Tayfun Atay
Sivil itaatsizlik devlete mecburiyete evet ama ona mahkumiyete hayır demektir
Bir şeylerin yanlış gittiğini görüyorsam ve işlerlikteki “yasal” mekanizmalar yoluyla bu yanlışlığın giderilemediğini fark ediyorsam, hatta sadece hissediyorsam, yasadışı birtakım tutumlara, edimlere, jestlere şiddeti içermeyecek şekilde suhuletle, nezaketle, zarafetle yönelmek benim için bireysel olarak da başkalarıyla birlikte topluca da meşrudur, nokta... Sivil itaatsizlik bu çerçevede bir “müeddep âsilik” halidir. Nezih, usulüne uygun şekilde, ortalığı kırıp dökmeden otoriter yanlışlık ve haksızlık karşısında isyan etmek olarak sivil itaatsizlik, belki edepsiz bir iktidarı terbiye yolunda da en verimli seçenektir
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu elektriğe fahiş zamla halkın içine düşürüldüğü perişan yaşam koşulları karşısında kişisel olarak başlattığı fatura ödememe eylemini kamuoyuyla paylaşır paylaşmaz bir “sivil itaatsizlik” tabiri dolaşıma sokuldu. Dikkati çeken nokta tabirin siyasi otoriteye topyekûn reddi hedefliyormuşçasına, neredeyse terörizmle eşdeğer mahiyette düzen-karşıtı bir yıkıcı eylem anlamı yüklenerek kullanılmasıydı. Bu doğrultuda Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak iktidar ağızlarından saçılan öfkeli suçlamalar karşısında eylemin en azından an itibarıyla sivil itaatsizlik olmadığının bizzat CHP sözcüleri tarafından da ifade edildiğini gözlemledik.
Bu süreçte hukuktan felsefeye, siyaset biliminden sosyolojiye kadar uygar dünyada demokratik bir toplumsal zeminin vazgeçilmez dinamiklerinden biri olan, böyle değerlendirilip tartışılan sivil itaatsizliğin iktidar cehaletinin hoyrat baskınlığına bir parça kurban gittiğini düşünmek mümkün.
Kılıçdaroğlu’nun fatura ödememe kararı bireysel de olsa bal gibi bir sivil itaatsizlik eylemidir. Eğer demokratik bir ülke olma hayali, ideali, ereğiyle siyaset yapıyorsanız bunu göğsünüzü gere gere söylemek durumundasınız. Faşizan-dinbaz iktidar cehaleti karşısında cesaretle yapılması gerekir bunun...
Sivil itaatsizlik yoksa demokrasi yoktur
Bir toplumun gerçek anlamda demokratik olup olmadığı sivil itaatsizlik hak ve imkanının olup olmamasıyla bağlantı kurularak da test edilebilir. Eğer toplum devlete değil, devlet topluma ait ve tâbi ise orada sivil itaatsizlik vardır.
Sivil itaatsizlik, Yakup Coşar’ın ifadesiyle “yasadışı ancak meşru bir eylem”dir. Yasallığın haksızlığa yol açtığı yerde, bütün yasal yollar denense de durumun değişmediği noktada girişilen haklı-doğru bir edimdir. Şiddeti reddeder, gizli-kapaklı değil toplum önündedir ve alenidir. O “kamu vicdanına çağrı” ve tekrar edelim, demokratik-hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Habermas’ın ifadesiyle:
“Kendinden emin her demokratik devlet, politik kültürünün zorunlu bir unsuru olduğu için, sivil itaatsizliği kendi yapısının ayrılmaz bir parçası olarak görür.”
Bu doğrultuda sivil itaatsizliğin bir nimet değil melanet sayıldığı yerde demokrasinin değil otoriter-totaliter arzuların serpilip palazlanacağı açıktır. Kılıçdaroğlu’nun fatura ödememe eylemi karşısındaki iktidar tepkileri, tepeden tırnağa, ortaktan yandaşa kadar, buna örnektir. Bunlar karşısında eylemin meşruluğunu “sivil itaatsizlik” adı altında canı gönülden vurgulamak ve meşruluğun dayanağı olarak da kamu vicdanını işaret etmek gerekir.
Çünkü yasaya ve siyasi yaptırımlara ön gelen, yasamadan da yürütmeden de yargıdan da önce gelen bir başvuru mercii olarak kamuoyunu, yani halkı referans alan meşru bir eylemdir sivil itaatsizlik.
Thoreau’dan Gandhi’ye ve Kılıçdaroğlu’na…
Sivil itaatsizlik kavramının isim babası sayılabilecek Amerikalı düşünür, naturalist ve siyasal aktivist Henry David Thoreau (1817-1862) bugün Kılıçdaroğlu’nun önümüze koyduğu eylemi de çağrıştırır şekilde, yasal olmakla birlikte haksız bulduğu seçim vergisini dört yıl boyunca ödememiş, bu nedenle tutuklanmış ve hapse gönderilmiştir.
