Siz ‘Mehdi’ye kaçacak delik aratırsınız!

“Mehdi’nin zuhuratı”ndan bahseden 50’den fazla hadis olduğu öne sürülürse de bunlara hep ihtiyatla yaklaşılmıştır. Bu doğrultuda “Mehdi” konusu çok öne çıkarılmamış, bu husus “folk-İslâm” ve onunla sarmaş-dolaş olmaktan hazzeden sufi-tarikat İslam’ına bırakılmıştır. Hal böyle olunca “Mehdi”, Sünni-İslam coğrafyasında popüler katmanlarda adeta “oyuncak” edilmiş, tarihsel süreçte de “Mehdilik” iddiasıyla ortaya çıkanlardan geçilmez olmuştur. Kendini Mehdi ilan edenlerin de takipçileri tarafından Mehdi ilan edilenlerin de isimlerini sıralamaya kalksak satırları yetiremeyiz. Bu çerçevede İslam tarihi bir “mehdiler mezarlığı” yahut “mehdilik hurdalığı”dır. Öyle ki Godot’yu beklemek, Mehdi’yi beklemekten evlâdır dense yeridir!..

Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP heyeti kapısına dayandıktan sonra SADAT’ın ipliğinin pazara çıkma sürecinde “MEHDİ” mevzusu tekrar pik yaptı. Bilindiği üzere bu konu asıl iki yıl kadar önce “SEYİTLER” (SÂDÂT) kurucusu, “Seyidü’s-Sâdât” Adnan Tanrıverdi’nin, uzantı oluşum ASSAM’ın “İslam Birliği” arayışındaki ASRİKA kongresinde kendisine yöneltilmiş soruya cevabıyla gündem olmuştu.

Erdoğan’ın askeri başdanışmanı olduğu o günlerde ASSAM’ın amacının ne olduğunu açıklama yolunda sarf ettiği sözler şöyleydi Tanrıverdi’nin:

“Bugün soruyoruz, İslâm Birliği olacak mı, olacak… Nasıl olacak, ne zaman olacak? Mehdi Hazretleri geldiği zaman olacak, âmenna ve saddaknâ [inanır-onaylarız]!.. Peki, Mehdi Hazretleri ne zaman gelecek? Allâhu te’âlâ bilir. Peki bizim bir işimiz yok mu, ortamı hazırlamamız gerekmez mi?.. İste ASSAM bunu yapıyor.”

‘Post-truth’ bir hâkim ideoloji: Kıyametçilik

“Mehdi’yi bekleme” endeksli anlayışın İslâm tarihinde popülist, fantastik ve “mitik” (efsanevi) çerçevede hayli yaygın bir söylem geleneği olduğu kaydedilebilir. Ama bunun bir devlete askeri danışmanlık veren, dolayısıyla strateji belirlemeye memur edilmiş ağızlarda asli ve resmî bir başlık haline gelmesi, genel bir akıl tutulmasının her yanı sardığı, ekonomi-politik işleyişin rasyonaliteden uzaklaşıp irrasyonelleştiği “post-truth” çağın bir sonucu olsa gerektir.

Elbette bu yadırganabilir, ama çok da şaşırmamak lâzım. Baksanıza, ırkçılıkla evanjelikliğin mesut-bahtiyar evliliğinin çocuğu olarak doğuş bulmuş Trump’ın dört yıllık başkanlık döneminde de “Mesih’in dönüşü” (Christ is coming) ABD’de siyasi bir “düstur” olarak öne çıkarılmadı mı, çıkarıldı.

Dolayısıyla “Kıyametçilik” (millenarianism), çağımızın hâkim ideolojisidir ve hem alaturka hem alafranga; hem avam hem de resmî sürümleriyle her yerdedir.

Cübbeli ve Adnan Hoca kıskacında Mehdilik

“Mehdi’nin zuhuru”, bir yönüyle İslâm tarihinde egemenlere ve onların zulmüne karşı halk kitlelerinin “Gayrı yeter” diyerek ayaklanma ve isyanlarının ateşleyicisi bir motif olarak ciddiyetle yer bulur. Ama diğer bir yönüyle de bu, İslâm tarihinin en ilginç, en renkli, en eğlenceli; bağlantılı olarak da en ciddiyetten uzak mevzularından biri, belki de birincisidir.

Öyle ki “Ne Mehdiler gördük, gül gül öldük” dense yeridir.

