Tayfun Atay
Tarihte Türk’e Türk’ten başka düşman yok!
Göktürkleri Uygurlar, Uygurları Kırgızlar yaktı yıktı kül etti. Göktürkler Oğuzlardan çok çekti, yeri geldi onları kesti; Uygurlar da Oğuzlardan çok çekti, yeri geldi onları kesti. Karluklar, Edizler, Türkeşler ve başka diğer boylar cabası… Hasılıkelam, tarihsel süreçte Orta Asya’da siyasi hakimiyet kurmuş Türk toplulukları için düşmanlıkta, öteki Türkler yanında Çin neredeyse solda sıfır kalmıştır
Türklerin tarihine ilişkin değerlendirmelerde iki hususun altının pek çizilmediği, daha doğrusu onların sorunsallaştırılmadığı fark edilir. Bunların birincisi, Türklüğün tarihinde “yabancı parmağı”dır. İkinci ve bundan daha ilginç ama sessizlikle geçiştirilen nokta, Türklerin tarihinin bir yandan da onların birbirlerini yeme tarihi olduğudur.
“Türk”ün kök-tarihi bize yabancı parmaklar tarafından tutulmuş kalemlerden ulaşır. “Türk”, nereden gelip nereye gittiğini, soyunu-sopunu “düşman”ından öğrenir.
“Anayurt” Orta Asya’da Türklüğün tarihini en geriye doğru sürebildiğimiz bilgiler malûm olduğu üzere Çin hanedanlarının sülale yıllıklarında karşımıza çıkıyor. Milattan önce 4’üncü yüzyılda tarih sahnesinde adıyla-sanıyla beliren Hunlar’ı, daha doğru deyişle, Çin kaynaklarındaki adlarıyla Hiung-nu’ları bu sayede öğreniyoruz. Büyük Hun hükümdarı Mete’den de öyle haberdar oluyoruz ama Mete de “Mete” değildir. Orta Asya Türk Tarihi’nin bu ülkede en sofistike eğitimini almış ama ne yazık ki çok sessiz ve kıyıda kalmış bir ismi, Prof. Dr. Özkan İzgi’nin kaydettiği üzere Mete adı Çin kaynaklarındaki kelimenin yanlış transkripsiyonundan (fonetik çevirisinden) dolayı Türk tarihçiliğinde öyle yer etmiştir ve aslı-doğrusu Mao-tun’dur (ya da Mao-tuen).
Prof. İzgi yine gayet net olarak İslamiyet-öncesi Türk tarihinin her yönü ile (yani sadece Hunlar’ın değil, Göktürkler ve Uygurlar’ın da) en iyi şekilde Çin kaynaklarından takip edilebildiğini belirterek şunu ekler: “Ancak 10. Yüzyıldan sonra Uygurlar için kendi yazdıkları belgeler ile Arap ve Fars coğrafyacıların yazdıkları eserler önem kazanmaktadır”.
Kitabeler’i ‘düşman’a borçluyuz!
Tabii burada akla hemen milattan sonra 8’inci yüzyıl başlarında yazılmış ve dikilmiş Orhun Kitabeleri gelecek ve bize de Göktürkler’in tarihinin bu kitabelere dayalı “yerli” içeriği hatırlatılabilecektir. Doğrudur, ama burada da kitabelerin önümüze konmasında bir hayli “yabancı parmağı” olduğunu hatırda tutmak gerekir. Orhun Kitabeleri’nin (ya da Türkçü-milliyetçi tarihçiliğimizin daha çok tercih ettiği tabirle “Orhun Âbideleri”nin) gün yüzüne çıkarılmasında bir damla Türk teri akmamıştır. Kitabeler’in varlığından da ilkin yine Çin kaynakları dolayımıyla haberdar olunur. Sonra 13’üncü yüzyılda Farslı tarihçi Cüveynî, Cengiz Han’ın Moğol İmparatorluğu hesabına, onun tarihini yazdığı “Târih-‘i Cihângüşâ” adlı eserinde Orhun harfleriyle yazılmış kitabelerden bahseder.
