarında kalıcı ve rakipsiz bir yer edinmek üzere tasarıma önem verilmesi, ilgili okulların açılması çeşitli kuruluşların ve müzelerin başını çektiği konferanslarda dile getiriliyor. Yükselen sesler, bu deklarasyonları senatoya taşıyor. İmitasyon yapmayan taze ve özgün Amerikan stilini sunan endüstriyel ürünler üretmek üzere çeşitli okullar açılıyor ve sergiler düzenlenmeye başlıyor.
Sıfırdan üretimin yanında mevcut eşyaların ve araçların günün şartlarına uyarlanması işte bahsettiğim reklamcılık marifetiyle oluyor. Sadece yeni ürünlerle değil mevcut ürünleri ile de satış başarısı yakalamak isteyen markalar reklamcılara koşarak hem rekabet güçlerini hem de Pazar paylarını arttırmanın yollarını arıyorlar. Streamline belki de en çok bu anlattığım dönemsel ihtiyaçlar ile doğuyor ve gelişiyor.
Akımın Walter Dorwin Teague, Norman Bel Geddes and Gilbert Rohde gibi öncü temsilcilerini yanında, öne çıkan önemli bir isim Raymond Loewy.
Loewy, tasarım tarihinde Streamline’ın babası olarak anılır. Bana göre, yeniden tasarımın ve satışın da babasıdır.
Loewy, 1893 yılında Fransa’da varlıklı sayılabilecek bir ailede doğmuş ve mühendislik alanında öğrenimini tamamlamıştı. 1. Dünya savaşında batı cephesinde çarpışan bir asker olarak, ordunun iletişim kanallarının tamirinde görev almış. 1919 yılında ailesini İspanyol gribinde kaybedince, kardeşiyle birlikte Amerika’ya gitmeye karar veriyorlar. Gemi yolculuğunda defterine karaladığı bazı eskizleri gören İngiltere’nin NewYork elçisi Sir Henry Armstrong ile geliştirdiği bu yolculuk dostluğundan elinde bir referans mektubu ile ayrılan Loewy, bu mektubun gücü ve elbet yeteneği ile daha taşındığı ilk yılın sonunda pek çok firma için logolar ve posterler tasarlayan bir genç olarak adım atıyor kariyerine.
Dönemin reklam şirketleri, kaçınılmaz olarak illüstratörlerle çalışıyorlar ve yeni hayalleri bu illüstrasyonlarla reklam afişlerinde, dergilerde ve posterlerde insanlara sunuyorlar. Burada sunulan fikirler zamanla kağıt üzerinde kalmıyor ve markalarca gerçeğe uyarlanmak istiyor. İşte böyle bir ortamda Loewy, Coca Cola şişesinden, tırlara, lokomotiflerden otomobillere dek pek çok ürüne çizgisini uyarlayan bir ürün tasarımcısı haline dönüşüyor.
Streamlining denen bir tür “yeniden tasarım” akımı olan bu uyarlama ilk olarak nesnenin üzerindeki fazlalıklardan süslemelerden, gereksiz eklentilerden arınmasını hedefliyor. Sıfırdan yapılan tasarımlarda ise dönemin yükselen değeri olan aerodinamik ilkeleri uygulanıyor. Kuşların ve böceklerin formları, uçarken edindikleri pozisyonlar, bir su damlasının akarken girdiği kütlesel şekil, rüzgarın kum taneciklerine veya dalgalara verdiği formların tümü streamline akımında yerini buluyor.
Bu estetik bakış, Amerika’nın Avrupa ile olan estetik rekabetinde yeni bir kapı aralıyor. Toplumu bir araya getiren gelecekçi, girişimci ve hızlı değerlerle örtüşen bu çizgi, kısa sürede benimsenerek Loewy başta olmak üzere pek çok tasarımcıyı ihya ediyor.
“Bana sempatik gelen tek eğim vardır o da satış eğrisidir” sözü ile tarihe geçmiş bir tasarımcı Loewy. Tasarımcılığından ziyade girişimci yapısından ve bunun getirdiği ticari başarısından söz etmek yerinde olur. Bir yandan sürekli olarak gelişerek dönemin en büyük tasarım stüdyolarından biri haline gelen tasarımcı, bir yandan da kişisel markalaşması yönünde büyük çaba sarf etmiş. Kendine özel basın danışması tutarak önemli Hollywood davetlerine katılmış, hem evinde hem özel yaşamında dönemine göre farklı olan bu çizgide üretilmiş ürünlerin ilk prototiplerini sergilemiş. Büyük buhran döneminde işler azalınca, marka takım elbiseleri ile diğer eyaletleri tek tek gezip yeni işbirlikleri kurmaya çalışmış. New York’tan gelen bu karizmatik ve ağzı laf yapan tasarımcı ayaklarına gelince, diğer eyaletlerden de pek çok yeni müşteri edinmiş. O dönemde sunduğu kartvizitinde şu söz yazıyormuş:
“Birbiri ile aynı fiyata, kaliteye ve fonksiyona sahip iki ürün arasında iyi satan iyi görünendir”*
Tasarımcının 1979 yılında satılarak son bulan tasarım stüdyosunda imza attığı pek çok işin arasında sanıyorum en çarpıcı olanı 1939 yılındaki fuarda sergilenen Pensilvanya Demiryolları için tasarladığı lokomotiflerden biri olan S-1 dir. Loewy firmayı ilk olarak New York Penn istasyonunda kullanılmak üzere bir çöp kovası tasarlamaya ikna etmiş. Bu tasarımda Art Deco akımının etkisinde ve o dönemde moda olan Mısır kültürü izlerini kullanan tasarımcı firmanın dikkatini fazlası ile çekmiş ve böylece lokomotiflerinin tasarımcısı haline gelmiş. S-1 dünya tarihine o güne dek üretilen en büyük lokomotif olarak geçerken, Art Deco tarzı ile yüksek sosyetenin ilgisini çekmiş; kritikler yüksek sanat eseri olarak nitelendirmişler ve fuar süresince binlerce kişi görmeye akın etmiş. 42.7 mt uzunluğundaki bu dev lokomotifin bir de takma adı var: The Big Engine. Maalesef lokomotif 1949 yılında hurdaya çıkarılmış ve korunamamış.
Loewy, elini neye attı ise onu tasarım yolu ile çok satar hale getiren başarılı bir figür.
Onun gerek kendini markalaştırma serüvenini gerekse imza attığı işlerin mutfağını daha yakından tanımak isterseniz otobiyografisi niteliğindeki “Never Leave Well Enough Alone” isimli kitabını okuyabilirsiniz.