Onun yazılarını 19’uncu yüzyıl sonlarında Güney Afrika’dayken okuyan ve çok etkilenen Mahatma Gandhi (1869-1948) Hindistan bağımsızlık mücadelesinin önderi olarak İngiliz sömürge yönetimine karşı tarihte bilinen en popüler, kapsamlı ve başarılı (bağımsızlığı getiren) sivil itaatsizlik örneği olan “İşbirliğinden Kaçınma” hareketini başlatmıştır.
İşte “Bizim Gandhi” Kılıçdaroğlu da daha önce adalet yürüyüşü ile başlattığı sivil itaatsizlik eylemine şimdi “fatura ödememe” ile devam ediyor. Keyfiyet bundan ibaret.
Sivil itaatsizlik, reddetme demeyelim ama eleştirme cihetine gidilecekse eğer, bu ancak sendikaların, derneklerin, meslek kuruluşlarının ve diğer demokratik kitle örgütlerinin (elbette yine demokratik çerçevedeki) örgütlü eylemleri karşısında onun daha pasif, cılız ve yaptırım gücünden uzak olması noktasından yapılabilir. Bu açıdan, olgun ve ergin demokratik ülkelerde bu tür eylemlerin toplumsal rahatsızlık, hoşnutsuzluk ve tepkilerin gazını alıcı mahiyette oldukları için toleransla karşılandığını söyleyenlere de elbette kulak kabartmak gerekir.
Ama bu topraklarda olduğu şekilde demokratik olgunluktan uzak, ergen, hoyrat, kaba-saba ve cahil iktidar zoru karşısında itaatsizliğin bu biçimini bile sahiplenmekte tereddüde düşmeyi, itidalli ve ihtiyatlı hareket etmeyi anlamak mümkün değildir.
“Müeddep âsi” olmak
Bir şeylerin yanlış gittiğini görüyorsam ve işlerlikteki “yasal” mekanizmalar yoluyla bu yanlışlığın giderilemediğini fark ediyorsam, hatta fark etmek bile değil, hissediyorsam, yasadışı birtakım tutumlara, edimlere, jestlere şiddeti içermeyecek şekilde suhuletle, nezaketle, zarafetle yönelmek benim için bireysel olarak da başkalarıyla birlikte topluca da meşrudur, nokta.
Sivil itaatsizlik bu çerçevede felsefeci Ahmet İnam’ın konuya ilişkin bir değerlendirmesinde belirttiği üzere bir “müeddep âsilik” halidir. Nezih, usulüne uygun şekilde, akıllıca, ortalığı kırıp dökmeden otoriter yanlışlık ve haksızlık karşısında itiraz yükseltip isyan etmek olarak sivil itaatsizlik, belki edepsiz bir iktidarı terbiye edebilme yolunda da en etkili ve verimli seçenektir.
Dolayısıyla ona sahip çıkmak gerekir.
Son sözü, aynı zamanda hepimize yönelik bir nasihat olarak Thoreau’ya bırakalım:
“Eğer haksızlık, hükümet makinesindeki ataletin kaçınılmaz bir sonucu ise, varsın olsun. Belki zamanla açılır ve makine sonuçta aşınıp laçkalaşır. Eğer haksızlığın somut bir kaynağı varsa, bir dişliden, bir volan kayışından ya da koldan kaynaklanıyorsa, belki bulabileceğin çarenin, belanın kendisinden daha kötü olup olmayacağını düşünebilirsin. Ancak yasa, doğası gereği seni zorunlu olarak başkasına yönelik haksızlığın aracı durumuna düşürecek yapıdaysa, yasayı çiğne! Yaşamını, makineyi durdurmak için kullan. Her durumda dikkat etmen gereken şey, lanetlediğim kötülüğün aracı olmamaktır.”
(Kaynaklar ve okuma önerileri: Yakup Coşar’ın derlediği Kamu Vicdanına Çağrı: Sivil İtaatsizlik [Ayrıntı Yayınları, 1997] içinde özellikle Yakup Coşar, Henry David Thoreau, John Rawls, Hannah Arendt ve Jürgen Habermas’ın yazıları; Hayrettin Ökçesiz’in derlediği Sivil İtaatsizlik [Demokrasi Kitaplığı, 1999] içinde Doğan Özlem, Ahmet İnam ve naçizane, Tayfun Atay’ın yazıları. Film önerisi: Gandhi, Yönetmen: Richard Attenborough, Columbia Pictures.)