Fakat Kitabeler’i esas borçlu olduklarımız, Ruslar, Finler, Danimarkalılardır. Rus bilgin (arkeolog-Türkolog) Nikolai Yadrintsev, Kül Tigin ve Bilge Kağan kitabelerini bulmuş ve 1890 yılında yazdığı kitabında dünyaya duyurmuştur. Hemen ardından Alex Oli Heikel başkanlığında bir Fin heyeti ile Vasili Radlof başkanlığında bir Rus bilim heyeti ayrı ayrı Orhun Irmağı kıyısındaki kitabeleri incelemeye yol tutmuştur. Radlof’un yardımıyla kitabelerdeki yazıları çözen ise Danimarkalı dilbilimci Vilhelm Thomsen’dir.
Türklüğün tarihine ilişkin temel yapıtaşı niteliğindeki bu çok kıymetli ve “içerden” kaynak, 15 Aralık 1893’te Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisi’nde dünyanın ve de Türklerin ilgisine açıldı!.. Milliyetçi tarihçi Prof. Dr. Muharrem Ergin, “Orhun Abideleri” isimli kitabında Türklüğün soy kütüğünü çıkarmaya muvaffak olmuş bu “yabancı parmağı”nın hakkını şöyle teslim etmektedir:
“Önce âbidelerde çok geçen tengri, Türk ve Kül tigin kelimelerini çözen Thomsen, sonra bütün âbideleri okumuş ve böylece Türk milletinin ebedi minnettarlığına mazhar olmuştur”.
Düşmanım anlatır
bana kim olduğumu!..
Ne diyordu Cumhuriyet döneminde Türkçülük davasının büyük ve edip ismi Nihal Atsız oğlu Yağmur’a vasiyetinin bir yerinde, hatırlayalım:
“Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.”
O tarihi düşmanlar, Çinliler, Ruslar, eh biraz da Cüveynî’yi işin içine katacak olursak Acemler, Türkü kendi tarihinden haberdar ediyor, onun nereden gelip nereye gittiğini anlatan kaynakların gün ışığına çıkmasını sağlıyorlar, iyi mi!..
Ne yapalım, şair Hasan Hüseyin’in bir dizesinden (“bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu”) ilhamla biz de “bu ne çapraz gidiş hey Türkoğlu” diyelim!..
“Oğuz ile savaştık, askerini mızrakladık…”
Türk’ün tarihini düşmanları yazdı, varlığını dünyaya Rus, Finli, Danimarkalı duyurdu ve biz de “bu ne çapraz gidiş” dedik çıktık. Peki, o tarihte hayli bariz şekilde beliren ve bize “Türk Türk’ün kurdudur” diye düşündüren duruma ne demeli?!..
Yukarıda zikrettiğimiz, tarihte “Türk” adının geçtiği ilk kaynak Orhun Kitabeleri’nde ana tema olan savaş ve öldürme bahsinde karşımıza ziyadesiyle çıkanlar “öteki Türkler”dir. Altıncı yüzyılın ortalarından itibaren Orta Asya’da
hakimiyet kuran Göktürkler için düşmanlıkta, öteki Türk toplulukları yanında Çin neredeyse solda sıfır kalmaktadır. Kitabeler’den örnekleyelim:
“Kül Tigin yirmi altı yaşında iken Kırgıza doğru ordu sevk ettik. … Kırgız kavmini uykuda bastık. … Kırgız kağanını öldürdük, ilini aldık. … Türgiş kavmini uykuda bastık. … Kağanını orda öldürdük, ilini aldık. Türgiş avam halkı hep tâbi oldu. (…) Kül Tigin yirmi yedi yaşına gelince Karluk kavmi hür ve müstakil iken düşman oldu. … Karluku öldürdük, yendik. (…) Dokuz Oğuz milleti kendi milletim idi. Gök, yer bulandığı için düşman oldu. Bir yılda beş defa savaştık. (…) İkinci olarak Kuşalgukta Ediz ile savaştık. Kül Tigin Az yağızına binip, atılarak hücum edip bir eri mızragladı. Dokuz eri çevirerek vurdu. Ediz kavmi orda öldü. (…) Üçüncü olarak Bolçuda Oğuz ile savaştık. Kül Tigin hücum etti, mızrakladı. Askerini mızrakladık, ilini aldık” (“Kül Tigin Âbidesi”nden, Muharrem Ergin).
“Selengadan aşağıya yürüyerek Kargan vadisinde evini, barkını orda bozdum. … ormana çıktı. Uygur valisi yüz kadar askerle doğuya kaçıp gitti. (…) Otuz dört yaşımda Oğuz kaçıp Çine girdi. Eseflenip ordu sevk ettim. Hiddetle.., oğlunu, karısını orda aldım. (…) Karluk milletine doğru ordu sevk et diyip Tudun Yamtarı gönderdim, gitti. Karluk valisi yok olmuş, küçük kardeşi bir kaleye kervanı koşmadı. Onu korkutayım deyip ordu sevk ettim. Koruyucu iki üç kişi ile beraber kaçıp gitti” (“Bilge Kağan Âbidesi”nden, Muharrem Ergin).
“Tuttum hatununu aldım, Türk budunu
yok oldu…”
Kırgız, Türgiş (yahut Türgeş/Türkeş), Karluk, Oğuz, Ediz, Uygur… Bunların hepsi Türk’tür ve Göktürk kağanları bu toplulukları hizaya çekmek için onları nasıl uykuda basıp mızraktan geçirerek öldürdüklerini, yerlerini-yurtlarını çoluk çocuklarını aldıklarını, ölmek ya da kaçmak zorunda bıraktıklarını ballandıra ballandıra anlatmaktadırlar. Öyle ki “akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğini” deyişi misali, Göktürk’ün Türk’e, Türk’ün Göktürk’e ettiğini de kimse etmemiş gibidir.
Göktürkler’e tâbi olarak yaşayan ve topluca “Tölös” ya da “Töles” diye anıldıklarını ilgili kitaplardan öğrendiğimiz, Kitabeler’de adları geçen ve onlara eklenen Türk boyları (Dokuz Oğuzlar, Karluklar, Bayırkular, Türkeşler, Basmıllar, Kırgızlar, Edizler, Tongralar, Uygurlar, vd.) uzun müddet Göktürk hakimiyetinde yaşadıktan sonra, Göktürklerin zayıflama döneminde Çinlilerin yanında yer alarak, yani Atsız’ın sözüyle o “tarihî düşman”la iş birliği yaparak Göktürklerin yıkılmasına yol açtılar. Burada öncülük Uygur’dadır ve İslam-öncesi Orta Asya Türk Tarihi’nin şanlı triosu, “Hunlar-Göktürkler-Uygurlar”dan Uygurların tarihteki en büyük başarısı, Göktürkleri de Türk adını da “gömmek” olmuştur. Bunu da Prof. İzgi’den izleyelim:
“743 senesinde Uygur Yabgu’su Göktürklerin son kağanı olan Ozmiş Kağan’ın üzerine yürürken, aynı zamanda Dokuz Oğuzlar’ın başında bulunan oğlu da Oğuz kuvvetleriyle birlikte savaşa katılır. Bu savaşta Ozmiş Kağan ağır bir yenilgiye uğrar ve karısı da Uygurlara esir olur. Böylece takriben iki yüzyıl Orta Asya’ya hakim olmuş olan Göktürkler yıkılmış olur. [Uygurlar’ın ikinci kağanı Moyun Çur’a ait olan] Şine Usu yazıtında Göktürklerin yıkılması ile ilgili olarak şu cümleler vardır: Tuttum hatununu orada aldım. Türk budunu orada bütün yok oldu.”
“Tuttum hatununu aldım, Türk budunu orada bütün yok oldu…” Bunları okuyoruz ve anlıyoruz ki o dillere pelesenk “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” sözü de hikâye imiş, lâfügüzafmış. Türklüğün tarihi gösteriyor ki aslında Türk’ün Türk’ten başka düşmanı yok imiş!..
Uygur’un hakkından da Kırgız geldi!..