Mesela yine yakın geçmişten, çok değil beş yıl öncesinden, Seyid’üs-Sâdât Tanrıverdi’nin “Mehdiyet”le ilgili ASSAM’da sarf ettiği lakırdılardan da iki yıl önce ortaya saçılmış bir tartışmayı hatırlatalım:

İsmail Ağa Nakşibendi çevresinin gelecekte şeyhliğe aday iki ismi, Cübbeli Ahmet ve Mehmet Talu “hocalar”, o dönem henüz son kullanma tarihi dolmadığı için sere serpe aktif olan “Adnan Hoca” (Oktar) katalizörlüğünde kafa kafaya gelmişlerdi. Sebep de “Mehdi” idi.

Daha doğrusu, “Mehdi Aleyhisselâm”ın zuhuratının gerçekleşmiş olup olmadığı tartışması.

Cübbeli diyordu ki “Zuhurat”a daha çok var; öyle 5, 10, 20 sene içinde falan beklemeyin “Mehdi”yi, en az 150 senesi var…

Mehmet Talu ise diyordu ki “Mehdi” şu anda yaşıyor ve “huruç edeceği” (ortaya çıkacağı) zamanı bekliyor.

Adnan Oktar da mevzuya “Mehdiyet’in nişanı [işareti]” noktasından müdahil olmaktaydı. Çünkü onun çevresinde, beklenen Mehdi’nin o olduğuna dair muazzam bir inanç ve kanaat birikimi oluşmuştu ve o çevre tarafından Cübbeli hiç mi hiç sevilmiyordu. Buna sebep, Cübbeli’nin bir konuşmasında Oktar hakkında sarf ettiği şu sözlerdi: “Ben Mehdi’yim diye tutturmuş, 100 tane hadis bana uyuyor diyor. Kardeşim sen nasıl Mehdi olacaksın, Fatiha okusan 10 hatanı bulurum, ben seninle mi uğraşıcam!..”

Keyfiyet buydu ve Twitter bu minval üzere adeta savaş alanına dönmüştü. #CübbeliÇırpınma ve #MehmetTaluBüyükAlim etiketleri, Oktar-severlerin gayretleriyle “TT” idi.

Şiîlik ve Sünnilikte ‘Mehdi’

Bu noktada hiç gecikmeksizin kaydetmek gerekir ki yukarıda söylediklerimiz esasen Sünni-İslam dairesi içinde söz konusudur.

Şiî-İslam’da “Mehdi”, itikadî ve doktriner bir temel olarak karşımıza çıkar. İsmailiyye’de o, altıncı imam Câfer es-Sâdık’ın büyük oğlu İsmail’dir. Daha büyük kol olan İmamiyye, yahut “İsnaaşeriyye”de (Oniki İmam Şiîliği) ise 870 yılında doğmuş ve 873’te babası (11. İmam) Hasan el-Askerî vefat ettiğinde ortadan kaybolmuş 12. ve sonuncu imam Muhammed el-Mehdi’dir. Onun, dünyanın sonuna doğru tekrar zuhur edip Allah’ın adaletini dünyaya hâkim kılacağına inanılmaktadır.

Şiîlik’te inanç konusu olan “Mehdi”, Sünni-İslâm’da olsa olsa “ilgi” konusudur ve bu ilgi, güvenilirlikleri hayli tartışmalı olan “gayri-sahih” hadislere (Peygamber’e atfedilen sözlere) dayanır.

“Mehdi”, Kur’an’da geçmez (aynı kökten gelen “Hâdi” vardır ama o da “ilahi rehber” anlamında Allah’ın doksandokuz güzel isminden biri olarak kutsal kitapta yer almaktadır). Buna karşılık “Mehdi’nin zuhuratı”ndan bahseden 50’den fazla hadis olduğu öne sürülürse de bunlara Sünni “doktrin” çerçevesinde özellikle şeriat ehli ulema tarafından hep ihtiyatla yaklaşılmıştır. Bu doğrultuda “Mehdi” konusu çok öne çıkarılmamış, bu husus “folk-İslâm” ve onunla sarmaş-dolaş olmaktan hazzeden sufi-tarikat İslam’ına bırakılmıştır.

Hal böyle olunca “Mehdi”, Sünni-İslam coğrafyasında popüler katmanlarda adeta “oyuncak” edilmiş, tarihsel süreçte de “Mehdilik” iddiasıyla ortaya çıkanlardan geçilmez olmuştur. Kendini Mehdi ilan edenlerin de takipçileri tarafından Mehdi ilan edilenlerin de isimlerini sıralamaya kalksak satırları yetiremeyiz.

Bu çerçevede İslam tarihi bir “mehdiler mezarlığı” yahut “mehdilik hurdalığı”dır.

Öyle ki Godot’yu beklemek, Mehdi’yi beklemekten evlâdır dense yeridir!..

