Seyit Tosun
SIRADANLIK GÜZELDİR
“Öğrenci ustasına sordu: "ego nedir?" Usta o an çok öfkelenip, yüzünü ekşiterek öğrencisine dönüp: "Bu ne kadar aptalca bir soru. Bunu sadece bir aptal sorabilir" der. Öğrenci allak bullak olur, sinirlenmiştir ve öfkeden kıpkırmızı kesilmiştir. Usta gülümser ve sakince şöyle der: "işte ego budur...” (Bir Zen hikayesi)
Sıradan mısınız? O halde doğru yerdesiniz demektir. Çünkü sıradanlık güzeldir...
Sıradanlık herkesi, herkesle aynı kılan ilk kelimedir. Çok satan popüler kişisel gelişim kitaplarında anlatılanların aksine, sıradanlık sizin herkesle aynı olduğunuzu söyler. Bu ilk bakışta rahatsız edebilir. Oysa asıl reklam sektörü bundan oldukça rahatsız olacaktır. Çünkü siz sıradan oldukça onların reklam gelirleri azalacaktır. Şirketler hepimizin farklı olduğunu bize inandırmaya çalışıp, çoğunluğu buna inanma gayretine girerken kendileri çoktan ayrıcalıklı sıradanların kuyruğuna girmişlerdir. Aynı şey politika için de geçerlidir.
Bir halk sıradan oldukça daha fazla ilerler. Modernite; devlet başkanını, köylü ile aynı sırada sayabildiği için başardı. Bunu da büyük bedeller ödeyerek elde etti. Demokrasi, gücü eline alanın ayrıcalıklı olduğu sistem değildir. Tam tersine herkesin sıradan olduğu rejimdir. Başbakanın sıradan bir evde kalmasının sıradan sayıldığı ülkelerde herkes kazanırken; devlet başkanının sarayda kalmamasının sıradan olduğu ülkelerde herkes kaybeder. ‘Sıradan’ bir ülke olan Almanya’da görevi sona eren Merkel, sıradan evine döner. ‘Sıradan’ bir ülke olan Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen’in evinin camlarını silmesi sıradandır.
Sıradan olmayı ‘zavallılık’ olarak anlatan sektör ve ürün sahipleri bu sayede ayrıcalıklarını korurken sıra dışı bir haz yaşamazlar. Beklenenin aksine kendilerinin beklediği sıradan ve alışık oldukları güvenli hazla sistemlerini devam ettirirler. Reklam sektörünün (Kapitalizmin) ilk mantığı da buna dayanır. “Sen çok özelsin, çok farklısın” ama onun ürünlerini aldığın müddetçe.
KİŞİLERİN PUTLARA DÖNÜŞÜMÜ
Sıradan bir vatandaş, sıradan bir demokrasi ve sırada olmak demek herkesin eşitliğine işaret eder. Tek tipçilik ve sıradanlık çok karıştırılır. Tek tipçilikte, sıradan olmak istemeyenler sizi hizaya çeker. Sıradanlıkta ise kimse sizi hizaya çekemez çünkü herkes sıradandır. Hizaya çekmek isteyen de, çekilme potansiyeli olan da. Bu filmde başrol oyuncusu senaryodur, oyuncu değil. Velhasıl, herkes başroldedir ve halkın başrolde olmadığı hiçbir film, mutlu sonla bitmez.
Şark kanununda ayrıcalık talep edenler çoktur, Garpta ise eşitlik isteyenler çok olduğu için demokrasi gelmiştir. Etrafında durmadan yoğun insan kümesi isteyenler sizi kendisiyle aynı görür mü? İnsanı, insanla eşit gören, kendisini herkesle bir görür. Sadece insanla değil, bitkilerle ve tüm hayvanlarla da aynı görür kendisini. Ne hayvandan yukarı, ne hayvandan aşağı görmez çünkü alt da üst de yoktur! Bir “Ben ve öteki” putunu yıkamamış kişinin kendisini her cümlenin öznesi yapmak istemesi normaldir. "Ben Hakk'ım", "Hak'tan gayrı değilim” (En-el Hak) diyen Hallacı Mansur kendisini tanrı yerine koymaz. Benle her canlı aynıdır, ben senden ayrı değilim der. Kendisini tanrılaştırıp ayrıştırmaz. Tam tersine her şeyle, her şeyin içinde kendisini sıradanlaştırır.
Ben merkezcilikten çıkan her yol, Hallacı Mansur’un yürüdüğü yolun tersine akar. Bir düşünce, bir taraftarlık ve bir kişiye olan sempatinin bağımlılığa dönüşmesi, putperestliktir. Bir putperest kendi inandığı/taptığı puta (bir düşünce - bir kişi - bir grup) herkesin tapmasını ister. Tapmayanları ise kendinden ayrı görür ve düşmanlaştırır. Biz ve onları başlatır. Putların değil kalplerin kırıldığı yerde "Herkesin putu kendine şirin, herkes başkasının putuna İbrahim” olur... Kendi putuna İbrahim olanlar adalet talep ederken; sadece başkasının putuna İbrahim olanlar ise intikam peşinde koşar. Sonunda da yaratılan put, cennet vaadiyle cehennemi getirir.
Etnosentrizm (Biz merkezcilik) kendi grubunu, topluluğunu merkeze alarak diğer insanları kendinden daha aşağı görmek demektir. Bu ise ben merkezcilikle başlar (Egosentrizm). İşte bu cennet vaadiyle başlayan yolculuklar önce ben, sonra biz merkezcilikle sürdü ve tarihte bildiğiniz bütün ideolojik yıkımlarla savaşların nedeni oldu.
TEK ADAMLAR DEĞİL ÇOK İNSANLAR
Oysa insanlık tarihinde mutlu sıradanlığın birçok örneği var. Potlaç, bunlardan birisi. Kızılderili kültürü uygulamalarından yola çıkarak; dünyanın başka yerlerinde gözlemlenmiş bu ritüelde elinde ihtiyaç fazlası mal, yiyecek, giyecek biriktirmiş şef ya da aileler bir şenlikle bunların tamamını dağıtırdı. Burada amaç, ayrıcalığı önlemek ve herkesin eşit kalmasını sağlamaktı. Potlaç ritüelinin olduğu birçok kabilede şefin ayrıcalık talep etmesi, mal biriktirmesi ve bunun için çalışması çok büyük bir suç sayılabiliyordu. Potlaç sayesinde herkes sıradan kalarak mutlu olabiliyordu.
Vurmalı, üflemeli, telli birçok farklı enstrümandan oluşan bir koroda aynı müziği duyarsınız ancak onlarca farklı çalgıdan ses gelir. Bu, ahenktir. Demokrasidir. Eşitliktir. Sıradanlıktır. Aynı korodaki davulcuyu ayıp, diğerlerini susturun. Az önce keyifle dinlediğiniz müziği, aynı notalarla sadece davulcuya çaldırın. Kulak tırmalayıp rahatsız olursunuz. İşte bu ayrıcalık isteyenin bize dayattığıdır. ‘Sizin şarkınızı çalıyorum’ der ama davul da tokmak da ondadır. O şarkı artık size ait değildir. Sadece onundur.
Kimden ve nereden gelirse gelsin. Bize teklik değil, birlik gerek. Tek adamlar değil çok insanlar gerek. İşin ÖZ’eti, halkçı gibi değil, çürümeden halkın kendisi kalmak, sıradan OL’mak gerek...