Elbette Uygurlar da “Türk”ten başka düşman arama durumunda kalmadılar. Karluklar, Türkeşler, Kırgızlar Uygur hakimiyetine de isyan ettiler bol bol. Oğuzlara karşı Göktürk seferleri bitti, Uygur seferleri başladı. Büyük Uygur hükümdarı Kutluk Bilge Kül Kağan’ın en büyük icraatı, Kırgızlar üzerine yaptığı, Kırgız kağanının da öldürüldüğü sefer oldu. Fakat bunun karşılığı da geldi ve tabir caizse “Türklük-içi ilahi adalet çanları” bu defa Uygurlar için Kırgız Türkü marifetiyle çaldı. Yine Özkan Hoca’dan aktaralım:
“840 senesinde Kırgızlar Uygurları büyük bir felakete uğratmışlardır. Yüzbin kişilik Kırgız ordusu Uygur başkenti Karabalsagun’u basıp son Uygur kağanını da öldürmüşlerdir. Uygurlar, Kırgızlar tarafından büyüklü, küçüklü kılıçtan geçirilmiştir. Kırgızlar böylece belki de Moyun Çur ve Kutluk Bilge zamanında uğradıkları yenilgilerin intikamını aldılar. Bu savaştan kurtulan Uygurlar çeşitli yönlerde hareket ederek yeni yurt edinmek için çaba sarf ettiler.”
Türk’ün kurdu kendinden olur!
İşte böyle. Göktürkleri Uygurlar, Uygurları Kırgızlar yaktı yıktı kül etti. Göktürkler Oğuzlardan çok çekti, yeri geldi onları kesti; Uygurlar da Oğuzlardan çok çekti, yeri geldi onları kesti. Karluklar, Edizler, Türkeşler ve başka diğer boylar da cabası…
Yine dönelim mi Atsız’ın oğluna vasiyetine, bakalım başka ne diyor:
“Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içerki düşmanlarımızdır.”
Oldu mu ya! Tarihe bakınca içerdeki düşmanlar, adeta “her ağacın kurdu kendinden olur” deyişini haklılaştırırcasına Oğuzlar, Karluklar, Kırgızlar, Türkeşler, Edizler ve diğerleri olarak çıkıyor karşımıza!..
Peki, ne olacak şimdi? Coğrafya farkına mı bağlamalı iç-düşman değişimini?
Yoksa o ya da bu coğrafyada, Orta Asya’da, Anadolu’da ve yeryüzünde her yerde güç kimde, kimin eli kimin cebinde, kim ya da kimler malı götürmekte; yani ekonomi-politik nedenlere mi bağlayalım, ne dersiniz?..
Tarihte Ötüken’de kim hakimse yanındakine soydaş, dildaş, kardaş demedi ötekileştirdi; Uygur Göktürk’e, Kırgız Uygur’a, Oğuz, Karluk, Türkeş her biri yek diğerine “iç düşman” oldu. Şimdi bugün buralarda da “iç düşman”, malı götürme, iktidarı koruma, arpalıkları kaybetmeme derdine göre belirlenip, işaretlenip, yaftalanmıyor mu?..
Nihayetinde bu yalnız ne Türklüğün tarihine ne de bizim coğrafyamızın bugününe özgü bir şey… Bütün halkların/ulusların tarihlerinde benzer dinamikler tespit etmek mümkün.
Ama Türk dünyasının birliğinden, Turan ülküsünden dem vuruyor ve ha bire “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” sözünü temcit pilavı gibi önümüze sürüyorsanız…
Biz de yukarıdaki şerhi düşmüş olalım.
(KAYNAKLAR: Jean-Paul Roux, Türklerin Tarihi: Pasifik’ten Akdeniz’e 2000 Yıl, Kabalcı Yayınevi, 2013; Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, 2005; Özkan İzgi, Kutluk Bilge Kül Kağan, Böğü Kağan ve Uygurlar, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1986; Umay Türkeş-Günay, Türklerin Tarihi: Geçmişten Geleceğe, Akçağ Yayınları, 2015)