Mehdi, Mesih, Yalancı-Mesih, Deccal

Mehdi söyleminin Yahudi-Hristiyan geleneğinde karşılığı, daha doğrusu önceleyeni "Mesih"tir. 

Yahudilikte “Mesih” (“Mesiha”), Roma İmparatorluğu tarafından fethedilmiş Kudüs topraklarında “Tanrı’nın Krallığı”nı tekrar kurarak Kral Davut’un (Davut Peygamber) soyundan geleceğine inanılan kurtarıcıdır. Roma işgali altındaki Kudüs’te Yahudiler arasından bol bol “Mesih” çıkmıştır ve bunlardan biri de Nasıralı İsa’dır. O, yoksul bir Yahudi olarak "devrimci" bir çıkış yaparken Mesih beklentisine dayanmış ve Romalılar onu yakaladıklarında, "Sen, İsrailoğulları'nın beklediği Mesih misin" diye sorgulamışlardır.

"Hristos" Yunanca Mesih demek ve bu doğrultuda Hristiyanlık da “Mesihçilik” demektir. Dolayısıyla Hristiyanlıkta İsa-Mesih’in yeryüzüne yeniden gelip kendisine inananları selamete çıkararak bin yıl hüküm süreceği şeklindeki beklenti, inancın direğidir. 

Yahudi-Hristiyan inanç geleneğindeki “Mesih”in etkileşimsel şekilde, bir dinsel kültürleşme/bağdaştırma pratiği (senkretizm) doğrultusunda İslam'a Mehdi beklentisi olarak geçmiş olması da büyük ihtimaldir.

İşin en ilginç ve birazcık da eğlenceli yanı ise herkesin kendi "Kurtarıcı"sını parlatırken ötekilerinkini değersizleştirmesi, aşağılaması, şeytanlaştırmasıdır. Söz gelimi bazı İslami tarikat çevrelerine göre Yahudilerin beklediği “Mesih”, Deccal’dir. Tabii diğer taraftan Hristiyan yahut Yahudi taassubunun da İslam Peygamberi'ni kendi "Kurtarıcı"ları gelmeden önce belirmiş "Yalancı-Mesih" (Anti-Christ) olarak karakterize etmesine tarihsel süreçte sıklıkla rastlanmıştır.

Umutsuzların umudu: Mehdi/Mesih

Peki, bu beklentilerin özünde ne var?

Çarpıcı deyişle, Orhon Murat Arıburnu'nun "Umut, fakirin ekmeği // Ye Memet ye" dizelerinde karşılığını bulan bir motif ya da motivasyon var.

"Umut Sosyolojisi" kitabının yazarı sosyolog Henri Desroche'nin tabiriyle, "umutsuzların umudu" var.

Tarihsel süreçteki belirimler, hemen her zaman bu yönde bir toplumsal örüntüyle bağlantılı oluyor. Özellikle hızlı, yakıcı, sarsıcı değişme ve geçiş dönemlerinde, alt sosyoekonomik tabakalardan gelen, düşük statülü olan, geleceklerini karanlıkta gören insanların dünyasında böylesi “kurtuluşçu” beklentiler, bazı bağlamlarda sabır-tahammül bulmak için, diğer taraftan isyan ve mücadeleye teşvik için kendisini göstermiştir hep.

Mesela Engels'in Köylüler Savaşı kitabında anlattığı Protestan vaiz Thomas Münzer'in isyanında da yaşadığımız toprakların tarihinde Babaîler İsyanı'ndan Şeyh Bedreddin İsyanı'na kadar da böylesi “kurtarıcı” motifli, hâkim düzene karşı toplumsal-isyan hareketleri ayırt edilebilir.

Münzer “Mesih”, Bedreddin “Mehdi” addedilmiştir takipçileri tarafından…

“Beşli Çete”ye Mehdi mi, hadi oradan!

Ama şimdi belki de tarihte ilk defa bir başka türden, alışılmadık bir "Mehdicilik” ile karşı karşıyayız!..

İslam dünyasında ve bu coğrafyadan olarak, iktidar sahipleri/egemenler, ürettikleri yoksulluk, adaletsizlik, suçluluk ve vicdansızlıkla bağlantılı şekilde içerisine düştükleri derin ve korkunç gelecekten ümitsizlikle Mehdiciliğe SADAT marifetiyle bir "güvenlik konsepti" olarak sarılmış görünüyorlar.

Tarihte böyle Mehdicilik yok. Bugün de olması ne kadar mümkün, bilemiyorum!..

Şantiye kapitalizminin, “Beşli Çete”lerin ve Saray Kisrâlarının selameti için “Mehdi”nin gelmesini beklemek öyle mi?!..

Ne gelmesi, “Mehdi” kaçacak delik arıyordur!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi